İfade özgürlüğü, hâliyle politik bir kavramdır. Sınırları toplumsal müzakereyle belirlenir. Ama bu müzakere, genelde eşit taraflar arasında yapılmaz. Dolayısıyla, buna mücadele demek daha doğru olur.
17. yüzyıl Avrupası’nda dünyanın güneşin etrafında döndüğünü söylemeniz, sizi engizisyon mahkemelerine postalardı.
1930’ların Japonyasında sosyal teoriden bahsetmek, bilimsel unvanlarınızın geri alınmasına neden olurdu.
Yalnızca modern dünyanın tarihinde bile yüzlerce kitap yakma olayı var.
Bugün bu mücadele dünyanın farklı yerlerinde devam ediyor. Dün engizisyon mahkemesi kuran mantık, bugün fırsat bulduğunda Facebook sayfası kapattırıyor, yazar hedef gösteriyor. Zaman ilerledikçe daha incelikli yöntemler geliştirildi tabii. “Dini hassasiyetler” zırhı icat edildi mesela.
Bugünün Türkiyesi’nde de daha iki hafta önce, başka bir dinin kutsalı olan Aziz Nikola maketlerini bıçaklayanlar kendi dinlerine saygısızlık edildiği gerekçesiyle ortalığı velveleye veriyorlar.
Kendi siyasi hareketleri “vela entüm ve abüd” diye, “bakara makara” diye dinle dalga geçtiğinde hassasiyetlerini koruyan kalın derileri, mevzu karikatür olunca narinleşiverdi.
Şunun adını bir koyalım. Bu bir ifade özgürlüğü tartışması değil. Bu bir kültür savaşı. Türkiye’de olan, Siyasal İslam’ın bir türlü kurmayı beceremediği kültürel hegemonyayı kutsallar üzerinden dayatma çabasıdır.
Bugün “onu basma” diyen, yarın “öbürünü de basma” diyecek. Hegemonya yerleştikçe basabileceğimiz tek şey dosya kağıdı olacak.
Biz bugün “Muhammet karikatürü basılır mı, basılmaz mı?” tartışması yapmıyoruz. Biz bugün “Ne yapacağımıza kim karar veriyor?” tartışması yapıyoruz. Karikatür işin meşruiyet kısmını halletmek için bir bahane yalnızca.
Bu ülkenin Başbakanı, iki gün önce Cumhuriyet’i açıkça hedef gösterdi. Aynı gün başsavcılık gazetenin Köşe Yazarları Ceyda Karan ve Hikmet Çetinkaya hakkında soruşturma başlattı. Gerekçe “Halkı kin ve nefrete sürüklemek.” Gerçeği ise hepimiz biliyoruz. Cumhuriyet, Karan ve Çetinkaya; Türkiye yasalarında yeri olmayan ama Şeri hukukta yeri olan “Peygamberin resmini çizme” suçundan soruşturuluyorlar.
Diyarbakır 2. Sulh Ceza Hakimliği, Charlie Hebdo’nun Muhammed karikatürüne yayın yasağı getirirken şu gerekçeyi sunuyor:
“İfade hürriyeti diğer kişi hak ve hürriyetleri ile sınırlamaya tabidir. Bu kapsamda ifade özgürlüğü bu hakkı kullanan bir kişinin bir başkasına istediğini söyleyebilmesine imkan tanımaz. Bazen ifade hürriyeti başkalarının kişilik hakları ile çatışabilir. Hukuk düzeninin çatışan iki değeri kişilik hakkı ile ifade özgürlüğünü aynı ayda koruması mümkün değildir. Gerek kişilik hakları gerekse ifade özgürlüğü tek başlarına hukuk düzeninde koruma altına alınmıştır. Birinin diğerine üstün tutulması belirli bir olayda belirli şartlar altında gerçekleşir. Yani hangisinin diğerlerine karşı daha çok korunacağı somut olayın şartlarına göre belirlenecektir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü kamuoyunun aydınlatmanın ötesine geçer ve kullanılan araç da amaca uygun olmazsa kişinin dini değerlerinin, şeref ve haysiyetinin korunması değeri ifade özgürlüğünden üstün tutulacaktır.”
Hakimlik, burada önce dini inançları, kişilik haklarıyla bir tutuyor. Sonra da o kişilik haklarını, kamusal haklardan birinin (haber alma hakkı) üstüne koyuyor. Bununla da yetinmiyor, “ifade özgürlüğü, kamuoyunu aydınlatmanın ötesine geçmiştir” diye, aslen iletişim biliminin konusu olması gereken bir meselede hüküm veriyor.
Bu çok tehlikeli bir argümantasyon. Bir kişinin hassasiyetiyle her şeyi yasaklayabilirsiniz bu mantıkla. “Ben rahatsız oldum” cümlesi her kapıyı kilitler. Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinin bu yolu açması, ifade özgürlüğünün bundan sonra alacağı hasarları gösterir.
Bizim artık daha önemli bir derdimiz olamaz. İş artık karikatür değil, iş artık var olma mücadelesi.
Karikatür önemli mi? Evet. Çünkü toplumsal hayatımızı nasıl düzenleyeceğimizi müzakere etmemizin bir vesilesi. Biz bugün “dini hassasiyetler” üzerinden gazetelerimizin yayın politikasını belirlersek, yarın o “dini hassasiyetler” bize doğru bir adım daha daralır. Hegemonya böyle kurulur zaten, sen rıza gösterdikçe hegemon yeni bir adım atar.
Zaman “hayır” deme, “inadına” deme zamanı. Çünkü mücadele etmedikçe, müzakere etme şansımız da olmayacak.
İlk Yorumu Siz Yapın