Seçimin ilk turunun üzerinden bir aydan fazla geçti. Hâlâ şu sorunun yanıtını arıyoruz; Erdoğan ülkeyi dolu dizgin iflasa götürmesine, deprem katliamında birinci dereceden sorumlu olmasına, ülkedeki gençlerin umudunu sıfıra indirmesine rağmen, yine de nasıl seçilebildi? Aslında kamuoyu araştırmalarının asıl devreye girmesi gereken yer burası. Kahve falı kıvamındaki seçim öncesi anketleri yerine seçim sonrası anketleri yapılsa, Türkiye toplumuna dair daha elle tutulur veriler üretirler. Tabii ne kendilerinin, ne de siyasi partilerin böyle bir derdi olmadığı için bu yapılmıyor. Sonra her seçimin ardından halkı ne kadar tanımadıkları ortaya çıkıyor.
Erdoğan’ın halkın çoğunluğunun desteğini her şeye rağmen hâlâ elinde tutabiliyor olmasında, AKP’nin müthiş örgütlülüğünün ve devletin imkanlarının sonuna kadar sömürülmesinin etkisi büyük elbette. Muhalefetin söylemi ne kadar güçlü olursa olsun, bunları kırmak şu ana kadar mümkün olmadı, özellikle de büyük şehir merkezlerinin dışında. Ancak Erdoğan’ın gözden kaçan ve sonuna kadar başarıyla kullandığı söylemsel bir silahı da var. Bugün bunu tartışmak istiyorum.
Erdoğan, bu seçimlerde daha öncekinden çok daha fazla negatif kampanyaya yöneldi. Her zaman yaptığı çarpıtmaların üstüne, bu kampanyasında düpedüz yalan da eklendi. Kılıçdaroğlu’nun montajlı videoları, etik hareket etmeyi hiçbir zaman önemsemeyen bir lider ve parti için bile dikkat çekici derecede faullü bir hareket.
Erdoğan’ın ilk tura kadar olan negatif kampanyası, iki tur arasında muhalefeti de aynı yola soktu. Ağanın eli tutulmadı tabii. Kimse gerçeği varken, Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan taklidine prim vermedi.
Aslında bu seçim kampanyasında Erdoğan’ın kullandığı taktiğin özü, daha öncesine dayanıyor. Kendi yanlış politikaları nedeniyle yaşam kalitesi yerle yeksan olan halkın öfkesini, bir nefret objesi yaratarak (ya da yaratılmasına imkan vererek) kendinden uzaklaştırıyor, hatta bunu muhaliflerinin elini kolunu bağlayarak, hatta hatta kendi yanına dizerek yapıyor. Yıllardır Erdoğan’ın yarattığı sahte şeytanları kovalıyor bu ülke, halkıyla, muhalefetiyle…
Erdoğan bu seçimde kendisinin ve partisinin düşüşünü engelleyemezdi. Onun yerine “yumuşak iniş, kontrollü düşüştür” düsturuyla Kılıçdaroğlu’nu kendisinden az oy alabilecek hâle getirmenin yollarını aradı. Bunu da halkın birikmiş öfkesini nefrete dönüştürerek yaptı.
Öfkeyle nefretin arasındaki farkı açıklamak bana düşmez, psikolojinin konusu. Psikiyatrist Tim Hill diyor ki, “Öfke, diğer duygular gibi zaman içinde başka duygularla yer değiştirebilir. Nefret ise bir politikadır, kişi öfkeli olmadığı zamanlarda bile var olabilir, özellikle uzun süreli yer ederse kurtulmak çok zordur.”
Bu argümanı Erdoğan’ın stratejisi açısından yorumlarsak, kendisinin neden olduğu öfkenin sonuçlarıyla karşılaşmamak için toplumda yerleşik korkuları sömürerek o öfkeyi dönüştürecek bir nefret yaratıyor ve bunu kendisinden başka bir süjeye yönlendiriyor.
Bu seçimin mönüsü, din düşmanı Geziciler, Alevi Kılıçdaroğlu, terörist Selo ve “LGBTciler”di. Erdoğan, muhafazakar seçmenin kendisi gibi olmayana karşı olan korkusuna oynadı ve kazandı. Bunun oy verme davranışına etkisi ne düzeyde oldu, saha verisi olsaydı bilecektik. Ama Kılıçdaroğlu ile arasındaki farkın düşüklüğünü düşünürsek sonucu değiştirecek kadar olması pek mümkün.
İşin ilginç ve daha ürkütücü tarafı, Erdoğan’ın nefret objelerinin peşinden muhalefetin de gitmesi. Muhalif seçmen, sonradan TC vatandaşı olanların seçimin sonucunu değiştirdiğine inanıyor. Aradaki farka yetecek kadar sığınmacı ya da parayla vatandaşlık alan insanın oy kullandığına dair hiçbir veri yok elimizde. Ama bir avuç destekçisi olan Yeşiller Partisi’nin kuruluşunu bile yıllardır engelleyen AKP’nin yalan dolu kampanyalarını hiçbir şekilde engellemediği bir Zafer Partisi fenomeni var karşımızda. Tek elle tutulur politikası, “Suriyeliler gidecek” olan bu parti, yalnızca sığınmacı meselesini tartışılamaz hâle getirmedi, aynı zamanda öfkeyi Erdoğan’ın üstünden çekip sığınmacılara yönelik bir nefret dalgasına da dönüştürdü. İlk turda seçimin sonucunu %5-6’lık bir payla Erdoğan lehine değiştirmekle de kalmadılar, Sinan Oğan açıktan Erdoğan’la işbirliği yaparken, partinin başkanı Ümit Özdağ ise o işbirliğine yalnızca açgözlülük edip bakanlık diye tutturduğu için katılmadı. Muhalefet ittifakının parçası olan İYİP bile seçmeninin Sinan Oğan tarafına kaçmasına açıkça göz yumdu, hatta belki de çanak tuttu. Bu seçimin sonucunu sığınmacılar değil, Erdoğan’a yönelik öfkeyi savaştan kaçan insanlara yönelik bir nefrete yönelten aşırı sağcılar belirledi. Kendilerini yaratan ve besleyen devletin sahibine sadakatten şaşmadılar.
Erdoğan, bundan sonra da düşüşünü nefret ile yumuşatacak. LGBTIQ+ bireylere ve onların müttefiklerine karşı düzenlenen örgütlü saldırılar, toplumun yabancı düşmanı tandanslarından sonra homofobisinin de kaşınmaya devam edeceğinin göstergesi. Üstelik, halkın öfkesini kendi bildiği gibi yaşamak isteyen bir grup insanın üstüne nefret olarak salmanın siyasi-toplumsal avantajlarının yanında, Erdoğan’ın Gezi’deki onulmaz yenilgisinden sorumlu tuttuğu örgütlü gruplardan birini öfkeli kalabalıklara linç ettirme (öyle Twitter’daki gibi değil, bildiğimiz linç) hayaline de hizmet ediyor.
Kurumsal ana muhalefet, gerek yabancı düşmanı, gerekse homofobik nefret konusunda rezalet bir sınav verdi, veriyor. Öfkenin nefrete dönüşmesini engellemek yerine, o nefret üzerinden iktidarla sidik yarıştırıyorlar. Siyasetle halkı dönüştürmeye çalışmaktan zaten vazgeçmişlerdi, artık iktidarın kendilerini dönüştürmesine de izin veriyorlar. Zafer Partisi’nin argümanlarıyla ikinci turun kazanılacağını sanmak da, Erdoğan’la homofobiklik yarıştırmak da aptallıktı. Nefretin hakim olduğu her koşulda Erdoğan’ın kazanacağına kafaları basmadı. Erdoğan’ı devirecek öfkenin sönümlenmesine el vermiş oldular.
Herkesin bildiği bir gerçek var. Bunu biz de biliyoruz, muhalefet de biliyor, AKP de biliyor, seçmeni de biliyor. Türkiye, daha iyi olmayacak. Bu feci kabusa beş yıl daha süre tanımanın bedelini çok ağır ödeyeceğiz. Türkiye’de kimse -AKPliler dahil- mutlu değil, herkes öfkeli, daha da öfkeli olacak. Artık bu öfkenin doğru hedefe örgütlü bir şekilde yöneltilmesinin yollarını aramak zorundayız. Yoksa kendi nefretimizle Erdoğan’ı her seferinde balkona yeniden çıkarırız.
Sayın Irak,
sizi ayrıldığınız Diken’de fark ettim ve severek izliyordum.
Şahsi sayfanızı oldukça temiz buldum, sade ve düzenli. Ancak benim gibi yaşlılar için bir sorun var. Yazılarınızı güzümden yaş aka aka okudum. Keşke biraz daha siyah yapsanız, görme zorluğu çektim.
sağ kalın, sağlıklı kalın.
Dostlukla
Uyarı için teşekkür ederim, ilgileneceğim.