Hava sıcaklığının bin dereceyi zorlamakta kararlı olduğu bir günün akşamında yorgun argın, ter içinde eve dönüyorum. Bakkaldan bir şeyler almam lazım ama bu beraberinde bakkaliye sahibiyle yapılacak zorunlu bir muhabbeti de getiriyor, ki ben bunu kaldırabilecek durumda değilim. Evin arka sokağına dalmaya karar veriyorum, orada bir süpermarketin var olduğunu ısrarla kapıma tıkıştırdıkları indirim ilânlarından biliyorum, fiyatları hakikaten de fena değil, ?bu sefer de oraya gideyim, yerini elbet el yordamıyla bulurum? diyorum. El yordamına gerek kalmıyor, düzgünce yerleştirilmiş oklar var, sokak başından itibaren yönlendirmeye başlıyor. Evimin arka sokağına daha önce hiç gitmemiştim, bu sokağın varlığını şimdi keşfediyor olmak bana tuhaf geliyor. Modern zamanlarda devasa bir şehirde yaşamak zaten tuhaf bir şey, koltuğumda ayaklarımı uzatıp Guggenheim Müzesi?nde bir tur atabiliyorum ama arka sokağın varlığını keşfetmem aylar alıyor.
Marketin kapısına geliyorum, alışveriş arabaları birbirinin içine itinayla geçirilmiş, çıkartmak için arabanın jenital organına bir lira sıkıştırmak gerekiyor. Arabaların yanına yaklaşıp para deliğini gördüğüm andan itibaren içimi bir stres kaplıyor, ancak daha ?hasiktir şimdi nereden bulacağım buna tıkıştıracak bir lirayı? sorusunun ?has? kısmındayken yeşil beyaz dikine ve ince çizgili gömlek giymiş market çalışanı yaklaşıyor, bana bir liralık gıcır gıcır bir madeni para uzatıyor, paranın sarısı ayrı beyazı ayrı parlıyor. ?Buyrun? diyor market çalışanı, para bir şey demeksizin parıldıyor, para suskun kalınca yeşil beyaz diş macunu aromalı eleman devam ediyor, ?çıkışta arabayı bırakırken
parayı teslim edersiniz?. ?Vay be? bile diyemeyerek markete giriyorum.
Markette de yeşil beyaz bir atmosfer hâkim. Girer girmez sağ tarafta ekmekler duruyor, üzerinde ?aman ekmeğinizi almayı unutmayın? yazılı bir tabela var. Aman ekmeğimi almayı unutmadan elimi atıyorum, ekmeklerin alttan ısıtılmakta olduğunu o an fark ediyorum. İçimden ucunu ısırmak geliyor, tam o sırada ekmeğin içinde bulunduğu kese kağıdının üzerindeki yazı gözüme çarpıyor, ?market içi tüketiminiz için 25 gramlık mini ekmeklerimizi deneyin. Marketimizin hediyesidir.? Gerçekten de mini mini francalalar mevcut kenarda bir sepette, sanki normal ekmeğin iki ucu kesilip birbirine eklenmiş gibi. Sepet de alttan ısıtılıyor, ekmekler sıcacık. Hemen bir tane
alıp kemirmeye başlıyorum.
Market içinde ?her markette olduğu gibi- bir müzik hâkim, lâkin bu müzik diğer marketlerden alıştığım müziklere benzemiyor, ne seksenli yılların senelerdir duymadığım hit parçaları, ne de James Last Orkestrası var. O sırada bir anons duyuyorum, ?Alışveriş sırasında dikkatinizin dağılmaması için marketimizde yalnızca atonal müzik çalınmaktadır. Tasarruflu ve dikkatli alışverişler dileriz?. Bir ?Allah Allah? çekip cebimden listemi çıkarıyorum, camsil almam gerekiyor, tamam alırız. Deterjanların olduğu reyona gidiyorum. Yolda hiçbir yaşlı müşteriye çarpmıyorum, çünkü reyonların arasında emekliler için özel şerit ayrılmış, o taraftaki raflarda da karşı taraftaki raflarla aynı ürünler var, ama raflar daha alçak, 1.60’dan kısa boydakiler için özel raflar düşünülmüş. Temizlik malzemeleri reyonuna geldiğimde beni daha önce görmediğim markalar karşılıyor. Başka marketler de kendi markalarını ürettiği için çok garibime gitmiyor. Turuncu renkli bir şişede ?silcam?ı buluyorum, üzerinde çeşitli yazılar var. ?Bir lira bedava? yazıyor, şişenin kenarına madeni bir lira bantlanmış. Ayrıca daha küçük puntolarla başka bir yazı var: ?Ekstra parlatır. Camlarınızın parlaklığına inanamayacaksınız. Silcam?ı kullandıktan sonra camlarınıza bakabilmeniz için güneş gözlüğü hediye?. Gerçekten de şişenin arkasında plastik güneş gözlüğü var, pembe simli çerçeveli, camları da kırmızı. Sepete atıyorum.
Dibini sıyırabilmem için otuz santimetre saplı plastik kaşık hediyeli cam şişe ketçap, bittikten sonra boş kalan kukası suda eriyebilen tuvalet kağıdı ve çaya batırınca parçalanmayıp yüzebilen pötibör bisküvi aldıktan sonra kasaya yürüyorum. ?Evinde kedisi bekleyenler için ekspres kasa?, ?çişi gelip acilen eve koşturması gerekenler için özel kasa? ve ?ben iki saat bozuk para arayıp herkesi bekletmem, işim hemen biter diyenler için hızlı kasa?yı geçip dört numaralı kasaya yazılıyorum.
Kimse yok, yeşil beyaz modasının sıkı takipçisi esmer kasiyer kız hemen şak şak geçiriyor barkoddan ürünlerimi, bir tanesi bile takılmıyor, hesabım hemen kasanın fosforlu ekranına yansıyor; üç lira kırk yedi kuruş. Bir buçuk lira para üstü beklentisiyle beş lirayı kıza uzatıyorum, ancak kız kasadan üç tane gıcır gıcır bir kuruşluk çıkartarak bir lira elli üç kuruşu avucuma sayıyor. ?Bir kuruş hâlâ geçiyor mu?? diye hayretle soruyorum, ?Merkez Bankası?ndan özel getirtiyoruz? diyor yeşil beyazlı kız, ?ayrıca bize bir kuruşluk madeni para veren müşterilerimize on kuruşluk hediye çeki veriyoruz? diye de ekliyor. Tam teşekkür edip kasadan ayrılıyorum ki, kız arkamdan sesleniyor, ?beyefendi bakar mısınız??. ?Tamam? diyorum, ?şimdi bir terslik çıkacak?. İstemeye istemeye dönüyorum, kız bana ?hesabı beş lirayı geçmeyen müşterilerimize özel hediyelerimiz var? diyor. ?Sigarayı bırakmanızı sağlayabiliriz, en çok gitmek istediğiniz ülkeden vize almanızı garanti edebiliriz, ya da hayatınızın aşkıyla tanışabilirsiniz?. Markete girdiğim andan itibaren içimde peydahlanan ve giderek zirveye doğru tırmanan ?yok deve? hissinin de etkisiyle ?hayatımın aşkıyla tanışmak istiyorum? diyorum, ?bana onu getirin?. Kasiyer kız gülümsüyor, önündeki mikrofona eğilip benim duyamayacağım bir şeyler söylüyor, sonra bana dönüp ?özür dilerim iki dakika
bekletiyorum? diyor. O sırada kumral dalgalı saçları ve muhteşem vücudunun farkında değilmişçesine utangaç bakışlı bir kız elinde bir torba kendi kendini temizleyen kedi kumuyla yanımda beliriyor. Ben daha ağzımı açamadan ?benimle bir kahve içmek istemez misiniz?? diye soruyor, elimden tutuyor, marketten açık ağzımla gülümsemeye çalışarak çıkıyorum.
Üç ay sonra evleniyoruz, başta her şey çok iyi gidiyor, ancak sonra her şey sarpa sarıyor. Önce pasaportumu alıp sahte kimlik mafyasına satıyor, pasaportumla işlenen suçlar yüzünden Rusya?nın kara listesine giriyorum, St.Petersburg?a gitmek hiç kısmet olmuyor. Daha sonra eşyalarımı bir gecede taşıtıp beni terk ediyor, üzüntüden sigaraya başlıyorum; akupunktur, nikotin bandı, motivasyon kasetleri, hiçbir şey fayda etmiyor. Şansımı yeniden denemek için markete geri dönmek istediğimde, yerine büyük market zincirlerinden birinin şubesi açıldığını görüyorum. Cebimde otuz kuruşa çevirmek için sakladığım üç kuruşla kalakalıyorum. Aklıma James Last?ın Boney M
düzenlemesi takılıyor, mecburen mahallemin bakkalına doğru yürüyüşe geçiyorum.
süper :<)