"Enter"a basıp içeriğe geçin

Yazar: Daghan Irak

Andrew Jennings röportajı

FIFA’nın ipliğini pazara çıkaran üstad gazeteci Andrew Jennings’le Eurosport.com Türkiye için yaptığım röportajı ve ses kaydını aşağıda bulabilirsiniz:

2018 Dünya Kupası oylaması öncesi BBC’de yayınlanan belgeseliyle FIFA hakkındaki tüm yolsuzluk belgelerini döken Jennings, Eurosport.com Türkiye’den Dağhan Irak’ın sorularını yanıtladı. İskoç gazeteci, sıradaki belgeler ve planlarıyla ilgili çarpıcı açıklamalar da yaptı.

Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) ve Dünya Futbol Federasyonları Birliği (FIFA)… Bu iki kurum, Olimpiyat ve Dünya Kupası gibi dünyanın en pahalı spor organizasyonlarından sorumlular. Kale gibi binaları, kendilerine tanınmış ayrıcalıkları ve on binlerce dolar maaş alan yöneticileri var. Ancak bu iki kurumun yöneticileri, 67 yaşındaki tonton bir İskoç’tan ölümüne korkuyorlar. Çünkü o adam, Andrew Jennings, hiç beklemedikleri anda karşılarına çıkıyor, elinde belgelerle sorular soruyor. Sponsorlardan, ihale verilen şirketlerden gelen kimi şaibeli ödemeleri ifşa ediyor. Dünya Kupası ev sahipliği oylamasına birkaç gün kala FIFA hakkındaki yolsuzlukları BBC ekranına taşımaktan çekinmiyor. Spor medyası söz konusu olduğunda araştırmacı gazeteciliğin bayrağını o taşıyor. FIFA binasına girmesi yasaklanan tek gazeteci Andrew Jennings’le Eurosport.com Türkiye adına konuştuk.

Bunun adı sınıf savaşıdır!..

Bir süredir gerek kendi internet sitemde, gerekse Taraf’taki köşemde sözüm ona şiddeti çözmek için el birliğiyle yasa çıkartmaya çalışanların dertlerinin aslında şiddeti çözmek olmadığını, yalnızca futbolu istemedikleri unsurlardan temizlenmiş bir rant alanı hâline getirmeye çalıştıklarını yazıyorum. Sporda şiddet denilen şeyin ve çözüm olarak sunulanların son derece ideolojik ve sınıfsal olduğunu ve bu şekilde değerlendirilmesi gerektiğini söylüyorum. Çünkü İngiltere kırsallarından şehre indiği ve oradan dünyaya yayıldığı günden beri futbol hep onu yöneten egemenlerin çıkarıyla, onu seven ve popüler yapan geniş halk kitlelerinin çakıştığı bir alan oldu. Zaten futbolu benim için aynı zamanda bir akademik araştırma alanı hâline getiren de bu, dünyada sınıf savaşının bu kadar kristalleştiği çok az mevzi bulabilirsiniz.

Asıl kural hatası?

Türkiye’deki her basketbolsever gibi benim de Efes Pilsen’le hukukum çok eskiye dayanıyor. Benim hatırlayabildiğim en eski kadroları Lütfi’li, Emir’li, Ömer Saybir’li kadro. Bir de tabii o zamanlar Efes kadar sevdiğim tek takım olan Celtics’in efsanesi Larry Bird’e -şeklen- benzettiğim Scott Roth ve ablamların hasta olduğu Hakan Yörükoğlu var. Sene 1986. Basketbol topu elime sığmıyor, maçları topun üstüne oturup seyrediyorum.

Sen çok yaşa Lefter!

İstanbul’a kutup soğuğunun uğramaya niyetlendiği günlerden biri. Bir taraftan gelen giden haberlere bakarken bir taraftan Atina’da bir sonbahar akşamının hayalini kuruyorum. Gündüz Eksarhiya’da bir kahveye yığılıp, akşam üstü Gazi’ye geçerim, gece de ver elini Marusi, AEK’in maçını seyretmeye. Bir de yenersek değmeyin keyfime.

Atina’nın hülyalarıyla İstanbul’daki ofisin harala gürelesinin birbirine karıştığı bir anda ekranımda ?Evangelismos? yazıyor. Ajanstan gelen bir haberin içinde geçiyor bu kelime. Ama ben bu kelimeyi çok iyi biliyorum yahu, Atina’nın heybetli hastanesi değil mi bu? Hatta Vasso’nun ablası orada pratisyen hekim, kaç kere önünde buluştuk da Üniversite tarafına yürüdük. ?Tamam? diyorum, ?Atina derken kafayı yedik galiba?. ?Ya sabır? çekerek haberi okumaya girişiyorum. Lefter diyor, bizim Lefter, efsane Lefter. ?Evangelismos’ta yatıyor? diyor, ?durumu iyi değil? diyor. Şok olmamak mümkün değil, koca Lefter hastane yatağında. İster istemez kaygılanıyorum ama içimden bir ses de ?merak etme, Lefter oralarda bırakmaz kendini, ne yapar döner İstanbul’a? diyor. Vasso’ya mail atıyorum bir çabuk, ablası ?Ordinaryus?un doktorunu tanıyor mu diye. Dua ediyorum bir yandan, Lefter bir an önce İstanbul’a dönsün diye.

Kuru ve sıkıcı bir 1 Ocak yazısı?

31 Aralık’la 1 Ocak arası, bir yıl içinde bulabileceğiniz en radikal değişime sahne olur. İnsanlar 31 Aralık’ta geride kalmak üzere olan seneden sıkılmıştır, bu tarihin yolunda yöresinde genelde başka bir resmi tatil de olmadığı için bu dinlenme (ya da iyice dağıtma) fırsatını sıkıca kucaklarlar. 31 Aralık, bir koca yılın hayal kırıklığını atmak için de iyi bir fırsattır. İnsana yeniden başlamak için -tutulmayacak- sözler verdirir. Umutludur, insanlar sigarayı bırakmaktan, kilo vermeye, daha az küfür etmekten, daha sakin olmaya kadar bir sürü şeyin başlangıcına bu günde karar verirler. İnsanların belki üstlerinden ishal olmuş kuşlar geçer diye umut ettiği bir gündür bu. Milli, gayri milli, evrensel ve kişisel piyangoların vurmasını beklemenin beynelmilel bayramıdır o gün.

Bu bir spor yazısıdır!

Bayrampaşa Cezaevi’ni cehenneme çeviren ?Hayata Dönüş Operasyonu?nun üzerinden on yıl geçti. Davada yalnızca erler yargılanırken emirleri veren komutanlar iddianame dışında tutuldu. İddianamede büyük eksikler ve maddi hatalar var. Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, operasyonun bir ?devlet kararı? olduğunu açıkça itiraf ettiği hâlde yargılanmıyor.

2004’te Mardin Kızıltepe’de 12 yaşındaki Uğur Kaymaz, ?terörist olduğu iddiasıyla? öldürüldü. Kaymaz’ı öldüren polisler beraat etti, Yargıtay kararı onadı.

FIFA’nın futbolu, aslında kimin futbolu?

İki hafta önce FIFA ve Dünya Kupası oylaması konusuna bir virgül koyarken, kapitalizmin ?piyasanın görünmez eliyle düzenlenen? bir yapı olmaktan çok öte olduğunu, düzenin içindeki egemen aktörlerin çıkar örgüsü üzerinden şekillendiğini söylemiştim. Serbest piyasa sıklıkla iddia edildiği gibi basit bir arz-talep düzeneği üzerinden nadiren işler. Devletlerin, çok uluslu şirketlerin, egemen sınıfın kendi aralarındaki çıkar ilişkileri, serbest piyasa içindeki dengenin -şüphesiz buna denge denebilirse- daimi belirleyicileridir.

Gözleri vardır görmezler, kulakları vardır duymazlar…

Aslında geçen hafta FIFA ve benzeri spor yönetim mekanizmalarının ezeli-ebedi çürümüşlüğünün sınıfsal temellerinden bahsetmeye söz vermiştim. Ancak, ülkemizin gündemi iki dakika rahat durmadığı için bu konuyu bir hafta ötelemeye karar verdim.

Beşiktaş-Bursaspor maçı öncesi çıkan olaylar, memleketin futbol kamuoyunda tam beklendik ve bildik şekilde yer buldu. Bir tarafta kan kokusu almışlığın dizginlenemez vampirik iştahıyla kanlı fotoğraflar sağa sola servis edildi, ekranlarda dakikalarca döndürüldü, dev poster tadında sayfalara basıldı, ?resimleri için tıklayınız? pornografisine alet edildi. Diğer tarafta bunları yapanlar sanki kandan beslenen kendileri değilmişçesine timsahî göz dolmuşluğu eşliğinde asayiş bekçiliğine soyundu ve sporda şiddetin nasıl önleneceğine dair naftalin kokulu reçeteler sundular. İlk yapılanı cezalandıracak bir metafizik kuvvetin olduğunu umuyor, ikincisinden bahsetmek istiyorum.

Y.B.D.A

Her şey yanlış bir öğüde uymasıyla başladı.

Hayatı boyunca züccaciye dükkanına bob kızağıyla dalan bir filin kırabileceği bardak kadar pot kırmış, dünyanın akciğerlerini tıkayacak kadar çam devirmişti. Arkasında büyük bir toz bulutu bırakarak ilerliyordu ama yine de onu tanıyanlar onun aslında iyi bir insan olduğunu bilirlerdi. En azından dürüsttü. Sonra bir gün herkesle iyi geçinmesi gerektiği söylendi kendisine. Bunun için de düşündüğünü kendisine saklaması gerekiyordu. ?İyi? dedi kendi kendine, ?hiç değilse daha az kalp kırarım.?