Eminim bazılarınız itiraz edecek ama ben kendi adıma ana akım medyada belli değerlerin savunuculuğunu yapmaya çalışan yazarlara saygı, hatta belli oranda sempati duyuyorum. Evet, keşke ekonomik ve editöryel açıdan güçlü bir ?sol basın? olsaydı Türkiye’de ve bu insanlar da ana akıma kaymasalardı, ama mesela ben personel servisinde boynuna giriş kartını (tasmayı) asınca şirketin hissedarı olduğunu sanan Mango-Zara-Sarar rubalı orta sınıf çocuklarının uykularından Umur Talu’nun başlarından aşağı döktüğü buz gibi ?gerçek dünya? suyuyla uyanma ihtimalini seviyorum. Yani mesele yalnızca ?sol basın?da yazan insanların ?hayrına?, yani sıfır Meksika Pezosu’na yazmak zorunda kalması ve emeklerinin karşılığını hiçbir şekilde alamamaları (en azından benim başıma gelmedi) ya da yazılarının her an bir teknik aksaklığa kurban gitme ihtimali değil, ana akımda belli değerleri paylaştığımız (hayır, vicdan demeyeceğim) insanların bir fonksiyonu var. Eğer hayata karşı sağlam bir duruşunuz varsa, girdiğiniz kabın şeklini almazsınız ama biraz aklınız çalışıyorsa okuyucunuzu şöyle bir tartar ve onlara ulaşmanın yollarını ararsınız. Siz aynı insan olabilirsiniz ama Taraf’ta yazdığınız yazıyla BirGün’deki aynı yazı olmaz. Taraf’ta yazma durumunda kalmış bir sosyalistseniz (hayır Roni Margulies’ten değil, kendimden bahsediyorum), sizin sayfanıza gazetenin karakolunun işletmecilerini okuyarak gelmiş zavallıyı o filmlerde gördüğümüz hezeyan bitirici tokatla kendine getirmeniz farzdır. BirGün’de ise mesela Nazım Alpman, Doğan Tılıç ya da Kürşad Kahramanoğlu okuyarak gelmiş okura tokat atmaya çalışmak yalnızca dangalaklık olur.