Türkiye’nin özgürlükler bakımından son derece zor bir dönemden geçtiği, yalnızca hapisteki gazeteci rakamlarıyla bile çok rahat kanıtlanabilecek bir gerçek. Zaten siyasi iktidar ve yandaşları da…
Dağhan Irak’ın politika yazıları…
Türkiye’nin özgürlükler bakımından son derece zor bir dönemden geçtiği, yalnızca hapisteki gazeteci rakamlarıyla bile çok rahat kanıtlanabilecek bir gerçek. Zaten siyasi iktidar ve yandaşları da…
Futbol, bir popüler kültür öğesi olarak, üzerine yapılmış her türlü entelektüel çabanın, her düşünce kırıntısının sloganlaşmasına ve içinin boşaltılmasına çok açık bir alan. Bu durum…
2012 Afrika Uluslar Kupası başladı. Bu turnuvayı katılan ülkelerin ve kıtanın ruh hâlini, içinde oldukları durumu, hikayesini, tarihini bilmeden anlamak çok zor. Afrika hâlâ emperyal güçlerin ve onların uzantılarının oyun alanı ve biz bu kıtayı anlamak için o hesapları da göz önünde bulundurmak zorundayız.
Türkiye’nin gördüğü en büyük futbolculardan Lefter’le Rauf Denktaş’ın aynı gün vefat etmesi kaderin sevimsiz bir cilvesi. Aslında tarihle yüzleşme konusunda başarılı bir ülke olabilseydik, bu…
Yılbaşı gecelerinin en az tombala ya da alkollü araç kullanımı kadar klasiği geride kalan yılın yarım yamalak muhasebesi ve yeni yıl için alınan kararlar. Kararlar kısmına pek girmiyorum, sonuçta yılbaşı da bir gün ve hayatınızdaki koşulları ne kadar değiştirebiliyorsa o kadar değiştirebiliyor. Olanlar, öyle olmaları gerektiği için, başka türlü olamayacakları için öyle olmaya devam ediyor, Marx’ın dediği gibi.
“Sınıfsız Domates” denen o garabet yazısını eleştirdiğimden beri Ece Temelkuran hakkında yorum yapmamak için ciddi bir özen gösteriyorum. Zira Temelkuran’la ortak arkadaşlarımız, dostlarımız var ve onlar arkadaşlarını korumak istediklerinde ne yazık ki işler kişiselleşiyor, kalpler kırılıyor. Ama şunu da söyleyeyim, o “Sınıfsız Domates” yazısına yapılan onca savunma içinde, başta Temelkuran’ınki olmak üzere, yazının içeriğindeki avuç dolusu faül hakkında tek bir doyurucu savunma gelmedi. Onun yerine bol bol “Ece iyi kızdır” savunması dinledim. Ben de “kötüdür” demedim zaten, tanımam da kendisini.
Bugün sabah uyandığımızda yabancı haber ajanslarında ve büyük haber kanallarında gördüklerimiz Kim Il-Sung öldüğünde gördüklerimizin neredeyse karbon kopyasıydı. Kuzey Kore devlet televizyonunun meşhur spikeri üzerinde siyah kıyafetle ağlıyor, Pyongyang sokaklarında insanlar kendini harap ediyor. Kuzey Kore’de bu görüntüyü yaratabilecek tek şey Kim Jong-Il’in ölümü olabilirdi.
Bence Steve Jobs’un en büyük başarısı, çok iyi donanım ve çok iyi tasarımla, yazılımla ilgili bütün sıkıntıları sümen altı edecek bir paket yaratmış olması. Apple…
Biliyorsunuz, daha önce de söyledim zira, benim bu lige itirazım var. Burnuna değil, alnına kadar pisliğe batmışken sırf birileri para kıracak diye bu lig başlatılmamalıydı, oynatılmamalıydı.
Eminim bazılarınız itiraz edecek ama ben kendi adıma ana akım medyada belli değerlerin savunuculuğunu yapmaya çalışan yazarlara saygı, hatta belli oranda sempati duyuyorum. Evet, keşke ekonomik ve editöryel açıdan güçlü bir ?sol basın? olsaydı Türkiye’de ve bu insanlar da ana akıma kaymasalardı, ama mesela ben personel servisinde boynuna giriş kartını (tasmayı) asınca şirketin hissedarı olduğunu sanan Mango-Zara-Sarar rubalı orta sınıf çocuklarının uykularından Umur Talu’nun başlarından aşağı döktüğü buz gibi ?gerçek dünya? suyuyla uyanma ihtimalini seviyorum. Yani mesele yalnızca ?sol basın?da yazan insanların ?hayrına?, yani sıfır Meksika Pezosu’na yazmak zorunda kalması ve emeklerinin karşılığını hiçbir şekilde alamamaları (en azından benim başıma gelmedi) ya da yazılarının her an bir teknik aksaklığa kurban gitme ihtimali değil, ana akımda belli değerleri paylaştığımız (hayır, vicdan demeyeceğim) insanların bir fonksiyonu var. Eğer hayata karşı sağlam bir duruşunuz varsa, girdiğiniz kabın şeklini almazsınız ama biraz aklınız çalışıyorsa okuyucunuzu şöyle bir tartar ve onlara ulaşmanın yollarını ararsınız. Siz aynı insan olabilirsiniz ama Taraf’ta yazdığınız yazıyla BirGün’deki aynı yazı olmaz. Taraf’ta yazma durumunda kalmış bir sosyalistseniz (hayır Roni Margulies’ten değil, kendimden bahsediyorum), sizin sayfanıza gazetenin karakolunun işletmecilerini okuyarak gelmiş zavallıyı o filmlerde gördüğümüz hezeyan bitirici tokatla kendine getirmeniz farzdır. BirGün’de ise mesela Nazım Alpman, Doğan Tılıç ya da Kürşad Kahramanoğlu okuyarak gelmiş okura tokat atmaya çalışmak yalnızca dangalaklık olur.