Bu erkek egemen toplum bu işi kadınların varlığına kast etmeye kadar getiriyorsa, kadınların var oluş mücadelesini karşısında görmeyi de bilecek.
Dağhan Irak’ın politika yazıları…
Bu erkek egemen toplum bu işi kadınların varlığına kast etmeye kadar getiriyorsa, kadınların var oluş mücadelesini karşısında görmeyi de bilecek.
Avrupa’nın krizinin eski Yugoslavya topraklarındaki etkisi arttıkça, Tito’yu ziyarete gelen gençlerin sayısı da muhtemelen artacak. Yugoslav sosyalistleri onlara söyleyecek bir şey bulmak zorunda. Sosyalizm, ?eski güzel günler?in değil ?gelecek güzel günler?in temsilcisi olduğu sürece gerçekten yaşayabilir.
2012 1 Mayıs’ı öncesinde iki ilginç olay yaşadık. İki mesele birbirinden oldukça farklı, o yüzden ayrı ayrı incelemek gerek.
Bazen insanın içini fena hâlde şişiren bir ülkede yaşıyoruz. Bir haftaya sığabilen sıkıntı bazen ruhumuza sığamayıp taşabiliyor. Geride bıraktığımız haftadaki gibi.
?Abur cubur düşünürleri? televizyondaki tartışma hızlarını ?buyur edilmiş fikirler?e borçlular.
12 Eylül bugün bize yutturulmak istenenin aksine bir askeri vesayet projesi değildi. Aksine sivil ve kendiliğinden (halkın rıza gösterdiği) bir tahakkümü hedefliyordu.
Türkiye’de halkların politizasyonuna ve halk hareketlerinin kitleselleşmesine engel olamayan bir 12 Mart’tan ve Yunanistan’da kitleler tarafından yaka paça indirilen bir askeri rejimden sonra bu coğrafyada salt bir asker sultasına kalkışmak aptallık olurdu.
Hafta, Özgür Gündem’e 30 gün kapama cezası verilip sonra ölümü gösterip sıtmaya razı eder gibi bir haftalık yasaktan sonra ?affedildiği? hafta. Hafta, KESK’li emekçilerin Ankara’da polisten meydan dayağı yediği hafta, sırf gündemdeki yasalar hakkında düşündüklerini ifade etmek istedikleri için. Böyle bir haftada Türkiye akademiyasından, entelijansiyasından bu ülkede ifade özgürlüğü ile çalışmalar yapmasını beklemek son derece doğal, yapıyorlar da zaten.
Antik çağlardan beri halk arasında oynanan oyunların endüstri devrimi sonrasında modern spor dallarına dönüşmesi, başlangıcından itibaren politik ve ideolojik bir çerçevenin içinde gelişti. Özellikle pek…
Aziz Yıldırım şu anda devam eden ?şike davası?ndan beraat etmeli, diğer tüm sanıklarla beraber. Çünkü ilk tutuklandığı günden itibaren kişisel ve adil yargılanmaya dair hakları ihlal edildi. Şahsi bilgileri gazetelere sızdırıldı, itibarını kötüleyecek yayınlar yapılmasına izin verildi, tutukluluk bir yıldırma ve cezalandırma yöntemi olarak kullanıldı, üstelik sağlık durumununun kötüleşmesine rağmen. Türkiye, 1959-2010 yılları arasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde ?adil yargılanma hakkının ihlâli?, ?uzun tutukluluk süresi? ve ?sürecin gereksiz uzaması? gibi suçlardan tam 1139 kez mahkum oldu. Son on yılda bu suçlarda açık ara Avrupa birincisi. Bir devletin hiçbir yurttaşına bunları yapma hakkı yok. Eğer savcılar yargı önüne çıkardıkları insanların suçlu olduğundan bu kadar eminseler, bu süreçler kuralına göre işleyecek. Aksi takdirde verilecek hiçbir mahkumiyet kararı meşru değil. O yüzden baştan şunu bir kenara yazalım; Aziz Yıldırım adil yargılanmıyor ve bu nedenle bu davadan aleyhine çıkacak hiçbir sonuç vicdani olarak tatmin edici olmayacak. Bu tabii ki yıllardır cezaevlerinde mahkeme bekleyen yüzlerce sanık için de geçerli. Bu tüm yurttaşların adalet önündeki hakkı, Aziz Yıldırım’ın da.