Real Madrid ve Barcelona’yla beraber İspanya’nın üç büyük futbol kulübünden biri olarak bilinen Atletico Madrid, 1903 yılında Madrid’e okumaya gelen üç Basklı öğrenci ve Madridli arkadaşları tarafından Athletic Club de Madrid adıyla kuruldu. Kulübün kurucularının amacı İspanyol Bask Bölgesi’nin milli takımı gözüyle bakılan Athletic Bilbao’nun İspanyol başkentinde de bir şubesinin bulunmasıydı. Bu nedenle yeni kurulan kulüp Athletic Bilbao’ya bağlandı ve uzun yıllar bağımsız bir kimliği olmadı. Bu dönemde Madrid’deki kulüp Athletic isminin yanı sıra Bilbao’daki kulübün o dönemdeki renkleri olan mavi-beyazı da benimsedi.
Athletic Madrid, bu yıllarda Bilbao’daki ‘hamisinin’ mali desteğinin yanı sıra ekipman yardımına da ihtiyaç duydu. Öyle ki, Madrid’deki Athletic’in maçlarda giyeceği formalar dahi Bilbao’dan geliyordu. Bilbao da o dönemde bu formaları üretebilecek durumda değildi. Mavi-beyazlı formalar İngiltere turnesine gidildiği zamanlar Blackburn Rovers kulübünden satın alınıyor, bu ekipmanın bir kısmı da Madrid’e gönderiliyordu. Tam bu sırada yaşanan bir olay, Athletic Bilbao’nun da, Atletico Madrid’in de tarihinde önemli bir değişime yol açacaktı.
1911 yılında Athletic Bilbao, bir görevliyi kulübe yeni formalar almak üzere İngiltere’ye yollamıştı. Her zamanki gibi Blackburn Rovers’tan mavi-beyaz formalar alınacak ve yeni sezonda kullanılacaktı. Ancak gönderilen yetkili Blackburn yöneticileriyle anlaşamayınca, geleneksel forma ticareti sekteye uğradı. Bilbao’ya eli boş dönmek olmazdı, zira takımın formalara ihtiyacı vardı. Çare olarak karşılarına Southampton kulübü çıktı. Athletic yetkilisi Bask Ülkesi’ne bu kulübün kırmızı-beyaz çizgili formaları ve siyah şortlarıyla döndü. Bu renkler Athletic Bilbao tarafından resmi renkler olarak benimsendi ve günümüze kadar geldi. Athletic Bilbao, bu yeni kırmızı-beyaz çizgili formalardan Madrid’deki şubesine de yolladı, ancak bugün hâlâ bilinmeyen bir nedenle yollanan ekipmana şortlar dahil edilmedi. Athletic Madrid, o yıl Southampton’dan gelen yeni formaları, Blackburn’den kalan mavi şortlarla giydi. Ve böylelikle Atletico Madrid taraftarlarının bugün tutkuyla bağlı olduğu renkler ve forma ortaya çıktı. Kırmızı-beyaz çizgili formalar yatak çarşaflarını andırdığı için Athletic takımı ?los colchoneros? (Hallaçlar) adıyla da anılmaya başlandı.
Formalarda yaşanan bu değişiklik, belki de Bilbao’daki kulüple bağların koparılmasının ilk adımı oldu. İlerleyen yıllarda İspanyol başkentindeki şube ile Bilbao’daki merkezin bağlantıları giderek azaldı. Sonunda, 1921 yılında Athletic Madrid kulübü bağımsızlığını ilan etti. Kaderin bir cilvesi olarak, ?Hallaçlar? bağımsız bir kulüp oldukları ilk yıl Kral Kupası finalinde Athletic Bilbao’yla üstelik Bilbao’da karşı karşıya geldi. Bilbao, Madridli küçük kardeşine boynuzun henüz kulağı geçemediğini o maçta gösterdi: 4-1.
Metropolitan Stadı hizmette
Diğer taraftan kulübün bağımsızlık kararına imza atan başkan Alvaro de Aguilar yönetiminde Athletic Madrid’in kurumsallaşma çabaları da sürüyordu. 1923 yılında kulübün ilk
stadyumu Metropolitan hizmete açıldı. 1929 yılında ilk kez düzenlenen İspanya Ligi’ne davet edilen on takımdan biri olan Atlethic, ilk sezonu altıncı sırada kapadı, ancak bir sonraki sezon on sekiz maçın on birini kaybederek son sırayı aldı ve ilk kez İkinci Lig’e düşmenin acısını tattı. 1934 yılında ligdeki ilk sezonda takımı altıncı yapan İngiliz Fred Pentland tekrar göreve getirildi ve Athletic Madrid ?la segunda?nın şampiyonu olarak tekrar 1. Lig’e döndü.
İç Savaş, Hitler ve Mussolini’nin de maddi desteğini ardına alan Franco’nun galibiyetiyle sona ererken, cumhuriyetinin yanı sıra binlerce insanını da kaybeden İspanya hayata ve futbola geri dönmeye çalışıyordu. İspanya’nın yaşadığı yıkımdan Athletic de payını almıştı. Hapse giren, yaralanan ya da kaçak hayatı yaşamak zorunda kalan futbolcuların olduğu bir ortamda kulübün tek başına ayakta kalması imkânsızdı. 4 Ekim 1939 tarihinde Athletic kulübü, İspanyol Hava Kuvvetleri’nin takımı Aviacion Nacional ile birleşti ve Athletic Aviacion adını aldı. Franco’nun bu dönemde Real’e değil de Athletic’e destek vermesinin arkasında ise Rafael Sanchez Guerra ismini aramak gerekiyor. Real’in İç Savaş döneminde başkanlığını yapan Guerra, inançlı bir cumhuriyetçi olarak Frankist kuvvetler Madrid’e gelinceye kadar başkenti terk etmeyi reddetmiş ve sonunda ağır işkencelerden geçirilmişti.
Ancak ilerleyen yıllarla beraber rüzgâr terse dönecek, 50’lerin sonundan itibaren Avrupa’da başarılar kazanan Real Madrid rejimin takımı haline gelirken, kırmızı-beyazlı Madrid ekibi ise rejim aleyhtarlarının büyük sevgisini kazanacaktı.
İlk şampiyonluk geliyor
Athletic Aviacion liglerin yeniden başlamasıyla beraber futbola fırtına gibi döndü ve 1939-40 sezonunu şampiyon olarak tamamladı. Bir sonraki sezon ise bu başarının üzerinde bir de gol rekoru ekledi. Başarının mimarlarından en önemlisi kuşkusuz İspanyol futbolunun ilk yıldızı olarak anılan Zamora’ydı. Zamora, Espanyol ve Barcelona formalarını giydikten sonra Real Madrid’e transfer olarak, ilk büyük Barça-Real transferini gerçekleştiren futbolcu olmuştu. İç Savaş döneminde ülkeden kaçan Zamora’nın savaş sonrası Athletic Aviacion’la başlayan teknik direktörlük dönemi de futbolculuk dönemini aratmadı. Bu arada Franco yönetiminin demir yumruğundan payını en çok alanlar Basklar ve Katalanlar’dı. Franco, İspanya’da İspanyolca dışında konuşulan bütün dilleri yasaklamış, futbol kulüpleri de bundan payını almıştı. Bu dönemde FC Barcelona’nın adı Club de Fútbol Barcelona olarak değiştirildi, kulübün amblemindeki Katalan bayrağı da kaldırıldı. Athletic Aviacion’un Basklar’dan yadigâr ismi de gözden kaçmadı. 1941 yılında kulüpten ismini İspanyolca yapması istendi ve yeni isim Club Atlético de Aviación olarak belirlendi. Kulübün İspanyollaştırılmış yeni ismi kırmızı-beyazlılara hiç de uğurlu gelmedi. Atletico o yıl şampiyonluğu Valencia’ya kaptırdı. O sezondan sonra şampiyonluk, Franco’ya nazire yaparcasına, on sene boyunca Katalunya’ya, Bask Ülkesi’ne, Endülüs’e, Valencia’ya gitti ancak başkent Madrid’e uğramadı. 1947 yılında Atletico, Hava Kuvvetleriyle yollarını sessizce ayırdı ve Atletico Madrid ismini kullanmaya başladı. Şampiyonluk özlemi çeken Atletico’nun hasretini dindirmek ise bir siyah Faslıya nasip olacaktı.
Madrid’de Ben Barek fırtınası
Larbi Ben Barek, futbolla Kazablanka’nın sokaklarında tanışmıştı. Olimpik Marsilya’da sergilediği futbol, Barek’e henüz özgürlüğünü kazanamamış ülkesinin olmasa bile Fransa Milli Takımı’nın kapılarını açmıştı. Napoli’de Mussolini’nin İtalya’sına karşı ilk kez milli formayı giydi, İtalyan tribünlerinden gelen ırkçı tezahüratlara karşı koyarak oynadığı güzel futbol bir anda Ben Barek’i Fransa’nın sevgilisi yaptı. O artık Fransa’nın ?siyah inci?siydi. 1948 yılında forma giydiği Paris’in Stade Français kulübü, Ben Barek’i 17 milyon frank karşılığında Atletico Madrid’e sattığında bir Fransız gazetesi şunu yazmaktan geri kalmıyordu: ?Zafer Takı’nı satın, hatta Eyfel Kulesi’ni satın, ama ne olursunuz Ben Barek’i satmayın.? Larbi Ben Barek, kısa sürede Atletico seyircisini de arkasına aldı. ?Siyah inci? liderliğindeki takım, 1949-50 sezonunda şampiyonluk kupasını başkente geri getirdi, bir sonraki sezon da şampiyonluğu kimseye bırakmadı. Ben Barek 1953 yılında Marsilya’ya geri döndüğünde arkasında ellinin üzerinde gol, iki şampiyonluk kupası ve binlerce hayran bıraktı. Atletico, Faslı yıldızının yokluğunu hissederken Real Madrid ise Di Stefano, Puskaş, Santamaria gibi yıldızları kadrosunda toplamış, yirmi yıllık şampiyonluk orucuna son vermeye hazırlanıyordu.
Real’in gölgesinde?
Real Madrid’in tarihe geçecek kadar güçlü kadrosu 1954 ve 1955 yıllarında şampiyonluğu kazanmayı başardı. Atletico ise kadrosuna Güney Amerika’dan getirdiği Vava gibi önemli isimleri katmasına rağmen bir türlü Real’e rakip olamıyordu. Real’in Barça ve Bilbao gibi rejimin fazla hoşlanmadığı takımları zirveden uzak tutması ve Avrupa’da gösterdiği başarılar Franco yönetiminin de bu kulübe açık desteğini beraberinde getirdi. 1960’lı yıllarda Atletico iyi kadrolar kurmasına rağmen o yıllar Real’in yılları olarak hatırlanacaktı.
Eflatun-beyazlılar 1961-1966 yılları arasını parsellerken, Atletico’ya ise genelde ikincilik düşüyordu. İspanya’da sürekli Real’in şampiyonluk kutlamalarını izlemek zorunda kalan kırmızı-beyazlılar mutluluğu Avrupa’da aramak zorundaydı.
Glasgow’da tarihi zafer
1960 yılında o dönemdeki ismiyle General Hazretleri Kupası’nı (Franco, Kral Kupası’nın adını böyle değiştirmişti) Real Madrid’i 3-1 yenerek kazanan Atletico, hem ezeli rakibinden hıncını almış hem de Kupa Galipleri Kupası’na katılmaya hak kazanmıştı. Kırmızı-beyazlı takım bu kupada tahmin ettiği kadar zorlanmadı. Sedan, Werder Bremen, Leicester City ve Carl Zeiss Jena takımlarını elerken yenilgi yüzü dahi görmediler. Finalde rakip Macarların Ujpest takımını Can Bartu’nun golüyle eleyen Fiorentina’ydı. Bartu’nun ilk on birde başladığı Glasgow’daki final maçı Peiro ve Hamrin’in karşılıklı golleriyle 1-1 tamamlandı.
O dönemde uzatmalar olmadığı için Stuttgart’ta yeni bir maç oynandı. Bu maçta üstün bir oyun sergileyen Atletico, Miguel Jones, Mendonça ve Peiro’nun attığı gollerle tarihinin tek Avrupa kupasına uzanmayı başardı. Ertesi yıl kadrosundan Peiro’yu kaybetmesine rağmen yine rakiplerini teker teker eleyerek finale gelen takım, Rotterdam’da Tottenham karşısında dağılmaktan kurtulamadı: 5-1.
Kıtalararası Kupa Atletico’nun
Ligde Real’in üstünlüğüyle geçen 1965-75 yılları arasına dört şampiyonluk sığdırmayı başaran, bu arada 1966 yılında yeni stadı Vicente Calderon’a da kavuşan Atletico, 1974 yılında Avrupa’nın en büyük kupasını müzesine götürme fırsatının kapısına kadar geldi. Jose Garate, Javier Irrureta ve Luis Aragones gibi önemli yıldızları kadrosunda bulunduran ?Hallaçlar?ın Şampiyon Kulüpler Kupası ilk turundaki rakibi Galatasaray, Vicente Calderon’dan 0-0 beraberlikle ayrıldığında Madrid’de şaşkınlık yaşanıyordu. Yasinli, Gökmenli, Metinli Galatasaray, Atletico’ya bir sürpriz de İstanbul’da yaptı. Normal süre 0-0 biterken 100. dakikada Salcedo, kırmızı-beyazlıları kurtarıyor ve o maçtan sonra Atletico hiç yenilmeden finale ulaşıyordu. Finalde Bayern Münih’le Heysel Stadyumu’nda uzatmalar neticesinde de yenişemeyen Madrid ekibi, iki gün sonra oynanan ikinci maçta ise Hoeness-Gerd Müller ikilisinin şovu karşısında tutunamıyor ve sahadan 4-0 yenik ayrılıyordu. Atletico o yılı kupasız kapatmasına karşın Bayern’in çekilmesiyle beraber Kıtalararası
Kupa finalinde Arjantin’in Independiente takımıyla karşılaşma şansı yakaladı. Vicente Calderon’daki maçı 2-0 kazanan takım, Arjantin’de 1-0 yenilerek kendi kıtasında kupa kazanmadan bu kupayı müzesine taşıyan tek takım oluyordu.
Jesus Gil’li sansasyon yılları
Franco’nun ölümü ve Kral Juan Carlos’un ülkeyi tekrar demokrasiye döndürmesiyle beraber özgür kalan Bask ve Katalan ekipleri 1980’lerle beraber İspanya futbolunda hâkimiyeti yeniden ele geçirdi. Oynadığı son Avrupa finalinden sonra bir kez daha İspanya şampiyonu olan Atletico ise yirmi yıllık bir suskunluğa giriyordu. Ne Vicente Calderon’un ikinci başkanlık dönemi, ne de eski yıldızları Aragones’in teknik direktörlüğü Atletico için aranan kan olabildi. Sonunda, 1987 yılında yaşanan yönetim krizi Marbella’nın tartışmalı belediye başkanı Jesus Gil’in yolunu açtı. Gil döneminde takıma katılan birbirinden ünlü yıldızlar ve neredeyse günaşırı değiştirilen teknik direktörler 1995-96 sezonunda hem şampiyonluğu hem de Kral Kupası’nı getirirken aslında ?Hallaçlar?ın sevenlerinin yaşadığı nihai güzel günler olarak sonun başlangıcını hazırlıyordu. Nitekim, Jesus Gil’in Marbella’da yaptığı yolsuzluklar nedeniyle hapse girme ihtimalinin belirmesiyle beraber Atletico da krize girdi ve yıllar sonra kırmızı-beyazlılar ?la segunda?nın yolunu tuttu.
İki yıl sonra 1. Lig’e dönen Atletico Madrid, şu an Gil’in sansasyon dolu yıllarından uzakta olmanın rahatlığını artık Real ve Barça’ya rakip olarak bile gösterilmemenin acısıyla beraber yaşıyor. Bugünlerde, kulübün forma sponsoru, rakip firmanın sponsoru olduğu Real’le rekabet edebilmek için kulübü geleneksel çizgili formasından vazgeçmeye zorluyor. Kırmızı-beyazlı formanın tekrar ?para ettiği? günlere dönebilmek için Atletico taraftarının tek bir umudu var: ?Mahallenin çocuğu? Fernando Torres. Ancak ne yazık ki tek çiçekle bahar gelmiyor. Hele de Avrupa’daki her büyük kulüp o çiçeği kendi bahçesine dikmek isterken.
İleride kırmızı-beyazlı çiçeklerin kokusunun Avrupa’yı sarıp saramayacağını ise hep beraber göreceğiz.
İlk Yorumu Siz Yapın