Fenerbahçe taraftarı yaptığı muhalefeti ilk günden beri yanlış bir bağlam üzerine oturttu. Aziz Yıldırım?ı aklayabilmek adına onu futbolun ve siyasetin aktörleri arasındaki güç ilişkilerinden muaf tuttu.
Dağhan Irak’ın futbol hakkındaki yazıları…
Fenerbahçe taraftarı yaptığı muhalefeti ilk günden beri yanlış bir bağlam üzerine oturttu. Aziz Yıldırım?ı aklayabilmek adına onu futbolun ve siyasetin aktörleri arasındaki güç ilişkilerinden muaf tuttu.
Futbolda yenilginin hayati sonuçları yoktur; bir fabrikanın kapatılmasının, fevri bir seçimin ya da bir nükleer santraldaki işletme hatasının aksine.
FEDA kampanyası, taraftara ürün satmanın afili ve romantik bir yolundan çok ötesi değil. Orman, FEDA ile taraftarın cebindeki paraya göz koyuyor ama o paranın nasıl kullanılacağı konusunda onlara söz hakkı vermiyor.
Bu ülkenin tüm halklarının gerçek tarihini reddedip, tek sesli, yavan bir tarih yazmanın köksüzlüğüdür bizi AVM?lere savuran.
Futbol sermayesi yeni pazarlara bayılır. Nasıl bayılmasın ki? Oranın halkı günde yok paraya futbol sermayesine forma üretir, futbolu pek seven elit halkı döve döve çalıştırır, gelen parayı futbola yatırır, formayı üç kuruşa üreten halka beş kuruşa satar. Hem ucuz iş gücü, hem açık pazar.
Fenerbahçe-Galatasaray maçında yaşanan polis şiddetiyle ilgili futbolla alakalı-alakasız, Fenerbahçe taraftarı olan-olmayan herhangi bir insanın ölçü baremi son derece basit olmak durumunda aslında; üç-beş yaşında çocuklar…
Bilen bilir, ben AEK taraftarıyım. Sıkı AEK taraftarıyım hem de.
Bazen soruyorlar ?neden AEK?? diye. Cevabı basit aslında.
Bir gün gurbet elde kendini İstanbul’u özlediğin için ağlarken bulursan sen AEK’lisindir zaten. Sen AEK’i seçmezsin, AEK seni seçer.
Çünkü AEK bir özlem meselesidir. Arkada bırakılıp gidilen yuvanın yasıdır. AEK, geri dönemeyeceğini bilmek ve hayatta kalmaya çalışmaktır.
Ulusçu tarih anlayışıyla yetiştirilmiş bir insan topluluğunun takıntı derecesindeki her zaman haklı olma ihtiyacı ve bunun için geliştirdiği savunma mekanizmaları (inkâr ve karşı saldırı) birer ?mikro-ulus? olarak tanımlayabileceğimiz futbol kulüplerinin taraftlarlarına ister istemez doğrudan etki eder. Şu söylenebilir; futbol taraftarlarının olaylar karşısındaki tavrı, içselleştirilmiş inkâr ve fanatizm duyguları temelini altı yaşından itibaren gerçekleşen kesintisiz beyin yıkamadan almaktadır. Bu nedenle ulusçu tarih anlayışını eşelemekte fayda var. Örgün tarih eğitiminin Türkiye halkının maruz kaldığı en sürekli propaganda olduğunu düşünürsek, bunun genel algıya etkisini ve futbol taraftarlığına yansımasını yadsıyamayız. Dahası, Şike Davası’nda taraftarların aldığı tutumları çözümlemede ulusçu tarihin yöntemlerini anlamış olmanın yardımı büyük olacaktır.
Aziz Yıldırım şu anda devam eden ?şike davası?ndan beraat etmeli, diğer tüm sanıklarla beraber. Çünkü ilk tutuklandığı günden itibaren kişisel ve adil yargılanmaya dair hakları ihlal edildi. Şahsi bilgileri gazetelere sızdırıldı, itibarını kötüleyecek yayınlar yapılmasına izin verildi, tutukluluk bir yıldırma ve cezalandırma yöntemi olarak kullanıldı, üstelik sağlık durumununun kötüleşmesine rağmen. Türkiye, 1959-2010 yılları arasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde ?adil yargılanma hakkının ihlâli?, ?uzun tutukluluk süresi? ve ?sürecin gereksiz uzaması? gibi suçlardan tam 1139 kez mahkum oldu. Son on yılda bu suçlarda açık ara Avrupa birincisi. Bir devletin hiçbir yurttaşına bunları yapma hakkı yok. Eğer savcılar yargı önüne çıkardıkları insanların suçlu olduğundan bu kadar eminseler, bu süreçler kuralına göre işleyecek. Aksi takdirde verilecek hiçbir mahkumiyet kararı meşru değil. O yüzden baştan şunu bir kenara yazalım; Aziz Yıldırım adil yargılanmıyor ve bu nedenle bu davadan aleyhine çıkacak hiçbir sonuç vicdani olarak tatmin edici olmayacak. Bu tabii ki yıllardır cezaevlerinde mahkeme bekleyen yüzlerce sanık için de geçerli. Bu tüm yurttaşların adalet önündeki hakkı, Aziz Yıldırım’ın da.