İstanbul’a kutup soğuğunun uğramaya niyetlendiği günlerden biri. Bir taraftan gelen giden haberlere bakarken bir taraftan Atina’da bir sonbahar akşamının hayalini kuruyorum. Gündüz Eksarhiya’da bir kahveye yığılıp, akşam üstü Gazi’ye geçerim, gece de ver elini Marusi, AEK’in maçını seyretmeye. Bir de yenersek değmeyin keyfime.
Atina’nın hülyalarıyla İstanbul’daki ofisin harala gürelesinin birbirine karıştığı bir anda ekranımda ?Evangelismos? yazıyor. Ajanstan gelen bir haberin içinde geçiyor bu kelime. Ama ben bu kelimeyi çok iyi biliyorum yahu, Atina’nın heybetli hastanesi değil mi bu? Hatta Vasso’nun ablası orada pratisyen hekim, kaç kere önünde buluştuk da Üniversite tarafına yürüdük. ?Tamam? diyorum, ?Atina derken kafayı yedik galiba?. ?Ya sabır? çekerek haberi okumaya girişiyorum. Lefter diyor, bizim Lefter, efsane Lefter. ?Evangelismos’ta yatıyor? diyor, ?durumu iyi değil? diyor. Şok olmamak mümkün değil, koca Lefter hastane yatağında. İster istemez kaygılanıyorum ama içimden bir ses de ?merak etme, Lefter oralarda bırakmaz kendini, ne yapar döner İstanbul’a? diyor. Vasso’ya mail atıyorum bir çabuk, ablası ?Ordinaryus?un doktorunu tanıyor mu diye. Dua ediyorum bir yandan, Lefter bir an önce İstanbul’a dönsün diye.