Tito?nun Yugoslavya?sını ayakta tutan bir numaralı prensip, federe yönetimlerin dengesiydi. Slovenya, Hırvatistan gibi daha gelişmiş cumhuriyetler; Kosova, Makedonya gibi daha mütevazı olanları sübvanse ediyor, bu şekilde cumhuriyetin tüm vatandaşlarının aynı refah seviyesine sahip olması sağlanıyordu. Ancak bu dengenin sürekli olarak sağlanabilmesi için tüm yapıların aynı Yugoslavyalılık idealine inanması gerekiyordu. Yugoslavlar, Yugoslav olmayı bıraktığında Yugoslavya da tarihe karıştı, hem de kanlı bir şekilde.
Hassas bir şekilde dengede duran Yugoslavya?nın ağırlık merkezine en yakın parçasıydı Bosna Hersek. Belki de bu kadar acı çekmesinin nedeni de bu oldu. Bu cumhuriyet her anlamda Tito?nun ülkesinin mikrokozmosuydu. İçinde farklı etnik kökenlerden ve dinlerden insanlar yaşıyordu, ekonomik açıdan da tam ortalamayı tutturuyordu. 1990?lardaki büyük sarsıntının tam merkezinde olması bu bakımdan çok şaşırtıcı değildi. Tito?nun ülkesini yıkmanın yolu Bosna Hersek?i yok etmekten geçiyordu.
Yaşanan kan ve vahşet dolu yıllardan sonra bugün Bosna Hersek, hâlâ Tito?nun Yugoslavya?sına en çok benzeyen yer. Doğu Bloku?nun kapitalizmin frapanlığına tamamen teslim olmuş başkentlerinin aksine Saraybosna hâlâ mütevazı ve burada serbest piyasanın tam olarak at koşturduğunu söylemek hâlâ güç. McDonalds?ı ve Starbucks?ı olmayan bu başkentte hâlâ küçük işletmeler ayakta, hâlâ tüketim çılgınlığı buraya uğramış değil. Eğitim ve kültür düzeyi Avrupa?nın pek çok büyük şehrinin oldukça ilerisinde.
Diğer taraftan hassas dengeler de hâlâ mevcut. Bosna Hersek, savaş sonrası Boşnak&Hırvat Federasyonu ve Sırp yönetimi olmak üzere iki yapının birleşiminden oluşturuldu. Bu yapıya net bir isim vermek güç. Federasyon desen, değil. Adeta yeni bir savaş çıkmasın diye Bosna Hersek?in kırılgan vücudunun üzerine özel olarak dikilmiş bir yönetim şekli bu. Kimse bu yapıdan tamamen memnun değil ama kimsenin aklından da yıkmak geçmiyor. Bir Bosnalı arkadaşım bana bunun nedenini şöyle açıklamıştı Saraybosna?da ilk savaş cinayetinin işlendiği köprüye bakarken; ?Tekrar savaş çıkarsa bunun herkes yok oluncaya kadar devam edeceğini herkes biliyor.? Yani savaş, Sırp, Hırvat ya da Boşnak tüm Bosnalılar için toplu intihar. Kime buna yanaşmıyor. Çocuk parklarının bile mezarlığa dönüştürüldüğü bu ülke savaş baltalarını gömmek zorunda olduğunu iyi biliyor.
Ülkenin tüm yönetim kademelerindeki Boşnak&Hırvat+Sırp formülü, futbol federasyonunda da geçerli. Ama başka alanlarda kimse bu formülü sorgulamaya pek cesaret edemezken, iş futbola gelince sesler yükseliyor. Bosna Hersek?te mevcut durumun yarattığı gerilimin kendini bir şekilde ifade edebildiği belki de tek yer futbol sahaları. Taraftarlar kendi milli takımları ceza alsın diye olay çıkartabiliyor, oyuncular milli takımı boykot edebiliyor. Çoğunluğu Müslüman oyunculardan oluşan milli takımın kaptanının Bosnalı Sırp Misimovic olması belki olumlu gözükebilir ama Boşnak medyasının Galatasaray?dan olaylı şekilde ayrılan bu oyuncunun Dünya Kupası elemelerinde Bosna Sırp Cumhuriyeti?nin baskısıyla kasten kötü oynadığını iddia ettiğini ve Misi?nin milli takımı bir süreliğine bıraktığını unutmamak gerekiyor. Futbol, Bosna Hersek?te kaynayan kazanın kapağının açık olduğu tek yer ve bu sık sık kendini bu tip olaylarla belli ediyor.
Durum buyken, UEFA ve FIFA?nın Bosna Hersek Futbol Federasyonu?nu yapısını değiştirmeye zorlaması en hafif tabirle tedirgin edici. FIFA, tıpkı İsrail tarafından deplasmana gitmesine izin verilmeyen Filistin?i hükmen mağlup ederken yaptığı gibi özel koşulları umursamıyor, her üyesi aynı koşullara, olanaklara sahipmiş gibi kafasına göre standartlar koyup, uymayanları cezalandırıyor. Bu hoyratlık, belki Bosna Hersek?te Pandora?nın Kutusu?nun açılmasına bile yol açabilir, zira futbolda yönetim tarzının değişmesi diğer alanlardaki talepleri de tetikleme ihtimali var. Ancak futbolun sırça köşklerini mesken tutanların bunu çok da umursadığı söylenemez. Özellikle FIFA?nın yolsuzluk dosyalarının üzerinde oturan yönetiminin kendisiyle ilgili değişim taleplerine kulak tıkarken, Bosna Hersek?e sonuçlarını hesaplamadan değişim dayatması oldukça enteresan.
Yazının sonunu, Evrensel?den sevgili arkadaşım Mithat Fabian Sözmen?den ödünç alacağım. Zira o da geçen hafta oldukça doyurucu bir Bosna yazısı yazdı ve iki yazı da öncesinde yaptığımız görüş alış verişinden epeyce besleniyor. Şöyle diyordu Mithat; ?Süreci takip edip göreceğiz ama şunu unutmamak gerek ki Bosna Hersek?te futbol üzerinden açığa çıkan bu gerginlik, politik ve toplumsal yaşamın birebir yansımasıdır ve çok iyi biliyoruz ki bu tip açmazlar dış müdahalelerle çözülemez.?
Bana da yalnızca altına imzamı atmak düşüyor.
*15 Nisan 2011 tarihli Taraf Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
İlk Yorumu Siz Yapın