Spor spikeriyseniz ve olimpiyat oyunlarını nakledecek bir kanalda çalışacak kadar şanslıysanız, 366 gün süren yıllar sizin için başka bir anlam ifade eder. Çünkü o yıllar olimpiyat yılıdır ve ?dört yılın sultanı? bir ay -ki bu yıl Ağustos’a denk geliyor- zihninizde işaretleniverir. Atina’yı kaçıran, Torino’nun ise açılış törenini anlatma şerefine nail olan bendeniz için de kuşkusuz…
Yazar: daghan
Partizan: Tito’nun rüyasıydı
Mareşal Josip Broz’un, daha çok bilinen ismiyle Tito’nun bir rüyası vardı. Yugoslavya ülkesindeki tüm bölgeleri etnik ve dini farklılıklara dayanmaksızın özerk ve eşit olarak bir arada yaşatmak. Ustaşilerin etnik temizlik harekâtlarını, Nazi bombardımanı altındaki Belgrad’ı yaşayan Sırplar, Boşnaklar, Hırvatlar, Slovenler, Makedonlar ve Karadağlılar Tito’nun rüyasına inandılar ve Federal Yugoslavya Halk Cumhuriyeti çıktı ortaya. İkinci Dünya…
Ligue 1: Taşra merkeze kafa tutuyor!
Fransa için vatandaşları çoğu zaman ?Paris ve diğerleri? der. Kuşkusuz Parisliler başka, taşralılar başka imâlar yükler bunu söylerken. Gerçekten de merkeziyetçiliğin de merkezi varsa dünyada, burası Paris olsa gerektir. Ne olursa Paris’te olur, oradan yayılır. En köklü devrimlerden, en uçucu modalara kadar genellikle böyledir bu. Söz konusu futbol olduğunda da meşin yuvarlağın ülkedeki ilk muhitini…
Fortuna Düsseldorf: Talihsiz talihli
Fortuna Imperatrix Mundi, Türkçesiyle ?Dünyayı Talih Yönetiyor.? Dünyanın en önemli kantatlarından biri olan ?Carmina Burana?da böyle diyordu işte Alman kompozitör Carl Orff. Başlıca öznesi yuvarlak olan ve istediği yöne gitmekte her zaman özgür kalan futbolu da çoğu kez talihin yönettiğini söylemek yanlış olmasa gerek. Öyle ki, dünyanın en yetenekli futbolcuları bile uğur denemekten geri kalmıyor….
benim güzel süpermarketim
Hava sıcaklığının bin dereceyi zorlamakta kararlı olduğu bir günün akşamında yorgun argın, ter içinde eve dönüyorum. Bakkaldan bir şeyler almam lazım ama bu beraberinde bakkaliye sahibiyle yapılacak zorunlu bir muhabbeti de getiriyor, ki ben bunu kaldırabilecek durumda değilim. Evin arka sokağına dalmaya karar veriyorum, orada bir süpermarketin var olduğunu ısrarla kapıma tıkıştırdıkları indirim ilânlarından biliyorum,…
lazar abi?nin yeri
Sabahın kör bir vakti çıktım St. Lazare Meydanı’na. Burası tam bir meydan sayılır mı bilemiyorum, St.Lazare Garı’nın önünden geçen iki koca caddeyi ve ortasındaki parka benzer boşluğu meydandan sayıp bir de üstüne garın adıyla taltif etme eğilimim var. Bütün bunları yaparken çantamdaki haritayı çıkarıp meydanın (meydansa tabii) gerçek adına bakmıyorum, sağdaki soldaki tabelalara da gözümü…
dikloro difenol trikloroethan
Kedi mutfağa giriyor, ocağın arkasına kaçıyor. Çekmeceden bir naylon torba alıp ses çıkarıyorum. Hemen ocağın arkasından çıkıyor, alıp mutfaktan dışarı atıyorum. Her seferinde bu numaraya kanmasına inanamıyorum. Kedinin mutfağa girmesi yasak, çünkü yerleri düzenli olarak ilaçlıyorum. Mutfak kapısının bir tarafında hayvanlar ölüyor, diğer tarafında ise bir başka hayvan pahalı mamalarla besleniyor. Evde kimin yaşayıp, kimin…
susss?
İçimde biriken her şey öylesine gururla susuyor ki, kendime yaptığım hiçbir işkence onları konuşturmayı başaramıyor.
limonata ve supangle
Masada oturuyorsun… Önünde bir bardak limonata ve bir kase supangle var. Tıpkı yirmi sene önce olduğu gibi. O zamanlar küçüktün şüphesiz, kot şortun, cırtcırtlı ayakkabıların, üç çizgili beyaz çorapların vardı.
dalbudak
Saat geceyarısını bir hayli geçmişti. İkisinin de gözünden uyku akıyordu. Telefondaydılar. ?Senin sevgilin olamazsam öleceğim? dedi adam. Bunu söylerken sitem yoktu sesinde, kırgın değildi, tehditkâr hiç değildi. Panik ya da dehşet de yaşamıyordu, erken öleceğini öğrenmiş, ne kadar isyan etse de bunun değişmeyeceğini kabullenmiş herkesin vâkurluğunu taşıyordu. Üzüldüğü belliydi yine de.