İki gün önce Şili?deki o meşhur madende, o herkesten uzakta ve aşağıda mahsur ve mahrum bir hayatı yaşayan cesur adamların mecburi evinde bir heyecan vardı…
İki gün önce Şili?deki o meşhur madende, o herkesten uzakta ve aşağıda mahsur ve mahrum bir hayatı yaşayan cesur adamların mecburi evinde bir heyecan vardı…
Bugün biraz taktik ifade eden rakamların fetişleştirilmesinden bahsetmek istiyorum. Malum, güç dengeleri sıkı sıkıya kurulunca büyüklerin dalaşında galibi belirlemek için sahaya yapılan müdahalelerin önemi de…
1970’lerin sonunda, iflas eden kapitalist Britanya’nın sosyal çöküntüsüne karşı isyan bayrağını açan punklar, yarattıkları Kendin Yap (Do-It-Yourself veya DIY) (est)etiğiyle serbest piyasanın kendisi için ürettiklerini reddetmiş ve kendi kültür ürünlerini -ve tabii haberlerini de- kendisi üretmeye başlamıştı. Kuralsız gibi gözüken ama kendi içinde bir tutarlılığa dayanan ve kapitalizme -iktidara- teslim olmamayı şiar edinmiş bir hareketti bu. O güne kadar süje olarak görülen, mesajın alıcı tarafındaki edilgen insanın mesajı üretmeye başlaması, her türlü sosyal iletişimin biçimini sonsuza dek değiştirdi. Internet üzerinde tutulan günlükler, yani bloglar günümüzde Kendin Yap estetiğinin temsilcileri olarak karşımıza çıkıyor. Herhangi birinin, ücret ödemeksizin, özel teknik yeteneklere sahip olmasına gerek olmaksızın Internet üzerinde üretim yapmasını sağlıyor bloglar. Bu bakımdan da Kendin Yap’ın önemli koşullarını sağlıyorlar. Türkiye’de özellikle futbol alanında bloglar çok hareketli ve sürekli artan bir üretim var.
Boronkay, Beslen, Çukurova, Tofaş, Paşabahçe, Petrolofisi, Jet-Pa, Eti, Nasaş, Netaş, Meysu, Tuborg, Mis Süt, Vestel, Sönmez Filament, Kombassan, Arçelik, Salat… Merak etmeyin, gizli reklam yaparak köşe üzerinden yolumu bulmaya çalışmıyorum, zaten beceremem. Türlü meczuplukla süslenmiş bir laf salatasının peşinde de değilim, zira meşhur ve meşum bir gazetenin üçüncü sayfasının köşe baykuşu değilim. Türkiye sporunda nalları dikmiş sponsorlukların hesabını yapıyorum. İlk elden bir yirmi tane çıktı, daha da yazılır ya neyse…
Sporla hayatı birleştiren bağları didiklemeye niyetliyseniz eninde sonunda – ama mutlaka- “yeni icat çıkarmakla” suçlanırsınız. Sporun hayatın farklı alanlarındaki kökleri istediği kadar aleni ve hayati olsun, birileri çıkar ve “cık cık cık” ritmi eşliğinde aynı şarkıya başlar. Bazen karşınızdakinin o kadar rahatsız olduğunu hissedersiniz ki, aslında bir damara basmakta olduğunuzu ister istemez fark edersiniz. “Bir kadın çıkardınız, olmaz bayandır o” diyen kaşlarını çatan federasyon başkanının ya da veteran spor yazarının öfkesi, “dünyanın en şaşkın penaltısı, bayandan” diye başlık atan spor sitesinin “oh bayan yapmış, oh kadınlar futbol oynayamaz” minvalli isteri krizi, “spora politika sokmayın arkadaşım” diye söylenen anonim kardeşler korosunun hiddeti bu rahatsızlığın kaynağını merak ettirir.
Fenerbahçe’nin UEFA Avrupa Ligi’nde Yunanistan’ın PAOK ekibiyle eşleşmesi, gözleri Selanik’in siyah-beyazlı takımına çevirdi. PAOK’un İstanbul kökenli bir kulüp olması bu iki maça gösterilen ilgiyi de oldukça arttırdı.
Türkiye ve Yunanistan arasındaki benzerlikler ve farklılıklar, milliyetçilikler yüzyılının kanlı tarihiyle birleştiğinde güvensizlikler ve gerginlikler şeklini alıyor. Ancak bir yandan da iki tarafın birbirine duyduğu karşı konulmaz bir merak var. PAOK hakkında da Türkiye’de tevatür çok; Beşiktaşlı oldukları için amblemlerinin kartal olduğundan tutun da, taraftarlarının Sırbistan’daki Partizan’a neo-nazi oldukları için sempati duyduğuna kadar. Hatta PAOK’un K’sinin Konstantinoupoli olmasını kulübün İstanbul’u geri almak amacıyla kurulduğunun delili sayanlar bile var.
Duymuş olabileceğiniz gibi, Kuzey Kore’yle ilgili bir haber Batı medyasında geniş yer buldu. Habere göre, Dünya Kupası’nda Portekiz’den yedi gol yiyen Kuzey Kore Millî Takımı…
Geçen hafta bu köşede kadınlar futbolundan bahsetmiş, yazının sonuna virgülü bu hafta bu kategorinin Türkiye?deki durumunu konuşmaya söz vererek koymuştum. Tam yeri, tam zamanıdır, başlayalım.
Dünya futbolunda iki önemli altyapı akımı var, kadınlar futbolunda da bu böyle. Birincisi, yetenek taramalarıyla elit futbolcu adaylarını tespit etmek ve bunları pilot takımlar hâline getirerek millî takıma dönüştürmek üzerine kurulu. Bu sistemin çok ciddi açmazları var. Çünkü altyapıdaki çocukları 13-14 yaşında geleceğin A millî takımı olarak görmek, üzerlerinde müthiş bir baskı yaratıyor ve onları rekabetçi spora erken başlatıyor. Bu koşulsuz başarı için yapılıyor. Alt yaş kategorilerinde şampiyon olup şişinmek için yani. Birileri kendi özgeçmişleri kabarsın diye çocukların futbol hayatını ziyan ediyor, ama olsun.
Erkeklerin Dünya Kupası, keçiboynuzu tadında bir finalle veda ederken sezonun en sevdiğim bölümlerinden birine geldik. 20 Yaş Altı Kadınlar Dünya Kupası, Almanya?da başladı. Kadınlar futbolunu…
Kürke Hayır Platformu’ndan dostum sevgili Ezgi Aktaş’ın mailini aktarıyorum: Degerli arkadaslar, Sevimsiz bir olaydan sizi haberdar etmek icin yaziyorum. Arkadasimiz Ozan Berberoglu’nun annesi ve kuzeni…