Başlarken peşin peşin söylemek isterim ki, okuyacağınız yazının başlıktaki konu üzerine kesin yargılar getirme gibi bir iddiası kesinlikle yok, hatta bundan özellikle kaçınıyor. Zira bir CHP-BDP ittifakının olası olup olmadığı ve nasıl sonuç vereceği konusunda elimizde kapsamlı veriler yok, ister istemez varsayımlar üzerinden hareket ediliyor. Bu yazıda yokluğuna dikkat çekmeyi umduğum kimi veriler olmadan bundan fazlasını yapmanın yanlış olacağını düşünüyorum.
13 Temmuz 2012’de T24 sitesinde yer alan Burak Cop yazısı, bence Pandora’nın kutusunu açması bakımından önemliydi. Bazen bir şeyi illâ kabul ettirmeniz gerekmez, onu tartışılabilir kılmak da bir kazanımdır. Ben Türkiye’deki demokratik kültürün sağlığı açısından konuya taraf herkesi eteğindeki taşları dökmeye iten girişimleri destekliyorum. Burak Cop’un yazısı bu anlamda değerli, tabii o yazıya yükselen ve ?saçmalık ya?dan daha rafine olmayı başaran itirazlar da. Mesela şu yazı…
Burak Cop, ihtisasını seçim sistemleri üzerine yapmış bir siyaset bilimci. Konuya da uzmanı olduğu alandan ve olabildiğince pragmatik bir şekilde yaklaşmış. Yazının temelinde böyle bir ittifakın faydalı olacağı inancı var, bu inancı da kendi tedrisatınca ve kimi verilerle destekliyor. Kendi alanı içerisinde bence oldukça tutarlı. Ancak meseleyi salt olarak sandıktan çıkan rakamsal verilerin üzerine oturtmak yanıltıcı olabilir.
Her şeyden önce, Cop’un da bildiğinden gayet emin olduğum üzere, seçim ittifaklarında iki iki daha dört etmeyebilir. BDP’nin 100 oyu var, CHP’nin 75 oyu var, öyleyse birlikte girseler 175 olur mantığı çoğu kez geçerli değil. Bu kimi yerde 200 de olur, 150 de olur. Özellikle siyasi angajmanların karşıtlık üzerine kurulduğu günümüz Türkiye’sinde, çok birbirine yakın olmayan yapıların ittifakı illâ bu tip sonuçlar verecektir. Bir önceki genel seçimde, birbirine siyasi ve örgütsel anlamda çok daha yakın yapıların oluşturduğu Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku oluşturulurken bile benzer sıkıntılar yaşandı.
Meseleyi Burak Cop’un incelediği yerden çok ayrı bir yere taşımadan önce, aynı bağlam üzerinden devam edelim. CHP-BDP ittifakının sandıkta ne sonuç vereceği üzerine elimizde veri olarak yalnızca seçim sonuçları var. Türkiye gibi siyasal aidiyetleri enteresan olgulara dayanan bir ülkede bu siyasal eğilimleri ölçmek için yeterli değil. Mesela, cevabını bilmemiz şart olan iki soru var. BDP ve CHP seçmenlerine şu iki soru sorulmalı; ?kendi partinize oy vermeseydiniz kime verirdiniz?? ve ?hangi partiye asla oy vermezdiniz?? Bu iki soruya varsayımsal cevaplar verme niyetinde değilim. Yalnızca şunu söylüyorum; eğer iki parti seçmeninin ikinci tercihleri arasında diğer parti kuvvetli bir şekilde yoksa ve iki parti seçmeni için diğer parti ?asla oy vermem? listesinin başında geliyorsa, 2+2=1,5 bile olmayabilir.
Batıda CHP’nin, Kürt bölgesinde ise BDP’nin oylarının nerelere kayabildiğini hesaplamak mümkün. Tabii bunu yaparken referans noktası olarak ?Kemalist CHPli? ve ?dindar BDPli?yi almak yine sağlıksız sonuçlar verir. Bu özellikle farklı eğilimlerdeki Türk sosyalistlerin sık düştüğü bir hata. Ortalama bir CHP seçmeni iddia edildiğinin aksine illâ Moda’da, Nişantaşı’nda ya da İzmir’de yaşamıyor. Aynı şekilde BDPliler de illâ tarikat müritleri değiller. Bu stereotiplere dayanan her türlü ?analiz?i zaten ilk elden geri dönüşüm kutusuna paslamak şart. Burada yapılması gereken şudur; seçim sonuçları haricinde gerçek ve kapsamlı bir seçmen eğilim yoklaması yapmak. Bunu yapmak her şeyden önce iki partinin kendi seçmenini tanıması açısından önemlidir.
Meseleyi sandıktan biraz dışarı çıkartmaya başlayalım. Burak Cop, yaptığı analizi belli bir motivasyonla gerçekleştiriyor; AKP’yi zayıflatmak. Bunun gerekliliğine ve Cop’un yerel seçimlerin bu yolda önemli bir adım olduğu savına katılıyorum. Ama bunun BDP-CHP ittifakıyla başarılıp başarılamayacağı tartışmaya açık. Olayı seçim sandığının ve rakamların ötesine taşırsak; böyle bir iş birliği ortaya pragmatik bir seçim harekatından öte nasıl bir siyaset çıkaracak? İki taraf ortak bir siyaset üretecek prensipler üzerinde uzlaşabilir mi? Bu prensipler iki yapının ?varlık sebepleri?ne dokunmadan oluşturulabilir mi? Bu varlık sebepleri birbirinin tam zıttına düştüğünde (mesela anadilde eğitim ya da demokratik özerklik gibi meselelerde) ne olacak? SHP-HEP ittifakı bu anlamda bize epeyce bir ışık tutabilir. Bu ittifak, SHP şu anki CHP’ye kıyasla çok daha (Batı tipi) sosyal-demokrat parti olmasına rağmen neden faciayla sonuçlandı; ittifak SHP tabanı tarafından nasıl karşılanmıştı, bu ittifakın SHP’nin CHP’ye dönüşmesinde ne kadar etkisi oldu bunları iyi düşünmek lazım. Kaldı ki ittifakın gerçekleştiği 1991 yılında Türkiye’nin ana akım siyaset ortamı hâlâ sağ-sol ekseninde sayılırdı. Günümüzde ise bu eksen muhafazakarlık-laiklik üzerine kurulu. Milliyetçilik ise tahtırevallinin iki tarafının ortak paydası. 1991’in şartlarında MHP, yine kendisi gibi hâlâ sistem dışı sayılan Refah Partisi’ne eklemlenmiş nispeten marjinal bir partiydi. Günümüzde ise ana akım siyasetin hakim paradigmasını belki en iyi yansıtan parti. HEP’in 1991 şartlarında yer bulamadığı ana akımda, BDP şu an yer bulabilir mi, tartışılır. Hele ki ittifak yapması konuşulan CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu ?yeni CHP? derken kendisi bile ne istediğini bilmiyor, bildiğini de tabanına, teşkilatına kabul ettiremiyorken…
Evet, AKP’nin iktidarını zayıflatmak şu an için öncelikli ve aciliyeti olan bir konudur. Bu yönde stratejik ortaklıklara girmek, hem Kürt Hareketi’nin, hem sosyal demokratların -hatta sosyalistlerin de- yararına olabilir. Ama olası bir ittifakın yalnızca sermayeci ve milliyetçi iki buçuk düzen partisine yaşam hakkı tanıyan hakim siyasi paradigmayı kuvvetlendirecek sonuçlar da vermemesi gerekir. Eğer o paradigma kırılmak yerine 1990’larda yaşandığı gibi halkların aleyhine kuvvetlenecekse pragmatik bir ittifakla belki AKP yine gider ama yerince BKP, CKP gelir. Bu anlamda parmak hesabıyla AKP’yi yenmek pek zafer değildir. Yirmi sene önce SHP-HEP ittifakıyla ANAP’ı yenme projesinden çok da ileri gitmez. Paradigma böyle bir yapının varlığını gerektirdiği sürece, ANAP’ın AKP’nin içinde yaşaması gibi, AKP’nin de içinde var olacağı yeni bir teşkilat mutlaka bulunur. Dolayısıyla girişilecek çabalar -içinde kısa vadeli pragmatik hamleleri bulunduracaksa bile- paradigmayı kırmaya yönelik olmak durumundadır.
İlk Yorumu Siz Yapın