Hemen hemen iki yıl önce, 24 Nisan haftasında, Diken’e yazdığım ilk yazının başlığı ‘Talât Paşa deneyimi‘ydi. O yazıda, Ümit Özdağ’ın HDP milletvekili Garo Paylan’ı neden ‘Talât Paşa deneyimi yaşatmak‘ ile rahatça tehdit edebildiğini ve bunun yanına nasıl kâr kaldığını anlatmıştım. O yazıdan sonra epeyce küfür mesajı aldıydım. Vay efendim nasıl ‘soykırım‘ dermişim? Yahu ben demesem ne olacak, Özdağ ‘Talât Paşa deneyimi‘yle neyi ima ediyor, ülke işgal edilirken Alman generallerine yalvarıp, İstanbul’dan Berlin’e kaçırılmayı mı? Neyse…
İki senedir burada kafanızı ütülüyorum, habire de tekrara düşüyorum ama memlekette de taş yerinden oynamıyor bazen. Bak gelmişiz Nisan 2023’e, geleneksel ‘soykırım yoktur, var diyenin soyunu kırarız‘ şenliklerinin yıl dönümü yaklaşıyor. Ümit Özdağ, hâlâ ortalarda geziyor, hâlâ arkası sağlam, hâlâ ağzına geleni söylüyor…
Sosyal medyada dolaşan mâlum videoyu diyorum. Hani Özdağ’ın bir grup genci Zafer Partisi’ne oy vermeleri için darlarken, aralarından birinin HDP seçmeni olduğunu söyleme ‘gafleti‘ne düştüğü videoyu… Video ortalarda dolanıyor, illa denk gelirsiniz, zaten ‘HDP seçmene katil dedi, haddini bildirdi‘ diye pompalıyor, son dönemde pıtrak gibi bitiveren ‘haber hesapları’. Bir hesapları olduğu kesin de, haberi bilemedim.
“Hiç gelemem, özet geç” diyenler için; bir genç kadın, Zafer Partisi’ni desteklemediğini, HDP’ye oy vereceğini söylüyor. Özdağ’ın cevabı, “hiç de katile benzemiyorsunuz” oluyor, sonrasında tartışıyorlar. Genç kadın yaşananlarda iki tarafın da sorumlu olduğunu anlatmaya çalışırken, Özdağ mevcut terbiyesizliğinin üstüne bir de “büyüyünce öğreneceksiniz bazı şeyleri” cümlesini ekliyor. Ben olsam “sen büyüdün de ne oldu?” derdim…
Özdağ’ın videosu bize çok şey anlatıyor. Sokakta bir konuşmaya değil de, devletin beyin tomografisine bakıyoruz adeta. Özdağ, yalnızca bir partiyi desteklediği için birine rahatlıkla “katil” diyebiliyor, aynı rahatlıkla “devlet cinayet işlemez” diye yalan söyleyebiliyor, bizim bildiğimizin belki yüz katını bildiği hâlde. Çünkü devletin bekâsı için yalan da söylenir, sokakta genç bir kadın hakaretlerle taciz de edilir. Özdağ’ın, Özdağgillerin rahatlığı, devletin ulu çıkarı için her şeyin yapılmasının meşru olduğu fikrinden ve bu fikrin bir topluma kafasına vura vura kabul ettirilmiş olmasından ileri geliyor. Özdağ biliyor ki, bir HDP’liye katil derse ve o HDP’li cevap verirse, devlet Özdağ’ı korur. Eski devlet de korurdu, yenisi de korur. İşin kötüsü toplum da korur, medya da korur.
Özdağ ve türevlerinin devlete sırtını vermeden deşarjüre dahi gidemeyecek olmaları, onları her daim AKP’nin çıkarına hizmet eder hâle getiriyor. Kimi Özdağ gibi mahirâne bir şekilde muhalefet pelerinine gizliyor bunu, kimi de DSP başkanı Önder Aksakal’ın devletin bir töreninde yaptığı gibi “devleti küffarın eline teslim etmemek”ten bahsedebiliyor. Ya da ne bileyim “HDP, Kılıçdaroğlu’nu gerçekten destekliyor mu?” gibisinden komplo teorileriyle ortalığı bulandırabiliyor.
Türk Ceza Kanunu’nda tanımlanmış ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek‘ diye bir suç var biliyorsunuz (216. Madde). Kitapta öyle yazıyor da, gerçekte o madde işine gelene işletiliyor. Özdağ’ın yedi milyon seçmene “katil” demesi, TCK216’nın konusu olmuyor mesela, ama şarkıcı Gülşen’in arkadaş arasında yaptığı saçma sapan bir şaka olabiliyor. Ya da Boğaziçi öğrencilerinin Şahmaran illüstrasyonu bu maddenin konusu olabiliyor, ama Cumhurbaşkanının “10-15 çocuk yapıyorlar” yorumu olmuyor. Bu madde de sahibine göre kişniyor yani.
Bu ara anketle yatıp kalkıyoruz, bir nevi papatya falı anketler. Çoğunun yöntemini, örneklemini, finansmanını bilmiyoruz, kimisi veriyi ucundan bile göstermeden “biz baktık, şunun oyu arttı” diyebiliyor. Diken, benim bildiğim kadarıyla Türkiye’de başka kimsenin yapmadığı bir şey yapıyor; her anket haberinin sonuna bir editör notu koyarak, haberdeki ankette hangi gerekli bilgilerin eksik olduğunu belirtiyor. Aslında doğrusu, raconuna göre yapılmamış araştırmayı hiç koymamak ama herkesin anketle yatıp kalktığı bir ortamda, o kadar efelik herhalde biraz fazla kaçıyor.
Durup dururken neden sözü anketlere getirdim? Açıklayayım. Türkiye’de anketler, bir nevi büyücülük gibi. Projeksiyon değil, kehanet peşinde koşuluyor. Bunun bir nedeni yukarıdaki durum. Hangi anket nasıl yapılıyor, kim bu kadar anketi sipariş ediyor belli değil. Belli de, gizli yani. Mesela bir şirket, bir partiyi ısrarla yüksek tutuyor. Sonra herhalde o partinin kontörü bitiyor, bir bakıyorsun aynı şirket başka partiyi gazlıyor. Hep kısmet bu işler.
İkinci ve nedense görmezden gelinen bir neden ise seçimlerin de, kampanyasının da adil ve şeffaf yapılmıyor olması. Eski anketlere bakın, seçimin hemen öncesine kadar HDP’yi baraj altında gösteren bir sürü araştırma göreceksiniz. Bunun bir nedeni muhtemelen örneklem kaynaklı, diğeri ise HDP’yi açıktan desteklemenin toplum ve devlet nezdinde, iyi ihtimalle ayıplanan, kötü ihtimalle kovuşturulan bir ‘suç‘ olması. Muhtemelen, birçok insan HDP’ye oy vereceğini ulu orta, sırf bir ankete katılmış olmak için söylemekten çekiniyor. Mesela, o meşhur Haziran 2015 seçimleri öncesi, Mayıs ayında yapılan anketlere bakın, HDP hakkında beş puan civarı yanılan şirketler göreceksiniz. Yüzde 10 civarı oyu olan bir parti için eksi 5 puan hata payını da tavşana niyet çektirseniz tutturursunuz açıkçası (benzer bir durumun şu an muhafazakar bölgelerde AKP ve Erdoğan’a oy vermeyecekler için de geçerli olacağını seziyorum, muhtemelen AKP’ye oy vermeyeceği hâlde bunu söylemeyen epeyce bir insan var, Noelle-Neumann’ın meşhur Suskunluk Sarmalı seçimden sonra tekrar raftan inebilir).
Diğer taraftan, HDP projesinin Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ liderliğinde ‘Kürd’e oy verme’ stigmasını kırma yolunda büyük adımlar attığını söylemek lazım. Zaten bu yüzden hapisteler. HDP liderliğini hapse atmak yalnızca partiye verilmiş bir gözdağı değildi, Gezi sonrası demokrasi talebiyle ortaklaşan kitlelere de bir mesajdı. Dokunulmazlıkların kaldırılması, devletin yeni paradigmaya karşı kendini savunma girişimiydi. Ama baharı bir yere kadar erteleyebiliyorsunuz işte. İşin ironik tarafı, o gün devleti savunma refleksiyle iktidarla beraber “Anayasa’ya aykırı ama evet” diyen Kılıçdaroğlu, bugün o gün önünü kestiği paradigmanın sözcülüğünü yapıyor. Olan kaybettiğimiz yedi yıla ve garabet bir mafya-parti-devlet rejimiyle değiştirilen parlamenter demokrasimize oldu.
Kemal Bey’in şu an attığı adımları doğru bulmakla beraber, dokunulmazlıklar kaldırılmadan önce yaşananları açıklama borcunun bâki olduğunu hatırlatayım. O günlerde bir şeyler oldu ve biz hâlâ ne olduğunu bilmiyoruz. Yine fazlasıyla ironik olarak, o gün bir şekilde ‘Kürd’ün önünü kesme‘ operasyonuna alet olan Kılıçdaroğlu, bugün ‘Alevi’nin önünü kesme‘ operasyonuyla sınanıyor. Kendisine karşı yakın zamanda ittifak ortağı tarafından düzenlenen ‘erken öten horoz’ darbesini ne yaptırdıysa, ‘Anayasa’ya aykırı ama evet‘ darbesini de o düzenletti kuvvetle muhtemel.
O günden bu güne de fazla bir şey değişmedi. O gün liderleri hapse atılan HDP, bugün kapatma tehdidiyle seçime giremiyor, sandık kurullarına üye veremiyor. O günkü gibi şimdi de parti binaları, kampanya ofisleri saldırıya uğruyor. Seçmeni ise Ümit Özdağ gibilerin dayılanmalarına maruz kalıyor.
Kılıçdaroğlu’nun yaşayarak öğrendiğini, artık bu toplumun da öğrenmesi gerek. Kürt halkının ve onu temsil eden siyasetin demokratik hayatın meşru ve eşit bir parçası olmadığı bir demokrasi, demokrasi değil. Kürt halkına ve siyasetine karşı yönelen faşizanlık, başka yerden toplumun kalanını da gırtlaklıyor. Beyaz Toroslusu, Hizbullahçısı, türlü mafyası ittifakla seçime giriyor bugün ve HDP’nin yasal temsilci bile bulunduramadığı yerlerde onlar polis korumasıyla gezecek muhtemelen.
Herkesin aklına sokması lazım, ‘kurtuluş yok tek başımıza‘ yalnızca bir slogan değil. Türkiye kadar, kendi milliyetçiliğinin hem rehinesi hem meftûnu olmuş, başına ne geldiyse bundan geldiği hâlde bundan vazgeçememiş ülke azdır. Sözüm ona vatanımızı seviyoruz diye milyonlarca insanı kendi ülkesinden korkar hâle getirdik, birçoğunu göçe, dağa ya da mezara zorladık. Bu yolda semirttiğimiz eşkiya sürüsü, hayatımızın her alanını kontrol ediyor. Artık buna bir dur dememiz gerekiyor. Bu ülkeye adalet ve barış gelecekse, ancak herkese gelirse gelecek. Kendi küçük mahallelerimizde, korunaklı ortamlarımızda hiçbir şey yokmuş gibi davrandığımız yıllar geride kalalı çok oldu, dibimizde ayı bağırıyor. Gezi’den beri biliyor olmalıyız ki, Lice’yi vuran Kadıköy’ü de boğuyor, Cizre’ye saldıran Karşıyaka’ya da diş biliyor.
Denk gelmişken, okurlarıma daha evvelden verdiğim bir sözü de tutmak isterim. İyi kötü düzenli sayılabilecek bir ilişkimiz var, Allah’ın bildiğini sizden saklayıp, bazı gizli danışmanlar gibi manipülasyon yapıyor konumuna düşmek istemem. İsterim ki okur benim kararımı bilsin, bundan sonra yazacaklarımı da bunu bilerek değerlendirsin. Ben önümüzdeki seçimde oylarımı Kemal Kılıçdaroğlu ve Yeşil Sol Parti’den yana kullanacağım. Çünkü mevcut koşullarda ülkemizi barış ve demokrasiye taşıması en olası tercihin bu olduğunu düşünüyorum. Kemal Kılıçdaroğlu’nu geçmişte çok eleştirdim, hâlâ da eleştiriyorum. Ama yıllardır tekrar ettiği ezberleri bırakıp, Türkiye’nin kökleşmiş bazı sorunlarını çözme azmi göstermesi, bu yolda da kendi ittifakı içinden/dışından saldırıları göze almış olmasını son derece olumlu karşılıyorum. Dilerim beni oyumdan pişman etmez.
YSP’ye vereceğim oy ise tıpkı geçmişteki seçimlerde HDP, Bin Umut Adayları ve BDP’ye verdiğim oylar gibi içimin son derece rahat olduğu bir tercih. Yukarıdaki paragrafta söylediğim gibi, ben bu ülkenin içinde debelendiği şovenizm çukurundan güçlü bir Kürt temsili olmaksızın çıkmasını mümkün görmüyorum. HDP’nin ve Kürt Hareketinin geçmişteki temsilcilerinin her kararı, hareketi doğrudan beni temsil etmiyor, zaten etse gider parti üyesi olurdum. Ama bu Türkiye demokrasisinin belini doğrultması için oynadıkları hayati rolü ne azaltıyor ne de önemsizleştiriyor. Yüzlerce üyesi haksız yere hapiste tutulan, devlet ve toplum baskısı gören, Deniz Poyraz gibi gencecik bir üyesi katledildiğinde bile herkesin kulağının üstüne yattığı Kürt Hareketinin siyasi tercihlerini eleştirmek, elleri arkadan bağlı biriyle boks yapmaya benziyor. Sahibine göre kişneyen atın sırtında dört nala gezen Özdağların tarafına düşmemek adına, “çocuklar ölüyor” dediği için hapse atılan Ayşe öğretmenlerin yanında durmak gerekir bugün. Ben de bunu yapacağım. Okuruma saygıyla duyururum.
Bu yazı ilk olarak https://www.diken.com.tr/bu-cehennemden-hdpsiz-cikis-yok/ adresinde yayımlanmıştır.
İlk Yorumu Siz Yapın