Olimpiyat egemenlerin organizasyonudur. Bu hep böyle oldu, tâ Antik Yunan’dan beri. Modern Olimpiyat Oyunları’nın doğuşunda da, günümüzdeki oyunlarda da hep üst sınıfın parmağı oldu, oyunlar hep onların isteği doğrultusunda şekillendi. Olimpiyat Oyunları’nı sınıf perspektifinden bakarak kısaca özetlersek durum bu. Ancak bu özet, bazı başka gerçekleri ve bakış açılarını görmemize engel olacak kadar yüzeysel kalmaya da mahkum.
Modern oyunların neden egemenlerin çıkarları doğrultusunda ortaya çıktığını ortaya koymadan önce Viktorya dönemi İngiltere’sine gidip Endüstri Devrimi’ne göz atmak gerekiyor. Zira pek çok modern sporun doğduğu ve kurumsallaştığı yer burası. Bu dönem aynı zamanda kuzeydeki kırsallardan gelerek güneydeki şehirlerde ortaya çıkan iş gücü açığını dolduran ve böylelikle İngiliz işçi sınıfını oluşturan köylülerle, kamu okullarından yetişerek elitleşen orta sınıfın ve asilzade üst sınıfın karşılaştığı ilk nokta. Spor tarihi büyük oranda bu iki taraf arasındaki bir mücadeleyi içerdiği için, ona sınıfsal olmayan bir bakış açısıyla yaklaşmak meseleyi her zaman yanlış anlamaya yol açıyor. Oysa on sekizinci yüzyıl İngiltere spor tarihi, çok net bir sınıf çatışmasını bize gösteriyor. Futbol ve rugby gibi kırsal kökenli sporlar, işçilerin ağır çalışma koşulları nedeniyle bu oyunları yaratanlarca uzun süre oynanamamıştı. Diğer taraftan kamu okullarında okuyan orta sınıf öğrenciler ve öğretmenleri bu oyunlara döneminin ruhunun da etkisiyle fiziksel gelişim aracı gözüyle bakıyorlar ve kurallara büründürerek ?spor?a dönüştürdüler. Günümüze kadar gelen, futbolun ya da başka bir dalın ?spor? olarak mı, ?oyun? olarak mı kabul edileceği tartışması o günlerdeki sınıf ayrımına dayanıyor. Bunun aynı zamanda Tönnies’in Gemeinschaft-Gesellschaft ayrımına göre de tartışılması mümkün. Çünkü yeni işçi sınıfı geleneksel organik toplumu temsil ederken, okullardan yetişen elitler ise sözleşmeye dayanan modern toplumu oluşturuyordu. Ancak zamanla bu ayrımın sınıf çelişkisine dönüşeceğini göreceğiz.
Kurallara bürünen, kurumsallaşan spor, aynı zamanda metâlaşmıştı. Zira belli kuralların olması, yalnızca oynayanın değil, izleyenin de ne olduğunu anlayabilmesini ve keyif alabilmesini beraberinde getirecekti. Bu da ?izleyici sporu? kavramını ve spor organizasyonundan para kazanılabileceğini ortaya çıkardı. Bu noktada kırsaldan gelen ve kurumsallaştırılan oyunların bir ortak noktasını da hatırlatmak gerekiyor. Bu oyunların birçoğu kırsalda süre ve alan kısıtı olmaksızın oynanabiliyordu, yüzlerce kişiyle geniş çayırlarda oynanan futbol gibi. Oysa ne fabrikada mesai yapan yeni işçi sınıfı, ne de bu oyunları spora dönüştüren kamu okullarındaki öğrenciler böyle bir imkana sahipti. Dolayısıyla modern hayat, hem işçilerin hem de ilerleyen zamanda burjuvaziyi oluşturacak orta sınıfın sportif eğlencelerine kısıtlar getirecekti. Günlerce süren, geceye kadar oynanabilen oyunlar yalnızca en üst sınıfa hastı. Süresi ve alanı kısıtlanmış sporlar ?izleyici sporu? olma konusunda avantajlıydılar. Çünkü, izleyicilerin ezici çoğunluğunun da bu tip aktivitelere ayırabileceği zamanı kısıtlıydı. Bu tip sporlar izleyici çekmeye, düzenleyenlerine para kazandırmaya ve iş kolu hâline gelmeye başladı. Bu da arz-talep dengesini beraberinde getirdi. Artık müşteri hâline gelen izleyiciler daha fazlasını talep ediyordu. Orta sınıf öğrenciler atletik performans olarak bu talebi karşılayabilecek durumda değildiler. Diğer taraftan fabrika işçileri günde on sekiz saate varan mesailere alışkındı. Birçoğu fiziksel olarak, öğrencilerle kıyaslanmayacak ölçüde güçlü ve atletikti. Organizatörler, bu işçileri sahalara çekmeye başladılar. Ancak işçilerin bu karşılaşmalarda yer almaları demek, mesai yapamamaları ve yevmiye kaybetmeleri demekti. Dolayısıyla bu maddi kayıplarının telafisini şart koştular. Böylelikle ilk kez sporcuya para verildi ve profesyonel spor ortaya çıktı. 19. yüzyıl İngiltere’sinin işçileri arasından dünyanın ilk profesyonel sporcuları çıkmıştı. Tabii ki, o zamanlar kazanılan paralar fabrikada kazandıklarından çok farklı değildi. Ancak sektör büyüdükçe bu durum da hızla değişti. Sektörün hızla gelişmesinde İngiltere’de Radikalistlerin işçi sınıfının çalışma koşulları konusunda kayda değer kazanımlar elde etmesinin de payı büyüktü. Mesailerin kısalması ve özellikle cumartesinin yarım iş günü ilân edilmesi, işçileri izleyici ve sporcu olarak sahalara çekti. Pek çok sporun yaratıcısı olan ancak koşullar nedeniyle bu oyunları burjuvaziye kaptıran işçiler, sahaları tekrar devralmıştı.
Profesyonel sporcuların spor alanlarını tamamen ele geçirmesi, üst ve orta sınıfın amatör sporcularını rahatsız etti. İngiltere’de pek çok şehirde ve birçok branşta amatörler, profesyonellere katılım yasağı getirdiler. Ülkede artık ciddi bir sınıf çelişkisinden ve bunun spora yansımasından bahsetmek mümkündü. Burjuvazi aristokrasinin yerini alırken, işçi sınıfı da örgütlenme ve hak arama yetisini kazanmıştı. Sporda bunun yansıması amatörler-profesyoneller çatışması şeklindeydi. 19. yüzyıl sonunda Modern Olimpiyat Oyunları da bu koşullarda doğdu. Aristokrasinin başını çektiği, daha sonra burjuvazinin de yerini aldığı Baron Coubertin ve arkadaşları tıpkı Antik Çağ’da Olimpiyat’ın kölelere kapalı olması gibi bu oyunları profesyonellere kapadı. Bu yasağın kalkması ancak amatörlerle-profesyonellerin tamamen sınıf değiştirmesiyle söz konusu olacaktı.
Amatör sporların nevînin değişmesinde İkinci Dünya Savaşı sonrasının büyük rolü oldu. ?Sosyal devlet? kavramının güçlü olarak ortaya çıkışıyla beraber, sportif faaliyetler devletin sorumluluk alanına girdi. Böylelikle daha önce yalnızca elitlerin paralı kulüplere üye olarak yaptıkları amatör spor faaliyetleri, devlet tarafından finanse edilerek halka sunuldu. Bunun yanı sıra, Sovyetler’de Stalin’in sporu bir iç-dış propaganda aracı olarak görerek Sovyet spor sistemini yeniden yapılandırması ve bunun getirdiği başarılar, sporu ve dolayısıyla Olimpiyat Oyunları’nı Soğuk Savaş’ın ayrılmaz bir parçası hâline getirdi. Bu da amatör spora verilen devlet desteğini pek çok büyük ülkede arttırdı. Bu durum, enteresan bir sonuca yol açtı. Amatörlerle profesyonellerin başlangıçtaki sosyal statüleri yer değiştirdi. Giderek büyüyen spor sektöründe milyonlar kazanmaya başlayan profesyoneller artık işçi sınıfı sayılmazlardı. Diğer taraftan amatörlüğün de sınıfsal kimliği kalmamıştı. Pek çok amatör sporcu alt sınıflardan geliyordu. Üstelik mesela 1970 itibariyle dünyadaki üst düzey amatör sporcuların çoğu komünist ülkelerin vatandaşlarıydı. Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği-Doğu Almanya ikilisine uzaktan bakabiliyordu. Amerika, 1970’lerin ikinci yarısında doğrudan başkana bağlı bir komisyon kurarak amatör sporları Sovyetler’i modelleyerek yeniden yapılandırarak günümüzdeki başarılarına ulaşabildi. Soğuk Savaş’ın bitiminde ise Olimpiyatlar’daki profesyonel yasağı gevşetilerek yıllarca Doğu Bloku’nun borusunun öttüğü oyunların Amerika’nın zaferini kutlaması sağlanabildi. O noktadan sonra da Olimpiyat’ın küreselliği ile ekonomik küreselleşme Siyam ikizleri gibi hep beraber karşımıza çıktı. İnsanüstülük kutsanırken, kusursuz ve steril kahramanlar milyonlara servis edildi. Diğer taraftan her fırsatta ?insanlık? vurgusu yapan Uluslararası Olimpiyat Komitesi, Çin’deki insan hakları ihlallerinin protesto edilmesini olmadık yöntemlerle engelliyor, 2008 Olimpiyatı sırasında Çin hükümetinin yerli-yabancı basına getirdiği Internet sansürünü ?ülkenin iç işleri? olarak nitelendiriyordu. Böylesi bir yapının profesyonel sporculara kapıları açması zaten sürpriz değildi. Olimpiyat, üst sınıfın eğlencesi olarak doğmuştu ama artık bir propaganda ve para kazanma aracıydı.
Peki, durum buysa, neden hâlâ Olimpiyat’a sırtımızı dönmüyoruz? Sponsor sirkine dönmüş, sporun metâlaşmasının en üst noktası olan bu organizasyonu neden reddetmiyoruz? Çok basit, çünkü Olimpiyat hâlâ bir mücadele alanı. Oyunların ve yarattığı kahramanlarının bütün sterilliğinin arkasında hâlâ insanî olan kazanabiliyor. Laboratuvar ürünü insanüstü sporcuların üst üste kırdığı rekorlar zamanla bayağılaşmaya mahkum. Çünkü onlar insanlığa performans dışında bir şey vermiyorlar. Tek kriter başarı olduğu sürece onlardan daha başarılısı ?üretildiğinde? unutulmaya mahkumlar. Oysa ?başarılı? değil ?büyük? olanlar unutulmuyorlar. Sekiz altın madalyayı boynuna asıp tribündeki başkan Bush’a selam çakan Michael Phelps, tek altın madalyasını ırkçılığa karşı çıkıp nehre atan, Vietnam’da insan öldürmeyi reddeden Muhammed Ali kadar ilham verici değil insanlık için. Günümüzde kahraman olarak nitelendirilen hiçbir sporcunun mutluluk tablosu, Tommie Smith ve John Carlos’un 1968’de podyumda kaldırdıkları siyah eldivenli yumruklar kadar canlı değil. Olimpiyat hâlâ bir mücadele alanı, çünkü yaratılan tüm insanüstü, plastik kahramanlara karşı hâlâ yarışanların ezici çoğunluğu ve izleyenler insan. İnsanüstülüğün başatlığı, bir insanın mücadelesindeki güzelliğini gölgelemeye yetmiyor.
Üstelik Olimpiyat hâlâ egemenlerin ipliğini pazara çıkarmak için harika bir fırsat. Pekin, Olimpiyat’ı bir propaganda şölenine çevirmeyi başaramadı. Aksine, Çin’de yaşanan bütün insan hakları ihlalleri Olimpiyat vesilesiyle aylarca gündemin baş köşesine oturdu. Uluslararası Olimpiyat Komitesi, meşale dünyayı dolaşırken yapılan protestolardan kaçabilmek için komik duruma düştü ve San Francisco gibi şehirlerde meşaleyi denizden dolaştırıp insanlardan sakladı. Şimdi de Kış Olimpiyatı’nın yapıldığı Kanada, fok katliamlarının hesabını vermek durumunda. Bundan sonraki organizatörler de insanlara, hayvanlara, doğaya yaptıklarının sorgusuyla karşı karşıya kalacaklar.
Olimpiyat, artık milyonların gözünün önünde suçlunun suçunu yüzüne vurabilmek için harika bir fırsat oldu. Küreselleşmeye yaren edilen organizasyon, artık küresel direnişin de bir alanı. İnsan olanı, insanca olanı savunmak ve desteklemek için.
harika bir yazı eline sağlık. yüz yılların ardından aslında değişen bir şey yok pek. sahnenin arkasında olan güçler hep aynı ama verilen isimler farklı. artık amatörlük, profesyonellik kavramını acemilik ve tecrübe olarak görmek lazım belki de. amatör spor(cu)lar belki de var olan sistemin acemileri, diğerleri ise artık sistemin içinde tek amaç olan başarıya ulaşmanın yolunu bulanlar. bu yüzden dünya üzerinde en çok paranın kazanıldığı sporlar (tenis, atletizm, yüzme), türkiye’de amatör branşlar olarak anılıyor.