Sevgili okuyucu,
Zaman zaman sen de seninle kafa bulunduğunu düşünmüyor musun? Bence zaman zaman düşünme, her zaman düşün.
Şöyle düşün mesela.
Senin memleketinde deprem oluyor. Yüzlerce kişi hayatını kaybediyor, ki kaç kişinin öldüğünü de tam olarak bilemiyorsun. Yardım yapıyorsun, yerine gidip gitmediği belli değil. Devlet kendi aciz kaldığı yetmiyormuş gibi, oradaki seçilmiş yöneticilerin de çalışmasını engelliyor. Kızılay, her zamanki gibi para sayarken iyi de, çadır dağıtırken o kadar parlak değil. Van’ın soğuğuna, Ağustos’un ortasında İzmit’e kondurduğu çadırın aynısını kondurup gidiyor. Hoş, yedi tepeli İstanbul’a yayvanlığıyla meşhur Hollanda’nın hayatında yokuş çıkmamış metrobüsünü alıp gelen yönetim zihniyetine o çadırlar saray geliyor ya neyse.
Deprem gecesi, üstelik kendi muhabirleri de enkaz altındayken, haber kanalları isyan eden vatandaşların sesini yayından alıyor bir telaş. Stüdyoya dönülüyor, yine masalar, yine masalarda konuşan kafalar. Haber veremez hâle gelince, geyiğin altı harlanıyor. Kimi ne ilgilendirdiği belirsiz muhabbetlerin uğultusu, enkaz altından gelen sesleri bastırmaya kullanılıyor.
Çünkü vatandaş ulu orta zülf-ü yâre dokunursa, enerji sektöründe, inşaat sektöründe devletle gerdan kıran medya patronları neyler? Onlar iş adamı, öyle çapulcu gazeteci gibi her ah eden garibana mikrofon mu tutsun? Gazeteci dediğin enkazda yatar, patron dediğin yalıda oturur. Bak ne güzel diyor pek demode saçlı, anlı-kanlı polis yaveri hanım teyze; ?herkes haddini bilecek!? Di mi ama?
Binayı müteahhit yapıyor. İş adamından devşirme belediye başkanı onay veriyor. Medya patronu kurcalatmıyor. Gün geliyor bu üçü kâh işveren meclislerinde beraber mesai yapıyor, kâh millet meclislerinde. Biri tutuyor, öbürü getiriyor, diğeri pişiriyor. Kimse ?hani bana? demeyene meme vermiyor.
Sporda vaziyet farklı mı? Hiç değil. Federasyon başkanı iş adamı, yöneticiler iş adamı, kulüpçüler iş adamı. Hepsinin medyada kolu, bacağı var; doğrudan gazetede sahibi olandan, parayla adam tutana kadar. Futbolun parasını verip düdüğünü çalan yayıncı kuruluşun zaten başı ayrı iş adamı, genel yayın yönetmeni ayrı iş adamı. Sanırsın sporu yönetmiyorlar, her an bir konsorsiyum kurup beraber devlet ihâlesine girecekler. E, girdikleri de oluyor zaten. Bir de buna mafya babalarının eşini dostunu, devlet büyüklerinin akrabalarını ekle, tadından yenmiyor. Parayı nasıl kazanıyorlarsa, futbolu da ona göre oynatıyorlar. Panayırlardaki ?Bul karayı al parayı? oyunu bile daha adil, hiç değilse bizim liglerdeki gibi kuralları oyun oynanırken değiştirilmiyor.
Herkesin herkesle dostmuş gibi olduğu bu ortamda yiyorsa sesini çıkar. Kast dışına nasıl şutlandığını anlamazsın. İpini de büyük patronlar çeker sanma sakın, yarattıkları sistemin bekçi köpeklerini üstüne salmak dururken kıllarını kıpırdatırlar mı hiç? Kraldan çok kralcıların ellerinin üstünde yürür bu düzen, Papermoon’da yemek uğruna ruhunu şeytana satabilenlerin ellerinde.
Bir hile hurda dünyasıdır bu. Kentsel dönüşüm ayağına seni evinden atanla, kredi kartı olmayana kombine satmayanı ayrı adam sanma sakın. Betonundan midye kabuğu çıkan evlere sağlam diyenle, dibine kadar şaibeli, şikeli ligi temiz diye oynatanı birbirinden ayırma. Paranın hangi cebe girdiğine değil, ceketin kimin sırtında olduğuna bak. Çünkü Van’ın enkazından da, Türkiye futbolunun enkazından da aynı düzenin aynı aktörleri çıkacak. Politikacısından, iş adamına, medyasına kadar…
Bu düzende bir avuç adam para kazanmak için betona kum da katar, suya zehir de. Futbola mafya da sokar, şike de.
Bu düzen hepimizi öldürüyor farkında mısın? Yavaş yavaş, parası olan bir avuç adama daha da yer açmak için.
Dünyada hiçbir hayvan türü yok ki kendisini ölüme karşı savunmasın. Bir biz insanlar pek beceremiyoruz.
Kapitalizm bizi parçalarken, yüzümüzde gevşek bir sırıtışla ölüme yürüyoruz. Direnmediğimiz her gün, aslında intihar ediyoruz.
İlk Yorumu Siz Yapın