Geçtiğimiz hafta içinde BirGün’de ve birgun.net’te çıkan iki yazı üzerine düşünmeye değer konuları gündeme getirmesi bakımından önemliydi. Gün Zileli’nin 13 Haziran tarihli BirGün’de yayımlanan ?Anadolu Sağcılığını Ne Yener?? ve 15 Haziran’da Başar Başaran’ın birgun.net’te yayımladığı ?CHP?den umudu kesmekle başlayacak her şey?? başlıklı yazıları yalnızca geçmişte DP, AP ve ANAP’ta günümüzde AKP’de vücut bulan sağ-muhafazakar damarı deşmekle kalmıyor, aynı zamanda CHP’nin bunu kırma yolunda neden derman olamayacağını anlatıyor. Ben bu tartışmaya biraz katkıda bulunmak istiyorum.
Gün Zileli’nin ?Anadolu sağcılığı? olarak tanımladığı muhafazakar geleneği CHP’den ve Kemalist gelenekten bağımsız olarak anlamlandırmak mümkün değil. Zira DP’den bu yana gelen ve örgütlülük anlamında da her zaman çok güçlü olan sağ damarın oluşumunda ve kemikleşmesinde CHP’nin temsil ettiği projenin rolü çok büyük. ?Anadolu sağcılığı? derken bilinçli bir ideolojiden ziyade içselleştirilmiş bir yaşam tarzını kast etmek gerekiyor aslında. Zileli’nin tarif ettiği, benim de daha önce ?Çoğunluk kimdir?? başlıklı yazımda tartıştığım muhafazakar insan topluluğu, aslında tepeden inme bir moderniteye karşı tepki veren bir geleneğin ürünü. Yani aslında bu topluluğun ortaya çıkışı, Türkiye’de empoze edilen modernliğin geniş kitleler tarafından hiçbir zaman kabul görmemiş ve halka rağmen dayatılmış olmasıyla alakalı. Bunun sonucu olarak kalabalık bir insan grubu, ?sağcı olmayı? jakoben moderniteye karşı hayatta kalma yolu olarak görüyor ve bunu bir varoluş kavgası olarak içselleştiriyor. Türkiye’de popüler sağcılığın herhangi bir ideolojik mantığı olduğunu söylemek zor, zaten ANAP ve AKP projelerinde tek bir ideolojik kaynak da yok, topladıkları destek de rasyonel olmaktan çok içgüdüsel.
Tek parti CHP’sinin bu damarın kuvvetlenmesine katkısı çok. Her şeyden önce moderniteyi tepeden dayatmaktaki ısrar ve bunu bir varoluş kavgasına çevirmek, hem partinin, hem de mühendisliğini yaptığı toplum projesinin kendisine doğal ve ezeli düşmanlar edinmesinden başka pek bir işe yaramadı. Erken cumhuriyetin kadroları, yapmaya çalıştıkları burjuva devrimini halkçı bir demokrasiye dönüştürmekten korktular, zira halkın bir söz hakkı olduğunda ortaya çıkacak şeyin doğruluğuna iman ettikleri kendi projelerinden farklı olacağını biliyorlardı. Dahası, ?halka rağmen? uygulamaya soktukları projelerinin alabora olmaması için sırtlarını etnik olarak ?temizledikleri? burjuvaziye ve toprak ağalarına yasladılar. İronik olarak, bu iki unsur bugün ?Anadolu sağcılığı? olarak tanımlanan şeyin daimi destekçisi oldu. Bir diğer deyişle tek parti CHP’si hem halkın modern olan hemen her şeye karşı bir nefret duymasına neden oldu, hem de buna karşı gelişecek muhafazakar bir politik geleneğin maddi ve sosyal kaynaklarını palazlandırdı. ?Tek parti?nin elinde ise samimiyetsiz, dayatmacı ve zayıf bir modernite projesi kaldı. Bununla bir yere varılamayacağı belliydi. Erken cumhuriyet kadrolarının temellerini attığı modernist beyin yıkama yöntemleri, asıl aklını çelmeyi hedeflediği kitlelerin nefretini toplarken, zaten bu projeye el vermeye yakın olan büyük şehirli üst-orta sınıfı yeni bir dinin hiçbir şeyi sorgulamayan müritleri hâline getirdi.
Bu işin tarihsel arka planı. Bununla birçok şeyi açıklamak mümkünse de tek başına her şeyi anlamakta yeterli değil. CHP ve o geleneğin temsilcileri, ?tek parti?nin mirasından ayrılıp farklı bir politika izleme şansını iki kez yakaladı ve aslında ikisinin de karşılığını aldı. Bunlardan birincisi güçlenen sosyalist hareketlerin örgütlediği kitlelerin aklını çelmeye çalışan Ecevit CHP’si, ikincisi ise 12 Eylül’ün ?tabula rasa?sından sonra Kemalist tonu düşürüp daha elle tutulur bir sosyal demokrasi denemesi yapan Erdal İnönü SHP’siydi. Özellikle SHP’yi, Kemalist moderniteye saplanmamış ve buna rağmen zor koşullarda kitleselleşmiş olması bakımından önemsiyorum. Günümüz CHP’sinin Başaran’ın tahlil ettiği sorunlarının birçoğunun kaynağı, SHP’nin çözülüş sürecinde bulunabilir.
1990’ların ikinci yarısı, hem ?Kürt sorunu?nun militarist bir Türk milliyetçiliğiyle karşılanmış olması, hem de 28 Şubat süreciyle SHP’den kırk-elli yıl geri gidilerek İsmet İnönü CHP’sine dönülmesine sahne oldu. Deniz Baykal’ın kendi politik istikbaliyle beraber yeniden dirilttiği CHP, SHP’nin aksine devletçi, milliyetçi ve biraz da konjonktür gereği sermayeci-patroncu oldu. Tıpkı yukarıda bahsettiğim erken Cumhuriyet deneyimindeki gibi, Kemalistler’i müritleştirdi, geriye kalanların nefretini kazandı. Orduyla beraber ?Anadolu sağcısı?nın varoluş kavgasındaki karşıtlarından biri oldu.
Kemal Kılıçdaroğlu döneminde yapılmaya çalışılan şeyin kısmen SHP dönemine dönüş olduğunu söylemek çok da abartılı olmaz. Yeni yönetimin yapmaya çalıştığı şey, partiyi ?tek parti? sevimsizliğinden kurtarıp Erdal İnönü dönemindeki ?sosyal demokrat? havaya geri döndürmekti. Kılıçdaroğlu’nun ?yeni CHP?sinin de en az eskisi kadar patroncu-sermayeci olduğunu görmezden gelsek bile yapılmaya çalışılan şey tarihi geriye almaya ya da diş macununu tüpe geri sokmaya benziyor. SHP’nin doğduğu ve güçlendiği koşullarla şimdiki bir değil. CHP, ?tek parti? zihniyetini açıkça reddetmeden ve post-28 Şubat politikalarının net bir öz eleştirisini ortaya koymadan eskiye dönemez. Dahası, 1997’den beri izlenen politikalar hem CHP tabanını, hem de ana akım siyasetin eksenini sağa çekti, bu anlamda AKP’nin yükselişi için gerekli ortamı da sağladı. Kısa bir süre öncesine kadar MHP’nin ruh ikizi olarak karşımıza çıkan bir partiden bahsediyoruz. CHP gerçekten samimi bir şekilde sosyal demokrasiye dönmek istiyorsa dahi, sağcılaşan tabanını ve siyasetin eksenini en azından eski hâline çevirmesi gerekiyor, ki bunu nasıl yapacakları meçhul. CHP’nin başına bir kaset skandalıyla gelen, en yakın yoldaşı olarak kongreden iki gün önce Baykal için TV’lerde ?o bizim babamızdı, babamız bizi bıraktı? diye gözyaşı döküp, sonra kongrede hoplayıp zıplayan Gürsel Tekin’i seçen, parti içi iktidarının örgütsel kökleri bulunmayan ve tepeden inmenin tarihini yeniden yazan Kılıçdaroğlu’na ümit bağlamak bence de anlamsız. ?Halka rağmen? politika yapan bir partinin başına ?partiye rağmen? geçen birinden devrim beklemek bana biraz saflık gibi geliyor.
Bu noktada, Başar Başaran’ın tahliline katıldığımı söylemem gerekiyor. Kendi öz eleştirisini yapmaktan ve paradigmasını değiştirmekten aciz bir CHP, herhangi bir şekilde toplumsal muhalefet yapabilecek durumda değil. CHP’nin ?muhalefet yapıyormuş? gibi durması, AKP’ye karşı yapılacak muhalefeti Kemalist modernizmin bu yazı boyunca anlatmaya çalıştığım açmazlarına sıkıştırarak gerçek bir toplumsal hareketin doğmasını da engelliyor. CHP’nin sol taklidi yapmasının, mesela Beyoğlu İlçe’deki gençlerinin Metin Lokumcu anmasına katılmayıp sonra basın açıklamasına koştura koştura gelerek en önde -kameraların tam karşısında- bayraklarla durmasının kimseye bir hayrı yok, o kadarını -muhtemelen daha samimi olarak- Milli Görüş kökenli Has Parti de yapabiliyor.
CHP’yle ilgili yapılabilecek en mantıklı şey belki de onu Baykal’ın çekip çıkardığı yere geri koymak. Yani tarihin çöplüğüne…
İlk Yorumu Siz Yapın