Bugün (10 Temmuz) İsveç’te start alacak UEFA Avrupa Kadınlar Futbol Şampiyonası, günümüzün en hızlı kitleselleşen sporunda yeni bir zirve olmayı amaçlıyor. Bundan beş yıl öncesinde bile pek çok ülkede çok fazla ciddiye alınmayan kadınlar futbolu, özellikle Avrupa’da ciddi bir trend yakalamış durumda ve spor haritasında kendine bir yer edindiği söylenebilir. Durumun böyle olmasında toplumsal cinsiyetçiliğe karşı verilen mücadelenin çok büyük payı olduğunu görmek gerekir. Zira kadınlar futbolu, tüm spor alanı içerisinde cinsiyet çatışmasının en net şekilde gözlemlenebileceği alan olabilir.
Kadınlar futbolunun hikayesi, aslında modern dünyada cinsiyet ayrımlarının nasıl yer tuttuğunun bir hikayesi. Endüstri devrimi sonrasında kırsal alanlardan şehirlere göç sonrasında işçi sınıfının oluşması ve toplumsal rollerin şehir hayatı üzerinden yeniden belirlenmesinin ardından, özellikle alt kesimlerin hoşça zaman geçirme pratikleri de baştan şekillendi. Kadınlar işçi sınıfına dahil oldukları ölçüde, spor hayatına da dahillerdi ve futbol da bunun bir parçasıydı. 20. yüzyılın başında Britanya’ya baktığımızda kadınlar futbolu maçlarının yer yer elli bin seyirci toplayabildiğini ve ciddi bir şekilde popülerleştiğini görüyoruz. Ancak bu dönemde spor kurumlarını elinde tutan aristokrasi ve burjuvazinin sporu bir üst-orta sınıf erkek uğraşı olarak görmesi ve alt kesimler ile kadınları dışarı tutma çabası, kadınlar futbolunun gelişiminin önünü tıkadı. Dünya savaşlarıyla beraber azalan erkek iş gücünün yerine kadın nüfusunun iş gücünün aynı sınıflar tarafından maksimize edilme isteğiyle beraber kadınların spor sahalarında vakit geçirmesinin önü iyice tıkandı. 1920’lerden itibaren İngiltere başta olmak üzere pek çok Batı Avrupa ülkesinde kadınlar futbolu yasaklandı. 1930’lardan itibaren dini referanslı totaliter rejimlerin de Avrupa’da güç kazanmasıyla beraber bu yasak yayıldı ve kadın hakları hareketlerinin gelişimine kadar da devam etti. 1970’lerin başında, tıpkı yüz yıl öncesinde işçi sınıfı örgütlerinin yaptığı gibi, kadın hakları örgütleri önemli kazanımlar elde edecek ve bunu spora da yansıtacaklardı.
Kadın sporunun, özellikle de kadınlar futbolunun kaderini değiştiren bir gelişme de bu yıllarda Amerika’da yaşandı. Doğu Bloku’nun gerisinde kalan Amerikan sporunun Sovyet modeline göre yeniden düzenlendiği bu yıllarda, eğitim kurumlarındaki spor programlarında kadınlara erkeklerle eşit hak tanınması zorunlu hâle getirildi. Amerikan futbolu programı olan liseler ve kolejler, bu yasaya uyabilmek için kadınların katılabileceği spor programları açmaya başladılar. Futbol, bu noktada bir kadın sporu olarak öne çıktı ve milyonlarca kadını içine çekti. Amerika’daki kadınlar futbolu hamlesi ilerleyen yıllarda bu sporun Olimpiyat’a dahil edilmesini sağladı. Ayrıca, kadınların eşit spor yapma hakkının evrensel bir prensip olarak algılanmasına da yardımcı oldu.
Futbolun koşullarının tamamen serbest piyasa tarafından belirlendiği günümüzde, kadınlar futbolu katılımcı, eşitlikçi ve sosyal futbolun en önemli mücadele alanı konumunda. Kadınlar futbolunu var eden şey, temelde sosyal devletin kendini serbest piyasacılığa karşı ne kadar koruyabildiği. Futbol politikalarını, özellikle de Grassroots programlarını sosyal devlet esaslarına dayandıran ülkeler bu alanda hızlı bir şekilde başarıya ulaşıyor. Kadınlar futbolunun Avrupa’da ilk olarak İskandinavya’da, sonra Almanya’da ve ardından Fransa’da büyümeye başlaması bu açıdan tesadüf değil. İngiltere ve İspanya Futbol Federasyonları bu trende uyabilmek için ülkelerindeki hakim futbol anlayışının dışına çıkarak daha katılımcı planlamalar yapmak zorunda kaldılar ve başarılı da oldular. Türkiye ise dün futbol sistemini sermayenin biriktiği alanlara kaydırdığı için senelerdir kadınlar futbolunda yerinde sayıyor. Kadınlar futbolu için UEFA ve FIFA’dan gelen ödeneklerin bile el altından erkekler futboluna kaydırılıyor olması, TFF’nin piyasacı anlayışının şahikasına ermesi olarak yorumlanabilir. Türkiye’deki kadınlar futbolu politikaları sosyal ve ideolojik olarak zaten içselleştirilmiş cinsiyetçiliğin neo-liberalizm eliyle hegemonik bir hâle büründülmesinin spor alanındaki yansıması. Bu zihniyet kırılmadıkça, durumun değişmesi de mümkün değil. Bu da ciddi bir mücadele gerektiriyor.
Kadınlar futbolunun sahadaki tezahürünü değerlendirirken, bu sporun en ?modern? Batı ülkelerinde bile elli yıl yasaklı kaldığını ve hâlâ amatör koşullarda yapıldığını akıldan çıkarmamak gerekiyor. Mesele yalnızca kadınların erkekler kadar hızlı koşamaması ya da topa onlar kadar hızlı vuramaması değil; aynı zamanda onların yüzde biri kadar bile para kazanamaması, ek işlerde çalışmak zorunda olması ve yeterince-gerekli koşullarda antrenman yapamaması. Kadınlarla erkeklere aynı koşulların sağlanmadığı bir ortamda kadınlar futboluyla erkekler futbolu arasında yapılacak her kıyas adaletsizdir ve cinsiyetçidir. Kadınlar futbolunun, sosyal futbol için verilen bir mücadele olduğunu ve bu çabanın yalnızca kadınları değil, kapitalist futbolun dışladığı tüm kesimleri sporun içine çekeceği unutulmamalıdır. Sözün özü, kadınlar futbolunu savunmak temelinde daha adaletli bir dünyayı savunmanın bir parçası aslında.
*Görsel Almanya televizyonu ZDF’nin turnuva için hazırladığı ve cinsiyetçilik tartışmalarına konu olan reklam kampanyasından alınmıştır.
*10 Temmuz 2013 tarihinde BBC Türkçe web sitesinde yayımlanmıştır.
İlk Yorumu Siz Yapın