"Enter"a basıp içeriğe geçin

Ay: Mart 2011

Kaybedenler Kulübü üzerine…

İsmini duyunca irkildim. Yıllar öncesinden gelen bir hayalet gibi geçip gitti kulaklarımdan.

Kent FM 101’in o haşır huşur çeken ve çoğu kez 100.0 Power FM’le 102.0 Energy FM (FG değil FM, o zamanlar öyleydi) arasından seçemediğimiz sinyalleri, One More Cup of Coffee, So Tell the Girls That I’m Back in Town, geceleri internetten parça isteyip sürekli aynı parçaları dinlediğiniz interaktif yayın, Tekila City ve tabii Kaybedenler Kulübü…

Kaybedenler Kulübü…

Kadıköy’e ilk taşındığımız günler…

Tepeme çökmüş bir aşkın ve büyük iki depremin (İzmit ve Düzce) yıkıntılarını ardımda bırakıp istemeye istemeye taşındığım için uzun süre nefret ettim Kadıköy’den. Sanırım iki sene önce Bahariye’de kendi evim oluncaya kadar da duygularım pek değişmedi. Kadife Sokak’ın bir üstündeki o ev ise beni Kadıköylü yaptı.

Kaybedenler Kulübü’nü dinlerken Kadıköylü değildim, ama filmi bir Kadıköylü olarak izledim, bu yazdıklarımı ona göre okuyun.

Adnan Polat’ın Mübarek gidişi…

Adnan Polat?ın gönderilişi biraz Hüsnü Mübarek?in gönderilişine benziyor. Ne konuşuyorduk Mısır?da Mübarek yolculanırken? Gitti ama onu gönderen kimdi? Gerçekten rahatsız halk kitlelerinin yaptığı bir devrimden mi bahsediyorduk, yoksa Mısır?da iktidar kollayan gruplar demokrasi soslu bir darbe mi yapmıştı? Mesela ordu Mübarek?in arkasında dursa gerçekten gitmek zorunda kalır mıydı?

Benzer sorular Polat?ın gönderilişi için de sorulacak, soruluyor. Bu gerçekten rahatsız Galatasaray taraftarının kurula yansıyan bir tepkisi midir, yoksa ?liselilerin Galatasarayı?nın darbesi midir? Ya da şöyle diyelim, Adnan Polat liseli olsa veya en azından liseliler arkasında dursa gider miydi?

Sahi bu derbi neden özel?

Galatasaray-Fenerbahçe derbi günü bana bayramların ilk gününü çağrıştırıyor. Fenerbahçeli ya da Galatasaraylı değilim, bana ne, değil mi? Değil işte, o tutkunun parçası olmadan olur mu? Hem GS-FB derbisi bayramlardan da güzel, kimse ?1996 Şeker Bayramı ne şahaneydi? demez ama Rapajiç?in ya da Ribery?nin attığı golü herkes hatırlar. Bayramların aksine, derbilerin kolektif hafızası vardır. O hafızanın parçası olmak her zaman eğlencelidir.

Benim kadın kahramanlarım

Ben bugün size iki kadın kahramanımdan bahsetmek istiyorum. Bunlardan birincisi hayatı ve sporu anlamlandırma biçimimi belirledi. Diğeri ise hayat mücadelesini sporla birleştirdi ve sporda kahramanlığın aklımıza ilk gelenden çok farklı olduğunu kanıtladı.

1980’ler… Darbe sonrası, Fatih ışık hızıyla muhafazakarlaşıyor. Farklı görüşlerden, hayat tarzlarından aileler hâlâ var ama yaşam onlar için zorlaşıyor. Benim yalnızca kadınlardan oluşan sosyal demokrat ailemin durumu da farklı değil. Bugün ?mahalle baskısı? denen şeyin dört başı mamurunu biz o günlerde yaşıyoruz. Yolda yürürken aile bireylerime ?saçının teli kadar cehennemde yanacaksın? diye bağırılması vakay-ı adiyeden. Annem evin dışında çalışıyor diye ?hayat kadını? söylentisi çıkaran ilkokul arkadaşlarım ve aileleri var, öyle düşünün. Ailemin altmış seneden fazla oturduğu Fatih’ten ben ilkokulu bitirir bitirmez gidiyoruz. İşin ilginci benzer bir tahammülsüzlüğe yıllar sonra Moda’da otururken bu kez dindar insanlara karşı yapılırken şahit oluyorum. Taraflar yer değiştirmiş ama mesaj aynı: ?Sen farklısın ve biz sana yaşama hakkı vermeyeceğiz?.

Spor değil, pazarlama kulüpleri

?Taraftarların gerçekleri sadece kulüp kanalından öğrenmesi güzel.?

Büyük kulüplerimizden birinin profesyonel yöneticilerinden biri buyurmuş.

Taraftarların gerçekleri öğrenmesi güzel, taraftarların kulüp kanalından gerçekleri öğrenmesi de güzel. Buraya kadar sorun yok. Peki neden taraftarın gerçekleri ?sadece? kulüp kanalından öğrenmesi bu kadar arzulanıyor? Önemli olan taraftarın kulüp hakkında doğru düzgün bilgi sahibi olması değil mi, diğer medya organları da yalan yazmasa, taraftar gerçekleri oradan da öğrenebilse güzel olmaz mı?

Hayır olmaz.

#blogumadokunma

Türkiye?de gazetecinin görevi dilini ısırmaktır. Bu memlekette kimseye eyvallahı olmayana değil, herkese eyvallahı olana gazeteci denir. Kulübün yöneticisine, patronun kankasına, fanatik taraftara ve daha kimlere kimlere hoş gözükmezsen aç kalırsın. Bu ülkenin gazetecisinin elini kolunu ekmek derdi bağlar. Gazetecilerin değil patronların, şirketlerin, kodamanların, siyasilerin at koşturduğu medyada her biri en az üç tensikat görmüş insanlardan artık editoryal özgürlük filan bekleyemezsin.