Normal şartlarda (bu ifadenin altını kalın harflerle çizmek gerekiyor) Türkiye, 14 Mayıs’ta demokrasi tarihindeki en büyük başarısına imza atacak ve mafyalaşmış bir parti-devlet diktasını, hak ettiği yere, yani tarihin çöplüğüne gönderecek. Üstelik seçimle, hatta hatta tamamen diktanın devamı için dizayn edilmiş koşullarda.
Bunun hayali bile insanın içini açıyor, Abdülhamid’in istibdat rejimi 1908 Devrimi’yle çöpe atıldığından beri demokrasi talebi böyle büyük bir ittifakla seslendirilmemişti zira.
Ben, Türkiye toplumunun demokratik kültürünün -tüm zaaflarına rağmen- hakkının yendiğini düşünüyorum. Modern Türkiye projesinin ete kemiğe büründüğü 1908’den beri, uğruna ağır bedeller ödenerek öyle ya da böyle canlı tutulmuş bir demokrasimiz var. Bizi, Ortadoğu’daki komşularımızın akıbetine uğramaktan koruyacak bir şey varsa o da bu zaten. Darbecilerin bile açıktan seçim sonucu değiştiremediği, tarihinde bir kez yaşanan seçim iptalinde ise halkın tokadının muktedirin suratında patladığı bir ülke Türkiye. Her şeye rağmen, bir yanımız bahar bahçe… O baharın umuduna tutunmak lazım.
Bu köşeden Altılı Masa projesini çok eleştirdim, daha da eleştirsem yeridir. 1908 Devrimi ruhuyla herkesin el vererek yaratması gereken demokratik kurucu meclis, bir avuç sağcının koltuk pazarlıklarına kurban edildi. Bunda en büyük hata, Kemal Kılıçdaroğlu’nundu. Kılıçdaroğlu ve CHP liderliği, parmak hesabı demokrasisine kendini kaptırdı, ‘Oradan üç, buradan beş oy gelse, karşılığında iki bakanlık, bir leğen, altı da mandal versem’ hesaplarında kayboldu.
İşte Türkiye demokrasisine ilk paragrafta yazdığım buruk aşk mektubunu haklı çıkaran bir nedene de tam bu noktada denk geldik. Kılıçdaroğlu ve sağcı saz arkadaşları, kuru ve soğuk bir reelpolitik hesapçılık üzerinden giriştiği projeden ihtilaftan başka bir şey çıkaramadı. CHP lideri kendi kendine girdiği hesaplardan çıkmak için, Gezi’de cisimleşen toplumsal muhalefete yüzünü dönmeye mecbur kaldı. Bunu yapınca kendi de rahatladı, siyaset üretmeye başladı. Milliyetçi Cephe hayalleri kuran derin devletperverleri öyle bir panikletti ki Meral Akşener’in zamansız hamlesi geldi. Ben buna ‘erken öten horoz darbesi’ diyorum.
Kılıçdaroğlu’nun, kendine Akşener ve İYİP tarafından düzenlenen darbe girişimini hasarsız, hatta güçlenerek atlatması, içinde yaşadığımız hikâyenin belki de en önemli kırılma noktası. Kemal bey, bu sayede kendisini soktuğu kayıkçı kavgasından çıktı, daha önce bir yazımda bahsettiğim gibi kimsenin adayı olmayıp herkesin adayı oldu. Bunu başarabilmesinin en büyük nedeni, partilerarası pazarlıkları pas geçip halkla konuşmaya başlaması. 13’üncü Cumhurbaşkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun meşruiyeti Altılı Masa’dan değil, Türkiye halklarının ihtiyaçlarından geliyor. Onu güçlü yapan da bu.
Diğer tarafa baktığımızda, mevcut idarenin paniği de kendi politikasının küflenmişliğinden geliyor. Kılıçdaroğlu, partilerin değil halkın dilinden konuşmaya başladı başlayalı, karşı cephenin hamleleri daha da çaresiz bir görüntü çiziyor. Zira Cumhur İttifakı, yakın zamana kadar haklı olarak ‘yamalı bohça’ diye dalga geçtiği Millet İttifakı’ndan daha acıklı bir durumda. Kılıçdaroğlu, halka seslendikçe karşı taraf parmak hesabını tutturmak için daha da bedbaht çabalara girişiyor. Hizbullahçılarla fanatik ulusalcıları, Erbakan’ın oğluyla 28 Şubatçıları aynı ittifaka istifleme çabası, eskiden yüzüne bakmadığı isimlerden gelen ret cevaplarıyla daha da feci bir hâl alıyor. İş devlete kapılananlara ve düpedüz meczup trollere kalıyor.
Bugün Kılıçdaroğlu’nun adaylığı halk iradesini, karşı tarafın adaylığı ise eli sopalı, hesap vermez, ceberrut devleti temsil ediyor. 14 Mayıs’ta Türkiye halkları, geleceğinin demokraside mi yoksa faşizan bir devlet distopyasında mı olduğuna karar verecek.
Ben, bütün arazlarına rağmen, 115 yılda var ettiğimiz Türkiye demokrasisini koruyabileceğimize inanıyorum. Bu yolda, kimin nerede, ne pozisyon alacağı, hiç kuşkusuz tarih tarafından not edilecektir.
Bu yazı ilk olarak https://www.diken.com.tr/bahar-devrimine-ceyrek-kala/ adresinde yayımlanmıştır.
İlk Yorumu Siz Yapın