Amerika’dan bir spor hikayesi daha anlatırsam adım ?Amerikancı?ya çıkacak. Daha önce adım neler nelere çıktığı için sorun değil, bu hikayeyi mutlaka anlatmam lazım.
Hikayemiz ?peynir eyaleti? Wisconsin’in mütevazi şehirlerinden Green Bay’de başlıyor. 1919’da bu şehirde Amerikan futbolunun günümüzde hâlâ var olan en eski takımı Packers kuruluyor. İlk yıllarda sponsor desteğiyle yürüttükleri kulüp, dördüncü yılında karaya oturuyor. Diğer profesyonel takımlarının yaptığını yapıp kulübü büyük yatırımcılara satmak tek çıkar yol gibi gözüküyor. Ancak şöyle bir sıkıntıyla karşılaşıyorlar; hiçbir yatırımcı Packers’ı 100 bin nüfuslu Green Bay’de tutmak istemiyor. Çünkü Green Bay, her şeyiyle bir ?küçük balık? ve serbest piyasanın ?büyük balık?ları küçükleri yalnızca servis tabağında dilimlenmiş vaziyette seviyorlar.
Green Bay’liler sevdikleri takımlarını satmak ve taşınmasını izlemek yerine, kulübü tüm halka açıyorlar. Şehrin halkı kenardan köşeden bulup buluşturduklarıyla Packers’ın ?hisse?lerini alıyor ve kulübü kurtarıyor. ?Hisse? dediysem bunlar öyle bugün öfkeli halkların işgal ettiği Amerikan borsalarında elden ele gezenler gibi değil, nominal bir değeri yok, kar payı dağıtmıyor, yalnızca kulüp üyeliği ve oy hakkı sağlıyor. Yani aslında kapitalizmin gözünde o hisseler yalnızca birer kağıt parçası. Ama işte o kağıt parçaları Packers’ın günümüze kadar gelmesini sağlıyor. Kulübün şu anki yapısını kaybetmemesi ve zengin takım sahiplerinin eline geçmemesi için her şey düşünülmüş, her ne kadar NFL kurallarına uymak için şirket olarak gözükseler de kâr amacı gütmüyorlar. Packers, her zaman Green Bay’lilerin kalıyor. Bir gün kulüp satılsa bile, gelecek para şehir halkının yararına kullanılmak üzere bir vakfa devredilecek. Üstelik bu modelle Amerikan futbolunun en büyük hanedanlıklarından birini oluşturup küçücük şehrin adını ?Titletown?a yani ?şampiyonluk şehri?ne çıkarıyor Packers. NFL’de son şampiyon yine onlar. Bu yıl da şu ana kadar yenilgisizler.
Green Bay’in kapitalizmin beşiğinde yıllardır başarıyla dalgalandırdığı bayrak için ?sosyalizmin bayrağı? demek çok abartılı olur. Ancak serbest piyasanın cirit attığı bir ülkede, paranın en hakim olduğu alanlardan birinde kapitalizm harici bir yapıyı yaşatması yine de görmezden gelinmemeli. Avrupa’daki futbol kulüpleri, böylesi bir modelden fersah fersah uzaktalar. Para babalarına değil, halka ait bir kulüp bugün Türkiye’deki taraftarlar için çılgın bir rüyadan fazlası değil.
Özel bir adam
Packers’tan bahsetmişken takımın oyun kurucusundan, yani bu geminin sahadaki kaptanından bahsetmemek olmaz. 1983 doğumlu Aaron Rodgers, buz gibi Green Bay’den çok uzakta Kaliforniya sıcağında büyüyor. Okuduğu lisede bir Amerikan futbolu quarterback’inin (oyun kurucusunun) kırabileceği tüm rekorları alt üst ediyor. Üstelik not ortalamaları ve SAT (Amerikan ÖSS’si) skorlarıyla parlak bir öğrenci profili çiziyor. Ancak tek bir üniversite bile Rodgers’a burs vermek istemiyor, çünkü kilolu bulunuyor. Aaron Rodgers bu dönemde üniversitelerden gelen bütün ret mektuplarını saklıyor. Bizde üç aşağı beş yukarı meslek yüksek okullarına denk gelen Community College’lardan birine gidiyor. Orada da rekorlara imza atınca ikinci senesinde Kaliforniya Üniversitesi tarafından alınıyor.
Rodgers’ın sıkıntısı NFL Draft’ında da sürüyor. Üniversite performansının parlaklığına rağmen ilk sıralardan seçilemiyor. Kader onu birinci turun 24. sırasında Green Bay’le buluşturuyor. Kendini bir anda bir Packers efsanesi olan Brett Favre’ın yedeği olarak buluyor. Favre emekli olduğunda ise bir anda birinci oyun kurucu oluyor. Favre’ın geri dönmeye niyetlenmesi üzerindeki baskıyı arttırıyor, taraftarlar ?Favre’ı istiyoruz? pankartları açıyor. Ama Rodgers yılmıyor. Önce Green Bay taraftarının gönlünü kazanıyor, sonra da 2010 finalini.
Şişman diye kimsenin almadığı yıldızı, ?Amerikan rüyası?na taban tabana zıt başarı hikayesiyle Green Bay Packers ?başka bir Amerika mümkün? diyor.
Peki Avrupa’da, Türkiye’de Green Bay’ler mümkün mü, onu da taraftarın iradesi gösterecek.
İlk Yorumu Siz Yapın