Dünya Kupası biraz da büyük ümitlerle gelip umduğunu bulamayanların turnuvasıdır. Her kupada sürpriz takımlar beklentileri alt üst ederken, birileri de beraberinde getirdiği ?favori? payesini en yakın çöp kutusuna atıp evine döner. İşte Dünya Kupası’nın en büyük on bir hayal kırıklığı:
1950 Brezilya
İkinci Dünya Savaşı sonrası yapılan ilk kupaya ev sahipliği yapan Brezilya, bütün Avrupa’nın gerilediği, herkesin savaşla uğraştığı bir dönemde geliştirdiği futbolunu şık bir prömiyerle dünyaya sunmak niyetindeydi. Bunun için de iki yüz bin kapasiteli heybetli Maracana’yı inşa etmiş, futbol çılıgını halkın desteğini de yüzde yüz almıştı. Final turuna kadar işler beklendiği gibi gitti, zaten aralarında Türkiye’nin de bulunduğu üç takım çekilmiş, ilk gruplar biraz tenha ve favoriler için rahat geçmişti. İsveç, İspanya, Brezilya ve Uruguay’ın olduğu final grubu aslında lig usûlüydü ve bir şampiyonluk maçı yoktu. Ancak son maça Brezilya’nın dört, Uruguay’ın üç puanla girmesi Güney Amerikalılar’ın maçını ister istemez final hâline getirdi. Bu maçta Brezilya’ya bir beraberlik bile yetecekti. 47. dakikada Friaça golü attığında Maracana’daki insan seli şampiyonluğun geleceğinden artık emindi. Ancak Uruguay’ın İtalyan kökenli iki oyuncusu Schiaffino ve Ghiggia bu hesapları altüst edip kupayı Montevideo’ya götüren golleri attılar. Bu Brezilya tarihinin en büyük şoklarından biriydi. Kimi taraftarlar intihar ederken, o gün giyilen formanın tasarımı uğursuz ilan edildi. Millî takım oyuncularının pek çoğu kariyerlerine son verdiler. Kupanın ilk şoku, belki de hâlâ en büyük hayal kırıklığı olmaya devam ediyor.
1966 Brezilya
Her kupanın favorisi Brezilya’nın başarılı olamadığı her turnuva, ülke için kayda hayal kırıklığı olarak geçiyor. Ama 1966’daki başarısızlık herhalde bunlar arasında en beklenmeyeni. Pele’nin kariyerinin en olgun dönemini yaşadığı, Jairzinho ve Tostao gibi iki süper genç yeteneğin ona destek verdiği takım, şampiyonluğun aslında en büyük adayı sayılabilirdi. Ancak Brezilya biraz da turnuvada çok zor bir gruba düşmesinin etkisiyle büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. Aslında her şey Brezilya için çok iyi başlamıştı, grubun en zayıf takımı Bulgaristan’ı Pele ve Garrincha’nın golleriyle geçerken zorlanmamışlardı. Ancak sonrasında yavaş yavaş altın dönemini yaşamaya başlayan Avrupa kıtasının iki devi Portekiz ve Macaristan, Brezilya’nın üzerinden geçip gittiler. 3-1’lik iki mağlubiyet son şampiyonu taca çıkarmıştı. Zaten o kupada Avrupa dışından hiçbir takım yarı finale gelemedi.
1978 Batı Almanya
Bir önceki kupada Hollanda’yla oynanan müthiş finali kazanan Federal Almanya, Arjantin’deki kupaya da iddialı geliyordu. Her ne kadar Gerd Müller ve Beckenbauer millî takımı bırakmış, Maier ve Vogts yaşlanmış olsa da takıma çok önemli yeni yıldızlar katılmıştı. İlerleyen yıllarda Alman futboluna büyük katkılar yapacak Karl-Heinz Rummenigge ve Hansi Müller, daha yirmili yaşlarının en başında kadroya girmişlerdi. Aslında takım güçlü Polonya’yla berabere kalıp, Meksika’yı 6-0 yendiğinde her şey yolunda gözüküyordu. Ancak 0-0’lık Tunus beraberliği tehlike sinyallerinin yanıp sönmeye başlamasına neden oldu. Yine de Almanya gruptan gol yemeden çıkmıştı ve ikinci gruptan da çıkmaları olasıydı. Rakipleri bir önceki kupada yendikleri Hollanda’nın yanı sıra yıllardır derin bir uykuda olan İtalya ve eski günlerini mumla aratan Avusturya’ydı. İlk maçta İtalya’yla 0-0 berabere kalan Almanlar, Hollanda maçından da 2-2’yı çıkararak aslında en zor engelleri kötü geçmemişlerdi. Artık her şey Avusturya maçına kalmıştı. Aynı anda İtalya da Hollanda’yla oynuyordu. Son on dakikaya girildiğinde maç 2-2’ydi, diğer tarafta da Hollanda’nın 2-1 üstünlüğü vardı. Bu skorlar Almanya’ya hiç değilse üçüncülük maçını getirecekti. İki taraftan gelebilecek gollerle bu final dahi olabilirdi. Ancak gol Avusturyalı Hans Krankl’dan geldi. Bu gol Batı Almanya’yı kupa dışına atarken, Krankl’a da Barcelona’nın kapılarını açacaktı. Panzerler namlusu düşmüş olarak eve dönüyordu.
1974-78 Hollanda
?İki kez final oynamış ve ikisinde de güzel futbol sergilemiş bir takımı nasıl hayal kırıklığı olarak nitelendirirsiniz?? diye sorabilirsiniz. Hayal kırıklığı, Hollanda’nın o müthiş oyunuyla Dünya Kupası’nı kaldıramamış olmasında. 1970’lerde Ajax’la başlayan ve Hollanda’dan dünyaya yayılan ?total futbol?, bir neslin futbol algısını değiştirmeyi başardı ama dünyanın zirvesine hiç çıkamadı. Bu felsefenin mucidi Rinus Michels, teselliyi ancak 1988’de Hollanda’nın ikinci altın jenerasyonunu Avrupa Şampiyonu yaparak bulabildi. Turuncu formanın 1970’lerde zirve görememiş olması gerçekten çok büyük hayal kırıklığı, ancak futbola kattıkları belki de kupanın üzerindeki plakadan çok daha kalıcı.
1982 Almanya-Avusturya maçı
Yalnızca Dünya Kupası’nın değil futbolun en büyük hayal kırıklıklarından hatta, utançlarından biri 25 Haziran 1982 günü İspanya, Gijon’da oynanan Almanya-Avusturya Dünya Kupası grup maçı. Cezayir’e yenilip Şili’yi yenen Federal Almanya’yla, iki maçını da kazanan Avusturya’nın son maçı Cezayir-Şili maçından bir gün sonra oynanmış, kupanın en güzel takımlarından Cezayir’in bu maçı kazanmasının ardından 1-0’lık Almanya galibiyetinin iki takıma da yeteceği anlaşılmıştı. Almanya bu golü karşılaşmanın hemen başında Horst Hrubesch’le buldu. Sonrası ise skandaldı. İki takım, maça gelen kırk bin seyircinin yuhalamaları ve Gijon seyircisinin İspanyolca ?dışarı, dışarı? tezahüratlarının arasında seksen dakika utanç verici bir şekilde top çevirdi. İki takım da tur atladı, Cezayir takımı hak etmediği bir biçimde elendi. Maç, futbolseverler tarafından unutulmazken, FIFA bir daha son maçları hiç farklı gün ve saatlerde oynatmadı.
1982-86 Brezilya
Brezilya her kupanın favorisidir, onların final oynamaması hep sürprizdir demiştik ama 1982-86 kuşağı bu bakımdan ayrı bir bölümü hak ediyor. ?Beyaz Pele? Zico, Socrates, Toninho Cerezo, Eder, sonrasında Casagrande ve Careca gibi yıldızlarıyla bu kuşak Brezilya’nın ürettiği en rafine takımlardan ikisini gönderdi Dünya Kupası’na. 1982’de fırtına gibi girdikleri kupada ilk grupta herkese fark attılar. İkinci gruplarda Maradonalı Arjantin’i perişan ettiler ama o müthiş 3-2’lik maç, Rossi’nin tarih yazdığı maç, Brezilya’yı yarı finalden etti. Kupanın en iyi hücum eden takımıydılar ama kıl payı kaçırdıkları bir maçla, biraz da kupanın statüsü yüzünden elenip gittiler. 1986’da da gol bile yemeden çıkmıştı gruptan Brezilya ve ikinci turda bir önceki kupanın yıldızı Polonya’yı gole boğmuştu. Ancak çeyrek finalde kendileri gibi çok güzel bir takımı, Platini’nin Fransa’sını karşılarında buldular. Denk kuvvetleri ancak penaltılar ayırabildi ve Brezilya Guadalajara’dan eve dönüş biletini almak zorunda kaldı. Üstelik o yıl Brezilyalılar ezeli rakipleri Arjantin’inin şampiyonluğuna da tanıklık etmek zorunda kaldılar.
1994 Kolombiya ? Andres Escobar
İtalya’daki 1990 Dünya Kupası’nın en göze hoş gelen, en sempatik takımlarından biriydi Kolombiya. Kaleci Higuita, Rincon ve Valderrama gibi yıldızlarıyla Kolombiya’yı futbol haritasında bir yere koymuşlardı. Takım 1994’te de ilerleyebilecek ekiplerden biri olarak gösteriliyordu. Ancak Kolombiya, bu kupada çok da zor bir gruba çıkmıştı. Hagi, Dumitrescu ve Raducioiu ile harikalar yaratan Romanya, ev sahibi Amerika ve yine en iyi nesillerinden birini yakalamış İsviçre takımın rakipleriydi. İlk maçta Romanya, müthiş bir oyun ve destansı gollerle 3-1 yendi Kolombiya’yı. İkinci maçta ise ABD 2-1 kazanırken gollerinin ilkini Andres Escobar kendi kalesine gönderiyordu. Kolombiya son maçta, Romanya’yı 4-1 yenmiş İsviçre’yi yendi ama elenmekten kurtulamadı. Asıl kara haber ise Kolombiya evine döndüğünde geldi. Andres Escobar, Medellin’de on iki kurşunla vefat etmiş, katili tetiğe her basışında ?gol!? diye bağırmıştı. Gırtlağına kadar bahis ve uyuşturucu kartellerine batmış ülkenin futbolu da Escobar’la beraber can vermişti. Kolombiya’da futbol bir daha hiçbir zaman eskisi gibi olmadı.
1994 Arjantin ? Maradona
Kupanın en büyük hayal kırıklıklarından biri de 1994’te Diego Maradona’yla yaşanan skandaldı. 1982’deki kupada ilk hayranlarını edinen, 1986’da kupayı neredeyse tek başına alan, arada Napoli efsanesini yaratan, 1990’da finalde kaybeden Maradona 1994’e gelindiğinde futbolundan çok uyuşturucu alışkanlığı, aşırı kiloları ve gazetelerde hakkında çıkanlarla anılmaya başlamıştı. Ancak fazla kilolarını atmaya başlayan Maradona’nın millî takım kadrosunda yer alması yine de pek çok futbolseveri heyecanlandırıyordu. 4-0’lık Yunanistan maçında attığı gol ve kameralara yolladığı öpücükler güzel bir geri dönüşün müjdecisi gibiydi. Ancak bu maçtan sonra Maradona’nın dopingli olduğu açıklandı. Arjantin de bir sonraki tur Romanya’ya elendi. Bu futbolcu Maradona’nın Dünya Kupası’na bir efsaneye yakışmayan vedasıydı.
2002 Fransa
1998’de kendi evinde düzenlediği kupada güzel bir futbolla ve güle oynaya şampiyon olan Fransa artık adını devler arasına yazdırmış, tüm kadro dünya çapında üne kavuşmuştu. Üstelik 2000’deki Avrupa Şampiyonluğu da takımı iyice bulutlara çıkarmıştı. Danimarka, Uruguay ve Senegal’den oluşan ilk rakipler Fransa için 2002’nin çok problemsiz başlamayacağını işaret ediyordu. Ancak beklendiği gibi olmadı. İlk maçta Fransa’nın eski sömürgesi Senegal, futbolda yükselen bir değer olduğunu Roger Lemerre’in ekibini 1-0 yenerek kanıtladı. Bu sürpriz sonuç moralleri bozmuştu ama daha kötü olan Fransa’nın futboluydu. 0-0’lık Uruguay maçıyla beraber eleştirilerin dozu artmaya başladı. Üstelik takımın elenme ihtimali de artıyordu. Nitekim Dennis Rommedahl ve Jon Dahl Tomasson, Fransa’nın Dünya Kupası ızdırabına son noktayı koydular. 1998 jenerasyonu kariyerindeki ilk ağır darbeyi almıştı.
2006 Brezilya-Arjantin
Özellikle 1960’lardan itibaren Brezilya-Arjantin rekabeti yalnızca Güney Amerika’nın değil dünyanın da ilgisini çeken bir çekişme hâline geldi. Gerçi iki takım Dünya Kupaları’nda nadiren karşı karşıya geldiler, birinin yükselişi hep öbürünün düşüşüne denk geldi. Ama yine Brezilya’nın mı, yoksa Arjantin’in mi daha başarılı olacağı hep merak edildi. Almanya’daki 2006 kupasında iki takım da sorunsuz başladı. Arjantin; Hollanda, Fildişi Sahili ve Sırbistan-Karadağ gibi üç müthiş ekibin arasından güzel futbolla birinci olarak sıyrılırken, Brezilya da kendi grubunu puan kayıpsız geçti. Üstelik fikstür de o çok beklenen ama hiç gerçekleşmeyen Brezilya-Arjantin finalini işaret ediyordu. Brezilya, ikinci turda Gana’yı rahat geçerken Arjantin biraz zor da olsa Meksika’yı eliyor ve bu müthiş finali biraz daha yaklaştırıyordu. Ancak ne olduysa çeyrek finalde oldu. 2002 ve 2004 facialarından sonra kimsenin bir şey beklemediği Fransa Brezilya’yı elerken, Arjantin de ev sahibi Almanya’ya penaltılarla kaybediyordu. Tıpkı 1966 gibi 2006 da Avrupalıların kupası olmuş, Güney Amerika’nın finali yine başka kupaya kalmıştı.
1934-2006 İspanya
Futbol bir yere kadar analitik bir oyundur. Taktiklerle, istatistiklerle futbolda neyin nasıl olduğunu belli ölçülerde açıklayabilirsiniz. Ancak dünyanın en iyi futbol ülkelerinden birinin tarihinin en iyi kadrolarıyla dahi Dünya Kupası’nda finale gelememesini kolay kolay açıklayamazsınız. Bırakalım finali, İspanya’nın 1950’de o zamanki statüyle final grubuna kalıp dördüncü olması dışında yarı finali dahi yok. Büyük oyuncular Alfredo di Stefano, Luis Arconada, Andoni Zubizarreta, Emilio Butragueno, Fernando Hierro, Josep Guardiola, Raul Gonzalez ve Iker Casillas’ın ortak noktası İspanya’yla Dünya Kupası hüsranı yaşamış olmaları. Macaristan’la final gören ve büyük işler yapan Ferenç Puşkaş bile İspanya formasını yalnızca dört kez giyerken bu hayal kırıklığına ortak oldu. Tarihinde ikinci kez Avrupa şampiyonu olan ve elemelerde şov yapan İspanya bu kez makus talihini kırmaya geliyor. Ancak bu kez bu gerçekleşecek mi, yoksa İspanyolların deyimiyle ?dört senede bir on bir can alan trafik kazası? tekrar mı edecek, önümüzdeki günlerde göreceğiz.
selam sitenize her gün gelen kişiyim siteniz gercekten güzel faydalı konular var site kurucularına teşekür ederim ilk yorumumla teşekür ederek başlamak istetim