Televizyon programlarını daha ziyade sosyal medyadan takip ediyorum. İnsanların programlara verdiği tepkiler programların kendisinden daha ilginç çünkü.
CNN Türk’te “Dört Bir Taraf” isimli bir tartışma programı var. Nagehan Alçı, Nazlı Ilıcak, Enver Aysever ve Altan Öymen katılıyor.
Program Alçı-Ilıcak ikilisinin banal sağcılığıyla Aysever-Öymen ikilisinin onlara laf yetiştirmesi üzerine kurulu. Aysever ya da Öymen (daha çok Aysever) “rakibine” okkalı bir cevap verdiğinde Twitter’dan “goool” sesinin yükseldiğini duyabiliyorsunuz.
Programın katılımcıları arasında özellikle ilgimi çeken kimse yok, aksine yarıdan fazlasının özellikle ilgimi çekmediğini söyleyebilirim. Ama bu program bana güzel bir şey yaptırdı. Sayesinde Pierre Bourdieu’nün “Televizyon Üzerine”sini tekrar elime aldım. Bourdieu’nün medya üzerine tartışmalarını kısa yazılar hâlinde toparlayan bu kitap benim öğrencilik yıllarımda bize okutulmuştu, umarım iletişim fakültelerinde bu uygulama yayılarak devam ediyordur.
Bourdieu’nün kitabının medya üzerine ufuk açan çok tarafı var ama en çarpıcı olan kısımlardan bir tanesi doğrudan “Dört Bir Tarafé gibi programları anlatıyor.
Pierre Bourdieu, konuyla ilgili kısımda düşünce ile zaman arasında bir bağ olduğuna dikkat çekiyor ve şu soruyu soruyor; televizyon bizi “gölgelerinden daha hızlı düşünen düşünürlere mahkum etmiyor mu?” Yazar, fast food’dan hareketle bu medya erbabına fast-thinker (hızlı düşünen) adını takıyor. Kitabın Turhan Ilgaz tarafından yapılan Türkçe çevirisinde bu tabire bir karşılık bulunmamış; ben tabirin kökenini de göz önüne alarak “abur cubur düşünürleri” ifadesini kullanmayı tercih ediyorum.
“Abur cubur düşünürleri” televizyondaki tartışma hızlarını, Bourdieu’nün Flaubert’den ödünç aldığı terimle, “buyur edilmiş fikirler”e borçlular. Yine yiyecek terminolojisinden yardım alırsak bunlara “hazır” fikirler diyebiliriz. Yani hazır yemekler gibi, konservenin kapağını aç, çatalını daldır, tabağa koymana bile gerek yok. Bu şüphesiz söyleyen için de, dinleyen için de zihni fazla yormayan bir yol. Yine hazır yemek gibi, hazırlaması kolay, yemesi kolay (tabii beraberinde getirdiği “ama”ları saymazsak).
Bu basit eğlencelik; kuşkusuz televizyon kanalı için de, fazla yorulmadan gecelik temaşasını arayan izleyici için de tercih edilebilir. Ama bu abur cuburdan anlamlı bir muhalefet çıkar mı, bunu ayrıca tartışmak lazım. Bu konuda yine Bourdieu’den yardım alabiliriz.
“Gerçekten sahte ya da sahtece gerçek tartışmalar”
Pierre Bourdieu, kitabının ilerleyen kısımlarında Avrupa’da ve Amerika Birleşik Devletleri’nde adeta bir takım hâline gelmiş televizyon tartışma ekiplerinden bahsediyor. Televizyon ekranında birbirine karşıt gözüken insanların aslında bir ortaklığın parçası olduğunu anlatıyor ve şöyle diyor; “sürekli çağrılanların oluşturduğu evren, sürekli bir öz-güçlendirme mantığı içinde işleyen kapalı bir iç tanışıklık dünyasıdır.” Yani bunu şöyle pratiğe dökebiliriz; Aysever-Öymen-Ilıcak-Alçı dörtlüsü TV ekranına her beraber çıktıklarında, birbirlerinin varlığını da güçlendiriyorlar. Enver Aysever’in Nagehan Alçı’yla giriştiği her laf dalaşı, Aysever kadar Alçı’yı da meşrulaştırıyor. “Alçı sen saçmaladın, Aysever haklı, sen bir daha gelme” gibi bir mantık söz konusu değil, tam tersine Alçı’nın aldığı cevap onun varlık nedenini kuvvetlendiriyor. Zaten bu dörtlünün birbirini güçlendirebilmeleri için aralarında mutlaka radikal bir karşıtlık olması gerekir; bu dört insan hemen her konuda kolayca uzlaşabilseydi şüphesiz programın da varlık sebebi ortadan kalkmış olurdu. Bourdieu, son derece isabetli bir şekilde bu gerilimin aslında bir uzlaşı olduğunu öne sürüyor. Yani bu dörtlü, hiçbir konuda uzlaşamayacakları konusunda uzlaşarak kendilerini var ediyor, ve tabii bu işi de bedavaya yapmıyor!
Sözün özü, televizyonun abur cubur tartışma programında Aysever’in, Ilıcak ve Alçı’yla haftanın bilmem kaç gecesi tuluat oynamasını anlamlı bir muhalefet çabası olarak görmek büyük saflık. Alçı ve Ilıcak’ın memleket sağcılık esnafının en karikatür fikirlerini -ki yemek analojimize dönersek bu kedi etinden lahmacuna ya da martı etinden tavuk dönere denk gelir- ürettiklerini düşünürsek; bunlara laf yetiştirmenin abur cubur düşünürleri klasmanında bile aman aman bir marifet olarak kaydedilmeyeceğini söyleyebiliriz. Diğer taraftan sosyalist olduğunu iddia eden ve aynı iddiadaki bir gazetede yazan bir yazarın Ilıcak ve Alçı’yla ekip oluşturarak hem kendi küpünü doldurması, hem de bu iki hanımefendinin hesaplarını iyice kabartmasına yardım etmesi eleştiri konusu edilebilir.
Eğer sol ya da muhalif basın merkezli yararlı bir tartışma geliştirilmek isteniyorsa, Aysever’in Alçı’ya attığı “muhteşem goller” yerine aynı yazarın 2 Nisan tarihli BirGün Gazetesi’nde “BDP’nin zorunlu din eğitimine bayıla bayıla destek verdiği” minvalinde diktiği dezenformasyon anıtı ve neden böyle kasıtlı bir çarpıtmaya girdiği sorgulanabilir.
* Pierre Bourdieu, Televizyon Üzerine (orijinal adı: Sur la Télévision), Yapı Kredi Yayınları.
İlk Yorumu Siz Yapın