Fikret Orman ve yönetimi geçtiğimiz aylarda kulübü içinde bulunduğu felaket koşullarından şimdiye kadarki yönetim düzenini tamamen değiştirerek çıkarma vaadiyle Beşiktaş?ın başına geçti. Filmin sonunu önceden söylemiş gibi olmayayım ama umut edilen devrim gerçekleşmeyecek! Nedenini anlatayım.
Türkiye?de futbol, 1970?lerin başında İstanbul?un azınlık ve semt kulüplerinin yerini devletin Anadolu şehirlerinde amatör kulüpleri zorla birleştirip kent burjuvazilerine emanet etmesiyle tamamen değişti. O zamana kadar hem İstanbul?daki, hem de Anadolu?daki amatör oyuncu havuzunu rahatlıkla kullanan ?üç büyükler?, bu tarihten itibaren karşılarında oyuncularını arz-talep koşullarında, neredeyse ihale usulü satan kulüp başkanlarını buldular. Tribün gelirleri dışında herhangi bir gelir kalemi olmayan büyük kulüpler, rekabeti bir anda kabaran futbol piyasasında rakipleriyle baş edebilmek için kulübe dışarıdan (cebinden, şirketlerinden) sermaye pompalayan ve verdiği paranın karşılığını iktidar olarak alan zengin başkanlara mecbur kaldılar. Kuruluşlarından beri politikacıların ve eski sporcuların idaresinde giden kulüpler bu dönemde Emin Cankurtaran, Mehmet Üstünkaya gibi iş adamlarının eline geçti.
24 Ocak kararları ve onu takip eden 12 Eylül darbesinin yarattığı neoliberal ortam, 1980?lerde tüm ülkeyi iş çevrelerinin kontrolüne verdi. Gerek cuntanın Türk-İslam ideolojisinin palazlanması, gerekse ülkede at koşturan iş adamlarının halk nezdinde pozitif imaj vermesi için son derece müsait bir ortam sunan futbol, bu dönemde devlet destekli olarak iş adamlarının elinde modernize edildi. Bu dönemde Özal?a yakın iş adamlarının çoğunlukta olduğu Galatasaray bu modernizasyonda başı çekti. Jupp Derwall?in gelişi, Florya?da ilk Batı tipi antrenman tesislerinin hizmete girişi, yabancı yasaklarının delinmesi konusundaki kolaylıklar sonucunu Avrupa çapında ulaşılan sportif başarılar olarak verdi. Galatasaray?ın Şampiyon Kulüpler Kupası?nda yarı final oynamasıyla başlayan bu dönem 12 Eylülün şoven ideolojisinin ekmeğine yağ sürecek bir pop-milliyetçiliği yaratmakla kalmadı, iş adamlarının kulüpler için vazgeçilmez olduğu algısını da sağlamlaştırdı.
Beşiktaş, ?paralı başkan?ların kulübü yönetmeyi becerememesinden kaynaklı bir borç batağı içinde 1980?lere girerken, kulüp içerisinde yaratılan bir sistem, tarihin bu az önce anlattığım akışı içinde bir anomali olarak ortaya çıktı. Halim selim Süleyman Seba yönetimi ve Serpil Hamdi Tüzün gibi dahi hocaların yarattığı ?özkaynak düzeni?, neoliberalleşen Türkiye?de akıntıya kürek çekiyor ve başarılı oluyordu. Seba dönemindeki bu olağanüstü başarı, zaten çekirdek taraftarı emekçi olan Beşiktaş?ın futbol kapitalizmine karşı direnişini sağladı. Bu nedenle Beşiktaş, Galatasaray ve ardından Fenerbahçe?nin 1980?ler ve 1990?lar boyunca yaşadığı süreçleri yaşamadı. Tâ ki futboldaki göreceli bir sportif başarısızlık Seba?nın aleyhine bir kampanyaya dönüştürülene ve Beşiktaş tarihinin en başarılı başkanı kulüpten taraftarın küfürleri eşliğinde gönderilene dek.
Yeni Başkan Serdar Bilgili, iş çevrelerinden gelme bir isim olarak Beşiktaş?ı, yirmi yıldır girmemekte direndiği yola sokmakta gecikmedi. Bunu yaparken eski düzenin köhneliğinden dem vuruyor ve o düzeni rehabilite etmek yerine yok etmeyi tercih ediyordu. Bu yolda ihtiyacı olan desteği ise futboldaki başarıdan sağlıyor, Beşiktaş?ın her başarısı eski dönemden yeni bir kopuş olarak geri dönüyordu. Bu dönemde yapılanları kısaca hatırlarsak; orijinal (ve pahalı) forma almayan taraftarın gerçek taraftar olmadığını iddia eden dev afişler stadyuma bu dönemde asıldı, İnönü?nün kalbi konumundaki kapalı tribüne localar bu dönemde yapıldı, Pakistan?ın eli kanlı darbecisi Müşerref taraftara kahraman olarak bu dönemde tanıtıldı, Alaattin Çakıcı kulübün resmi belgeleriyle yurt dışına bu dönemde kaçırıldı. Beşiktaş?ın ilk yarıyı 11 puanla önde kapadığı sezonda neden şampiyon olamadığını, Lucescu?nun giderken söylediklerinin ne anlama geldiğini, Seba?ya edilen küfürler sayesinde göreve gelen Bilgili?nin stadyumdaki küfürleri bahane ederek neden kayıplara karıştığını hâlâ bilmiyoruz.
Yıldırım Demirören?e gelince… Demirören, Serdar Bilgili?nin temellerini attığı zihniyetin en kötü şekilde nasıl kullanılacağını gösterdi. Kulübü kendisine borçlandırdı ve bağımlı hale getirdi, IMF?nin ve Dünya Bankasının ülkelere karşı senelerdir uyguladığı ?Borçlandırarak iktidar kurmak? stratejisini Beşiktaş?a karşı başarıyla uyguladı. Başka sektörlerdeki iş ortağı Mendes?in kulüpten müthiş paralar kazanmasını sağladı, futbol takımını onun futbolcularıyla doldurdu, Beşiktaş?ın genç futbolcularını onun fonuna sattı. Basketbol şubesini kendi şirketinin sponsorluğuyla finanse ederek yine kendisine bağımlı hale getirdi. Bugün ?Demirören yeter? diye bağıran taraftar Beşiktaş Milangaz?ın şampiyonluğunu kutluyor. Oysa şube yalnızca geçtiğimiz yıl 5 milyon liraya yakın zarar etti ve iflasa doğru gidiyor. Normalde sponsor desteğiyle kapatılabilecek bu açık kapanmıyor. Aynı zamanda kulübün alacaklısı olan sponsor harcamaların kısılmasına izin vermiyor, aksine harcama rejimini kontrol ederek borçluluğun devamını sağlıyor. O borç kapanmadıkça ipler Demirören?in elinde kalıyor. Bu düzeni sürdürmenin en kolay yolu ise sportif başarı sağlamak. Takım şimdi Euroleague?te ve sponsorun eline bakmaya mecbur. Demirören isterse Arroyo?nun yanına birkaç yıldız daha getirecek, bütçe açığı asla kapanmayacak, takım başarılı olduğu için de kimse ses etmeyecek. ?Çıldırt bizi başkan? düzeni devam edecek. Ne zamana kadar? Bir gün o borçlar idare edilemeyene kadar, şu an futbolda yaşandığı gibi…
Beşiktaş?ta devrim olmayacak. Çünkü futbolda İbrahim Altınsay?ın sunduğu, öz kaynaklara dayanan ?yeniden yapılandırma planı?nı elinin tersiyle iten ve Altınsay?ı dışlayan Fikret Orman olan biteni görüyor. Futbol takımının ani bir sportif başarısızlığına taraftarın olumsuz tepki vermeyeceğine güvenmiyor. Mustafa Denizli gibi ehven-i şer kadrolarla günü en iyi kurtarabilecek bir hocayla çalışmak istemesi de ondan. Basketbolda Demirören finansmanı ve borçluluğun devamıyla gelen şampiyonluğa eleştirel bakmayı beceremeyen, başarı için, kupa için Demirören?in vesayetini bile hoş gören bir taraftarla futbolda bir başarısızlık halinde başına gelecekleri görüyor. Bu takım yeniden yapılanırken es kaza düşme hattına inerse Ümraniye?nin basılmayacağından emin olamıyor. Haklı da…
Ama şunu da söylemek lazım. Fikret Orman, Beşiktaş?ı iflasa götüren zihniyeti paylaşmayan bir insan değil. Bilgili?yle, Demirören?le aynı dünyadan geliyor. Onların getirdiği sistemin paradigmalarını reddetmiyor, sistemi sürdürebilecek çözümler arıyor. Şu ana kadar yaptıkları, göze hoş görünen ama hakim yapıyı hiçbir şekilde rahatsız etmeyen şeyler. FEDA kampanyası, taraftara ürün satmanın afili ve romantik bir yolundan çok ötesi değil. Orman, FEDA ile taraftarın cebindeki paraya göz koyuyor ama o paranın nasıl kullanılacağı konusunda onlara söz hakkı vermiyor. Taraftarın karar alım süreçlerine aktif katılımıyla ilgili hiçbir proje yok. ?Beşiktaş için yüz bin üye? projesi kötü değil ama yetersiz ve samimiyetsiz. 1200 lira giriş ücretiyle Beşiktaş ancak İsveç?te ?halkın takımı? olabilir. Ayrıca üye sayısını yükseltmek, üyelerin yönetim süreçlerine katılım kanalları arttırılmadıkça yalnızca aidatlarla sıcak para kaynağı yaratmaya yarar, ki bu uygulamanın asıl hedefi de bu, demokratik ya da halka ait bir Beşiktaş yaratmak değil.
Beşiktaş semtinin merkezine pergel koyup 20 kilometre yarıçaplı bir çember çizin. O dairede sıradan halkın hayatını tehdit eden soylulaştırmayı dayatan kentsel dönüşüm projelerinde, zenginlerin yerleştirildiği rant merkezlerinde Beşiktaş?ın son üç başkanının ismini göreceksiniz. Fikret Orman, bir şeyi FEDA edecekse önce Beşiktaş?ın burnunun dibindeki ?kentsel dönüşüm? projelerinden vazgeçsin, iyi niyetini bir kanıtlasın. Sonra da taraftarı kupayla oyalıyor diye göz yumduğu, yerine çözüm aramadığı Demirören sponsorluğundan. Taraftarı önce Beşiktaş?ın değerlerinin sportif başarıdan (evet basketboldaki de dahil) daha önemli olduğuna ikna etsin, sonra da iktidarını onlarla paylaşsın. Eğer devrim yapılacaksa, bu Seba gittiği günden beri Beşiktaş?ı enkaza çeviren paranın saltanatıyla uzlaşarak değil, onu tamamen reddederek olacak. ?Halkın takımı? yalnızca taraftara tişört satmak için kullanılan tatlı bir yalan değil, Beşiktaş?ın gerçeği olacak!
Öbür türlüsü, yalnızca neoliberal Beşiktaş?ı biraz daha sürdürmek için çabalamak olur. Ta ki iflas kaçınılmaz olana kadar. O zaman da kulüp zaten gerçek sahiplerine kalır, ama elde kalan ne olur bilinmez.
herkes FEDA kampasının Beşiktaş’a maddi destek olduğunun bilincinde.. Niye üstünü örtmeye çalışsın ki yönetim? Herkes o Tshirtü alırken maddi destek yapmak için alıyor?
Galatasaray ve Fenerbahçe’nin iyelik parası ne kadar 5tl mi? 🙂
Hem Lucescu giderken ne söylediğini biliyor musun? Benim bildiğime göre senin yazdığınla örtüşmüyor..
Samet Aybaba Beşiktaş için her şeye hazırım, hatta para da almam dedi. Tamamen göz boyamak için ama bir o kadar da birçok kişiyi etkileyen laflar bunlar.
Samet Aybaba madem para almamaya hazırım diyor o zaman almasın. Almasın ki görelim ne kadar fedakâr olduğunu.
Ayrıca Beşiktaş’ın Ferguson’ı olacağım gibi komik bir laf etti ki evlere şenlik. Gittiği kaç takımda 2 seneden fazla durmuş ki Beşiktaş’ın başında uzun süre duracak ve ayrıca başarılı olacak?
Yazık.
Yazıdaki bazı argümanlar tamamen yanlış çıktı geçen kısa sürede.Demirörenler ile olan ilişki geçmişin hesaplaşması üzerine yapılan pazarlıklar nedeniyle olmadı.Bunun böyle olacağı zaten F.Orman’ın demeçleri ile belliydi.Bundan başka şu anda Demirören grubu diğer sponsor adaylarına da baskı yapıyor olmamamları yönünde.Görünen o ki yeni sponsor olmayacak ama senin dediğin gibi taraftar kulübü de basmayacak başarısızlıkta.Herkes kombineleri bekliyor, takımı destekleyecek.Ancak işler kötü gittiğinde tepkilerin olması, özellikle ülkemizde, çok normal.Daha şimdiden Quaresma takımdan gönderilirse Beşiktaş’ı bırakacağını söyleyen taraftarlar var, sen düşün ülkedeki taraftar profilini.Kulüp üyeliği aidatının düşürülmesi bir devrimdir.Evet mevcut giriş ücreti çok yüksek ancak bu fiyata düşürülmesi için kongrede yapılan savaşlara inanamazsın.Bazı “dinazorlar” o kadar direnç gösterdiler ki ama kurdukları sistem sayesinde onlar da organize olamadıkları için başaramadılar.Yetmedi iptali için mahkemeye gitmeye karar vermişler.Yönetim içerisinde bu ücretin çok düşük bir seviyeye çekilmesi için savaşanlar var, ben biliyorum ama önce yapılması gereken tüzük değişikli çünkü üyelik için gereken şartlar nedeniyle bedava da olsa belli bir sayı üzerine çıkmak mümkün değil(iki üyenin bonservisi olayı mesela).Önümüzdeki dönemde bu ücretin daha da düşürülmesi için çalışılacağını yoksa bu ücretle 100bin üye barajının aşılamayacağını yöneticiler de söyledi.Şu durumda ben de üye olmak için işlemlere başlayacağım hatta üç ay sonra giriş ücretinin düşeceğini bilsem de bunu yapacağım(tıpkı bir ay önce bu söylentiler varken 2000tl ödeyip üye olanları biliyorum).İşte bu insanlar(yani bizler) kongrede etkin olduğumuzda K.Slautern başkanı Kuntz gibi başkan olarak gerçek Beşiktaş’lı ve futboldan anlayan yöneticileri kulübümüzün başına geçireceğiz.