"Enter"a basıp içeriğe geçin

Kategori: futbol

Dağhan Irak’ın futbol hakkındaki yazıları…

Pardon ama sizde padişah kompleksi mi var?*

Bir süredir Galatasaray’la fena hâlde dalga geçiliyor. 24 yaşına kadar kafayı bulmak kısmen yasak ama 100 yaşındaki kulüple kafa bulmak dibine kadar serbest.

Aslında her şey hafta içi yeni stadyumla ilgili talimatlar yağmasıyla başladı. Aman biletsiz çocukla gelmeyeymişiz. Yahu bilet satmadınız ki, çocuğa bileti nereden bulalım? Henüz kombineli çocuk ya da sponsordan davetiye gelen çocuk modellerimiz üretime geçmedi, elimizde düz çocuk var, onun da bileti hâliyle yok. E gelmesinmiş o zaman, peki, eminim evde şifreli kanaldan izleyemediği açılışı ömür boyu hatırlayacaktır, yani sanırım.

Biter mi, bitmez. Asıl yağlı parça stadyumda. Taraftar, kendi gidip oy verip, seçilmesine şu veya bu şekilde müdahil olduğu başbakanı protesto etmeye kalktı. Önce gasteci Mehmet Ali Abi bastı ?eyvah!?ı, haşmetmeapları nasıl olurdu da protestoya uğrardı? Sonra TOKİ Başkanı aldı mikrofonu aldı mikrofonu eline, ne Galatasaray’ın kira ödeyemezliği kaldı, ne rahmetli Canaydın’ın ezik büzüklüğü. Bürokratik monarşiyle yönetildiğimiz için çemkirmek ekselansları kadar diğer saray esnafının da hakkıydı tabii. Özenle seçilen, ayıklanan ve ona göre stadyuma davet edilen taraftar da eşeklik edip rahmetli başkanına edilen hakaretleri ıslıklamaz mı? Hep beraber ?kalk gidelim? yaptı protokol ve uzantıları.

Koltuktan yağ çıkarmak…

Türkiye futbolunu İngiltereleştirme, diğer bir deyişle sermayeye mal etme projesinin olmazsa olmazı stadyum taşınmalarının ilk hamlesi gerçekleşiyor. Galatasaray, emektar Ali Sami Yen’den Seyrantepe’deki sponsor isimli stadyumuna geçiyor. Bir nevi kentsel dönüşüm bu da. Tribünlerde büyüyenler, ağlayanlar, gülenler, aşık olanlar, kahrolanlar son bir kez, kıçları donma pahasına, doldurdular Galatasaray’ın evini. Mabadları neden üşüdü derseniz, çünkü betonda oturdular. Çünkü stadyum koltukları maçtan bir gün önce yangından mal kaçırır gibi söktürüldü. Hani fotoğrafını görmesem inanmazdım. Galatasaraylı birkaç arkadaş ?abi bizim yönetim bunları kesin satar? dedi, ne yalan söyleyeyim inanmadım. Sağ olsunlar kulüpten aydınlattılar, koltuklar bakımdan geçirilip ?taraftara sunulacak?mış. Bu son ifadenin Türkçe tercümesi ?satılacak? oluyor.

Bunun adı sınıf savaşıdır!..

Bir süredir gerek kendi internet sitemde, gerekse Taraf’taki köşemde sözüm ona şiddeti çözmek için el birliğiyle yasa çıkartmaya çalışanların dertlerinin aslında şiddeti çözmek olmadığını, yalnızca futbolu istemedikleri unsurlardan temizlenmiş bir rant alanı hâline getirmeye çalıştıklarını yazıyorum. Sporda şiddet denilen şeyin ve çözüm olarak sunulanların son derece ideolojik ve sınıfsal olduğunu ve bu şekilde değerlendirilmesi gerektiğini söylüyorum. Çünkü İngiltere kırsallarından şehre indiği ve oradan dünyaya yayıldığı günden beri futbol hep onu yöneten egemenlerin çıkarıyla, onu seven ve popüler yapan geniş halk kitlelerinin çakıştığı bir alan oldu. Zaten futbolu benim için aynı zamanda bir akademik araştırma alanı hâline getiren de bu, dünyada sınıf savaşının bu kadar kristalleştiği çok az mevzi bulabilirsiniz.

Sen çok yaşa Lefter!

İstanbul’a kutup soğuğunun uğramaya niyetlendiği günlerden biri. Bir taraftan gelen giden haberlere bakarken bir taraftan Atina’da bir sonbahar akşamının hayalini kuruyorum. Gündüz Eksarhiya’da bir kahveye yığılıp, akşam üstü Gazi’ye geçerim, gece de ver elini Marusi, AEK’in maçını seyretmeye. Bir de yenersek değmeyin keyfime.

Atina’nın hülyalarıyla İstanbul’daki ofisin harala gürelesinin birbirine karıştığı bir anda ekranımda ?Evangelismos? yazıyor. Ajanstan gelen bir haberin içinde geçiyor bu kelime. Ama ben bu kelimeyi çok iyi biliyorum yahu, Atina’nın heybetli hastanesi değil mi bu? Hatta Vasso’nun ablası orada pratisyen hekim, kaç kere önünde buluştuk da Üniversite tarafına yürüdük. ?Tamam? diyorum, ?Atina derken kafayı yedik galiba?. ?Ya sabır? çekerek haberi okumaya girişiyorum. Lefter diyor, bizim Lefter, efsane Lefter. ?Evangelismos’ta yatıyor? diyor, ?durumu iyi değil? diyor. Şok olmamak mümkün değil, koca Lefter hastane yatağında. İster istemez kaygılanıyorum ama içimden bir ses de ?merak etme, Lefter oralarda bırakmaz kendini, ne yapar döner İstanbul’a? diyor. Vasso’ya mail atıyorum bir çabuk, ablası ?Ordinaryus?un doktorunu tanıyor mu diye. Dua ediyorum bir yandan, Lefter bir an önce İstanbul’a dönsün diye.

Bu bir spor yazısıdır!

Bayrampaşa Cezaevi’ni cehenneme çeviren ?Hayata Dönüş Operasyonu?nun üzerinden on yıl geçti. Davada yalnızca erler yargılanırken emirleri veren komutanlar iddianame dışında tutuldu. İddianamede büyük eksikler ve maddi hatalar var. Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, operasyonun bir ?devlet kararı? olduğunu açıkça itiraf ettiği hâlde yargılanmıyor.

2004’te Mardin Kızıltepe’de 12 yaşındaki Uğur Kaymaz, ?terörist olduğu iddiasıyla? öldürüldü. Kaymaz’ı öldüren polisler beraat etti, Yargıtay kararı onadı.

FIFA’nın futbolu, aslında kimin futbolu?

İki hafta önce FIFA ve Dünya Kupası oylaması konusuna bir virgül koyarken, kapitalizmin ?piyasanın görünmez eliyle düzenlenen? bir yapı olmaktan çok öte olduğunu, düzenin içindeki egemen aktörlerin çıkar örgüsü üzerinden şekillendiğini söylemiştim. Serbest piyasa sıklıkla iddia edildiği gibi basit bir arz-talep düzeneği üzerinden nadiren işler. Devletlerin, çok uluslu şirketlerin, egemen sınıfın kendi aralarındaki çıkar ilişkileri, serbest piyasa içindeki dengenin -şüphesiz buna denge denebilirse- daimi belirleyicileridir.

Gözleri vardır görmezler, kulakları vardır duymazlar…

Aslında geçen hafta FIFA ve benzeri spor yönetim mekanizmalarının ezeli-ebedi çürümüşlüğünün sınıfsal temellerinden bahsetmeye söz vermiştim. Ancak, ülkemizin gündemi iki dakika rahat durmadığı için bu konuyu bir hafta ötelemeye karar verdim.

Beşiktaş-Bursaspor maçı öncesi çıkan olaylar, memleketin futbol kamuoyunda tam beklendik ve bildik şekilde yer buldu. Bir tarafta kan kokusu almışlığın dizginlenemez vampirik iştahıyla kanlı fotoğraflar sağa sola servis edildi, ekranlarda dakikalarca döndürüldü, dev poster tadında sayfalara basıldı, ?resimleri için tıklayınız? pornografisine alet edildi. Diğer tarafta bunları yapanlar sanki kandan beslenen kendileri değilmişçesine timsahî göz dolmuşluğu eşliğinde asayiş bekçiliğine soyundu ve sporda şiddetin nasıl önleneceğine dair naftalin kokulu reçeteler sundular. İlk yapılanı cezalandıracak bir metafizik kuvvetin olduğunu umuyor, ikincisinden bahsetmek istiyorum.

Kokuşmuş çağın plastik kahramanı

Bir dönemin, kahramanlarıyla ilişkisi çoğu zaman sorunludur. Çünkü kahramanları yaratan dönemin ruhuyken, o yaratılan kahramanlar da dönemi şekillendirirler. Yani çoğu zaman kahramanlar, yaşanan dönemin etkisini yeniden üretir, daha da kuvvetlendirir ve meşrulaştırır, çünkü geniş kitlelerin rızasını yaratma konusunda epik bir hikâyeden ve bir kahramandan iyisi yoktur.

Konu uzun ve pek çok boyutu var ama olaya yalnızca spor açısından bakarsak, ben bu dönemin kahramanlarından, üstte belirttiğim nedenlerden dolayı en az dönemin kendisinden olduğu kadar rahatsızım. Yaşadığımız yıllara ait kabul edilemez ne varsa, stilize edilmiş kahramanlar aracılığıyla bize yutturuluyor. Hatta yutturmak ne kelime, özendiriliyor, empoze ediliyor.

İki yıl önce Olimpiyat zamanı bu plastik kahramanlardan biraz bahsetmiştim. İnsanüstülüğün, ne olursa olsun kazanmak ve başarılı olmak üzerine kurulu bir yapının özendirildiği ve sıradan insanın giderek küçültüldüğü spor anlayışından söz etmiş, bu anlayışın yarattığı kahramanların başarılarının müthiş bir anakronizmle geçmişin kahramanlarının verdiği mesajların üstünü sıvadığını söylemiştim. Artık yalnızca skor tabelasının ve rakamların konuştuğu bir dünyaydı bu. Dokuz madalyalı biri, tek madalyasını çıplak ayakla koşarak alan birinden daha büyük olmak zorundaydı mesela. Büyüklüğün tek ölçütü başarıydı, başarının tek ölçütü ise kazanmak, nasıl olursa olsun.