Malumunuz, üzerinde yüz kızarmayan cihan imparatorluğu Yeni Türkiye’nin haşmetlileri, geçen hafta dünyaya haddini bildirmek üzere New York seferine çıktılar. Lakin, sefer düz yol başladığı gibi gitmeyip kısa sürede yokuş yukarı bir hal aldı ve işin şekli değişmeye başladı. Önce neoakbulut Davutoğlu’nun başını çektiği “IŞİD’i ne vuracakmışız?” aranağmesi, bizzat Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun yanında John Kerry tarafından “IŞİD’i vuracağız, Türkiye de katılacak” solosuyla kesildi. Ardından, Türkiye’nin Mısır Cumhurbaşkanı El-Sisi’yle görüşme yolları aradığı haberleri yayılmaya başladı. Onun arkasından da Tayyip Erdoğan’ın davudi sesinin yankısıyla boş sandalyeleri coşturduğu BM Genel Kurulu geldi. Tam o sırada Güvenlik Konseyinden de IŞİD’i koruyan, kollayan ülkelere yaptırım kararı gelmesin mi? Koskoca Cihan İmparatorluğu üç saat içinde Duraklama Devri’ne giriverdi. doların o sıralarda Türkiye’de kur rekoru denemesi yaptığını hiç söylemiyorum.
Ertesi gün, Mısır Türkiye’nin dışişleri bakanları seviyesinde aradığı görüşme ihtimalini sert bir açıklamayla tarumar ederken, Birleşik Arap Emirlikleri de Recep Tayyip Erdoğan’dan “Mısır halkını ve hükümetini taciz etmeyi bırakmasını” (Evet, bu ifadeyle) istedi. Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’un Türkiye’yi IŞİD militanlarının geçiş koridoru olarak tanımladığı konuşması da ajanslara düşmüştü.
Yeni Türkiye’nin şanlı medyası, Erdoğan ve saz arkadaşlarının karizmasının üzerinde kedi dans etmiş plak kıvamında çizilmiş olmasını şekle sokmak gibi bir imkansız görevle baş başa kalmıştı. Lakin kaporta toparlanacak gibi değildi pek. Yandaş medya da mecburen -her ar damarı çatlamış propaganda aygıtının yapacağı gibi- Isaac Asimov’a “el insaf” çektirecek bir alternatif gerçeklik inşasına koyuldu. Altın madalya, Obama’nın genel kurul konuşmasındaki kalabalığa Erdoğan’ı montajlayıp “Yüzlerine Haykırdı” manşetini atıveren Star’ın oldu.
Bir rejimin ne kadar tecrübesi olursa olsun, bazen minareler kılıfına uymayabiliyor. Minarelerin sayısı, kılıfların sayısını geçtiğinde ise haliyle yandaş medya timleri boşta kalanları gazete kağıdına filan sarmaya başlıyorlar. New York haberleri de zaruri olarak bu minvalde yapıldı. Yalnız bizim anlamadığımız şu; eğer medya ne olursa olsun kafasına göre aynı şeyi yazacaksa, bu devletlülerimiz niye kalkıp ta New Yorklara gidiyor? Türkiye heyeti, oralara Guggenheim Müzesi’ni görüp Mets-Yankees maçında top yakalamaya gitmiyorlarsa şayet, onca zahmete ne gerek var? Zaten Obama, Türkiye yetkilileriyle görüşmeye o sırada kim boştaysa onu gönderiyor, o giden de kalayı basıyor. “Alo Fatih” konuşmalarından çok iyi bildiğimiz gibi telefondan azar işitmek fazlasıyla mümkün. Dolayısıyla bu gezilerin, “Kim cumhurbaşkanlığı uçağına alınacak kadar iyi yanlıyor?” sorusuna cevap bulmaktan başka bir işlevi yok. Onu da Başakşehir Stadı’nda oynanacak ve tabii ki en uzun boylu ve en az bıyıklı olanın kazanacağı bir dizi maçla belirlemek olası. Ben Yeni Türkiye’nin dinamik kadroları boşa yorulmasın diye söylüyorum.
MİLİTAN GAZETECİLİK ZOR İŞTİR
Perşembe günü, ANF web sitesi (http://bit.ly/anf-1) “DAİŞ bayrağı altında Türk tankları” başlıklı bir haber yayımladı. Haberde “AKP Hükümeti’nin DAİŞ çetelerine verdiği destek görüntülendi. MED NUÇE’nin yayınladığı görüntülerde Türk devletine ait tank yüklü tırlar askeri konvoy eşliğinde DAİŞ’in denetimindeki bölgelere geçiş yapıyor.” denirken, haberin videosunun başlığında 25 Eylül 2014 tarihi var. Bu haberin yayına konmasından sonra, söz konusu görüntülerin nisan ayına ait olduğu ve Süleyman Şah Türbesi’ne giden tankların görüntüleri olduğu sosyal medyada konuşulmaya başlandı. Bunun üzerine ANF, haberine görüntülerin nisan ayına ait olduğunu ekledi, ancak MED NUÇE’nin videosunda ise nisan ayından hiçbir şekilde bahsedilmiyor. ANF ve MED NUÇE’nin hatasına dikkatsizlik diyecek olsak bile, bu kadar büyük bir hatanın yapılmış olması oldukça sıkıntılı. Her şeyden önce zaten bölgeden haber almak başlı başına bir dert ve ortada tonlarca söylenti geziyor. Türkiye ana akım medyasının zaten kulak tıkadığı bu ortamda, Kürt medyasının sorumluluğu da her şeyden önce Kürt halkına karşı artıyor. Bu noktada hem ANF’nin, hem MED NUÇE’nin militan gazeteciliğin topuzunu iyi ayarlamaları hayati önemde. Bir medya organı bir siyasi harekete angaje olabilir. Lakin bu durum onun habercilik sorumluluğunu azaltmaz, aksine arttırır. Bakış açısını, politik duruşunu açıkça ortaya koyan bir medya organı, her haberinin bu mercekten incelenmesini göze almış demektir. Bu bağlamda yapılacak yorumun adilliği bile hassaslaşırken, gerçekleri eğip bükmek zaten söz konusu bile olamaz. İşe siyasi tarafından bakarsak, Kürt medyası zaten senelerdir Türkiye Devleti tarafından propaganda aygıtı oldukları gerekçesiyle sansür edilmeye çalışılıyor. Kürt medyası böyle haberlerle bu tavra uluslararası alanda malzeme sağlamış oluyor. En fenası ise, gazetecilik yerine siyasi stratejiler ön plana çekildiğinde Kürt halkının haber alma hakkının sınırları iyice daralıyor. Bilgi toplumunun bir mücadele alanı haline geldiği bir çağda var olma mücadelesi veren bir halka bu kötülüğü reva görmemek gerekir.
28 ŞUBAT’IN LACİVERDİ!
2000’lerin başı, yani 28 Şubat’ın ertesi. Ordunun Türkiye’de fazlasıyla görünür olduğu, haber bültenlerinin üniformalıyla açılıp üniformalıyla kapandığı dönem. Idea Politika isimli dergi ve sahibi Erol Özkoray, Türk Ceza Kanunu’nun 159. maddesinden beş kez dava ediliyor. Suç duyurularının tamamı Genelkurmay Başkanlığından geliyor. Dergi iki kez toplatılıyor. Derginin İnternet sitesi mahkeme kararıyla kapatılıyor.
Yıl 2014. Erol Özkoray, “Bireyselleşme ve Demokrasi: Gezi Fenomeni” isimli kitabı nedeniyle dava ediliyor. Davayı açtıran Recep Tayyip Erdoğan. Erdoğan’ın avukatı “Bu kitap kamuya yararlı kitap değildir. Cezalandırılmasını talep ediyoruz” diyor. Mahkeme, Özkoray’a 11 ay 20 gün hapis cezası verip, çenesini tutması şartıyla hükmün açıklanmasını geri bırakıyor. Yine Özkoray’a “sus” deniyor.
Sonra “laciverdi” deyince kızıyorlar.
İlk Yorumu Siz Yapın