"Enter"a basıp içeriğe geçin

Kategori: futbol

Dağhan Irak’ın futbol hakkındaki yazıları…

Kadınlar futbolu, mücadelenin futbolu

Moda tabirle ?endüstriyel futbol?la, yani futbol kapitalizmiyle arasına en geniş mesafeyi koyanların bile zaman zaman gelip takıldığı bir soru, ?kadınlar da futbol oynar mı?? İster erkek egemen toplumun beynimize kazıdığı kodlar diyelim, ister alışkanlık diyelim kadınların futbol oynamasına kaşını kaldıranlar hâlâ çoğunlukta. Oysa kadınlar futbolu, özellikle hayata sol cenahtan bakanlara hiç de yabancı gelmeyecek bir mücadeleyi hem tarihte, hem de günümüzde önümüze seriyor.

Siz aşk nedir bilir misiniz?

Pazar sabahının serininde düştüm yola, yıllar sonra hastalıktan değil, heyecandan kalbim çarparak. Kulağımda sevgili Bandista’nın fırından yeni çıkmış sabah simidi lezzetindeki şarkısı, ?aşk inadına, aşk devrimdir? diyordu bana.

Mecidiyeköy’den Şişli’ye yürürken çekilmiş bir dişten kalanlar gibi karşıladı beni Ali Sami Yen’in kalıntıları. Sanki hiç var olmamış, hiçbir şey yaşanmamış gibi. Xamax maçında o mucize olmamış, Werder maçında o top çamura takılmamış, Türkiye-Belçika maçında Oktay tüm rakip oyuncuları çalımlarken ?pas ver be?ler ?yürü be?lere dönüşmemiş gibi. Orada hiç gülmemişiz, hiç birbirimize sarılıp ağlamamışız, hiç Pınarbaşı çekmemişiz gibi…

Nulfiya!..

Normalde bir ata verilebilecek dozda antibiyotik almak zorunda kalınca, Schalke 04-Manchester United maçının başlamasına yarım saat kala nakavt oldum. Uykudan kalkmam, tam da Kırmızı Şeytanlar’ın gol dakikalarına denk geldi. Hani ilk golü atan Ryan Giggs olmasa, Avrupa futbolunda bu sezon -maçlarını ?Belediye Stadı?nda oynayan Braga’yla beraber- tutunabileceğim tek dal olan Schalke’nin gümlemesine karşı çok fena hırçınlaşabilir, hatta çirkinleşebilirdim. Ama Giggs hakkında ters bir laf etmeye yeltenen olmuş mudur, olmuşsa da çarpılmadan hayatını sürdürebilmiş midir bilmiyorum, her halükârda benim haddime düşmez. Ryan Giggs, bu sahalarda top tepen ender ?reyiz? futbolculardan, haddimizi biliriz.

Alt yapı meselesi (1)

Geçen hafta sonu, onlarcası devlet eliyle öldürülmemiş, yüzlercesi hapsedilmemiş, binlercesine tecavüz edilmemiş gibi 23 Nisan çocuk bayramını kutladık. Memlekette yaşam koşulları mütemadiyen iyiye giden tek çocuk olarak Ogün Samast?ı, mil pardon, Suça Sürüklenen Çocuk?u tanıyoruz, ama olsun. Devletimize çocuk şenliğini ?pamuk dedemiz? Hüseyin Üzmez?e ihale etmediği için minnettarız.

Kaç Arda!

“O haber”i izlediğimde uyumaya hazırlanıyordum, sonraki iki saati sinir harbiyle geçireceğimi hiç ümit etmeden. Pazar geceleri malum futbol geyiklerine kendimi kaptırmamak için epeyce uğraşıyorum son zamanlarda, maçlara internetten bakıyorum, film izliyorum, Twitter’da “Telegol” muhabbeti başladığı an uykuya hazırlanıyorum. Ama tabii birden bomba düşmüş gibi olunca ve herkes Arda’dan bahsetmeye başlayınca kayıtsız kalamadım ve o bandı izledim.

Her şeyden önce söz konusu programın o kasete para ödemesini ve kaseti sunuş şeklini tartışalım.

FIFA ve UEFA ne yaptığını bilmiyor

Tito?nun Yugoslavya?sını ayakta tutan bir numaralı prensip, federe yönetimlerin dengesiydi. Slovenya, Hırvatistan gibi daha gelişmiş cumhuriyetler; Kosova, Makedonya gibi daha mütevazı olanları sübvanse ediyor, bu şekilde cumhuriyetin tüm vatandaşlarının aynı refah seviyesine sahip olması sağlanıyordu. Ancak bu dengenin sürekli olarak sağlanabilmesi için tüm yapıların aynı Yugoslavyalılık idealine inanması gerekiyordu. Yugoslavlar, Yugoslav olmayı bıraktığında Yugoslavya da tarihe karıştı, hem de kanlı bir şekilde.

Amed’in makus talihi…

Bu hafta Diyarbakırspor matematiksel olarak Birinci Futbol Ligi?nde kalma şansını yitirdi. Kulüp batık durumda. Diyarbakır şehrinin diğer büyük spor takımı Dicle Üniversitesi Kadın Voleybol Takımı da haftalar önce küme düşmüştü. Seneye ligler iyice Diyarbakırsız olacak.

Diyarbakırspor ve Dicle Üniversitesi hakkında sayfalarca ahkâm kesebilirdik. Memleketin en zengin şehrinden, en batısından, en konforlu ofislerimizde, en hızlı bilgisayarlarımızdan Diyarbakır?daki sporu kurtarırdık yine.

Bazen spordan bahsetmenin en iyi yolu spordan hiç bahsetmemektir.

Finansın ?fair-play?i olur mu yahu?

UEFA, geçtiğimiz haftalarda kendisine bağlı federasyonlardaki kulüplerin mâli yapılarını kontrol altına almak için bir grup ilkeye uyulmasını zorunlu hâle getirdi. ?Finansal fair-play? adı verilen bu paket, temelde şunu diyor; giderin gelirinden fazla olamaz, toplam bütçenin yüzde yetmişinden fazlasını transfere ayıramazsın, gelirin ancak transfer, naklen yayın, sponsorluk ve hasılat kaynaklı olabilir, başkanından ya da başka birinden para alıp bütçene katamazsın. Bunları ihlal edersen seni Avrupa Kupaları?na sokmam.

Görünüşte bu ilkeler gayet mantıklı ve futbolun ipten kazıktan çoktan kurtulmuş vahşi kapitalizmini dizginlemeye yönelik. Ancak parti şapkalarını takıp kutlamaya başlamadan önce sakin olup bir düşünmek gerekiyor. Zira bu düzenlemenin pek çok açmazı var ve bu açmazlar futbol endüstrisinin olduğu kadar kapitalizmin tâ kendisinin temelinden kaynaklanıyor.

Adnan Polat’ın Mübarek gidişi…

Adnan Polat?ın gönderilişi biraz Hüsnü Mübarek?in gönderilişine benziyor. Ne konuşuyorduk Mısır?da Mübarek yolculanırken? Gitti ama onu gönderen kimdi? Gerçekten rahatsız halk kitlelerinin yaptığı bir devrimden mi bahsediyorduk, yoksa Mısır?da iktidar kollayan gruplar demokrasi soslu bir darbe mi yapmıştı? Mesela ordu Mübarek?in arkasında dursa gerçekten gitmek zorunda kalır mıydı?

Benzer sorular Polat?ın gönderilişi için de sorulacak, soruluyor. Bu gerçekten rahatsız Galatasaray taraftarının kurula yansıyan bir tepkisi midir, yoksa ?liselilerin Galatasarayı?nın darbesi midir? Ya da şöyle diyelim, Adnan Polat liseli olsa veya en azından liseliler arkasında dursa gider miydi?