Sporun endüstriyelleşmesi, bir başka deyişle serbest piyasa ekonomisinin, paranın sporu şekillendirmesi, bizim kuşağın sporseverlik anlayışını da, taraftarlık anlayışını da epey sancılı bir sürece soktu. Bizler sporu ve sevdiğimiz takımları annelerimizin, babalarımızın sevdiği gibi sevemiyoruz. Onların çok da alışkın olmadıkları bir yığın pratik bizim hayatımızın içinde, biz saf ve derin bir sevgiyi bu koşullar içinde mümkün olduğunca az kaybetmeye çalışarak yaşıyoruz. Bizim takım kaptanlarımız, para için ezeli rakibe gidebiliyor. Bir kulüpte efsane günleri yaşayanlar, daha sonra ?o kulüp? diyebiliyor bir zamanlar taraftarın canının içi olduğu yer için. Kurban Bayramı’ndan önce bahçede bağlı koçla sevgi bağı kurup, sonra travma yaşayan çocuklar gibiyiz. Evet, doğru sözcük bu, bizim taraftarlığımız ?travma?, hırpalanarak seviyoruz. Aşk bizi parça parça ediyor, rahmetli Ian Curtis’in dediği gibi…
İşte sevdanın parayla temas ettiği bu zorlu yollarda, bizi hayata bağlayacak her şeye ihtiyacımız var. Sevdiğimiz oyuncuların gözünün içine bakıyoruz hemen kalkıp gitmesinler diye, sporcu olduklarını bilmesek ?son bir sigara içelim, öyle git gideceksen? diyeceğiz. Hepimiz tuttuğumuz takımların oyuncularında annelerimizin, babalarımızın zamanının kahramanlarını arıyoruz. Metin Oktay’ları, Baba Hakkı’ları, Lefter’leri sonsuza dek kaçırmış olmanın burukluğunu kabullenemiyoruz hiçbirimiz, sahadaki ücretli kölelerde onların ruhunu arıyoruz nafile. Ve bir de bulduğumuzda, ucundan kenarından bile olsa, dünyalar bizim oluyor. Arda’nın Metin Oktay’laştığı, İlhan’ın kartallaştığı, Alex’in büyük kaptanlaştığı her ana hepimiz için dünyalara bedel. Unutamıyoruz, rüyamıza giriyor, göz yaşımız oluyor. Her gün solan aşkımıza bir can suyu oluyor, umut oluyor. Bazen istemeden de olsa kaldıramayacağı yükler bindiriyoruz sahadaki insancıklara bu yüzden. Biz onları tanrılar, tanrıçalar gibi görüyoruz diye onlardan tanrılar, tanrıçalar olmalarını bekliyoruz.
Ben bu memlekette takım tutmayı bırakalı epey oluyor. Artık sağdan soldan aşk kırıntıları topluyorum. Garip olduğumdan değil, ben de böyle yaşamayı seviyorum, The Smiths’in trabzandan kayarak inen rahibi gibi. Beşiktaşmış, Galatasaraymış fark etmiyor benim için. Şu ekmeğimi ücretli köle olarak kazandığım spor sahalarından aşka dair ne çıkarsa bağrıma basıyorum. O yüzdendir ki Arda yazısı da var elimden çıkan, Lefter de, İlhan da… Ne diyor Mazhar-Fuat-Özkan, ?aşka aşık olmuşuz besbelli?
İşte aşka aşık olanların fark etmemiş olamayacağı bir oyuncu var bir süredir salonlarda. Şu paraya teslim olmuş spor alanında tutkuya dair bir şeyler söylüyor kaç zamandır. Işıl Alben’den bahsediyorum. Hani şu Galatasaraylılığı’nı hissetmek için bir kez izlemenin bile yettiği Işıl Alben’den. Hani ?Galatasaray’dan ne gelirse kabulümdür? diyen, iki büyük sakatlığı bu yüzden sineye çeken oyuncudan. Birçok Galatasaray taraftarı onda Metin Oktay’ı görüyor, ben rüyasını yaşayan bir kadının gözlerinin ışıltısını görüyorum. Işıl özel biri, çünkü hepimizin çocukluktan beri düşlediğini yapıyor ve bu yolda emek harcıyor. O ?çocukluktan beri ….. taraftarıyım? deyip noktalı yeri ihaleye çıkaranlardan değil. Hata yapmıyor mu, yapıyor bazen. O aşktan gözü kör olmuşluğu, ona bazen söylememesi gerekeni söyletiyor, yapmaması gerekeni yaptırıyor. Taraftarlığı bazen, özellikle de Fenerbahçe maçlarında profesyonelliğini gölgeliyor.
Şimdi Işıl’la beraber Diana Taurasi’yi izleyeceğiz Galatasaray’da. Dee’nin hikayesi Işıl’inkinden hem farklı, hem ikisinin benzer yönleri var. Dee, Işıl’ın belki ölse giymeyeceği bir formayı giydi geçen sene, köprünün diğer tarafından geliyor. Fenerbahçe forması ne olursa olsun diğer giydiği formalar gibi bir takımın formasıydı belki onun için, büyük ihtimalle Galatasaray forması da öyle olacak. Ama kimse onun bağlılığın ne olduğunu bilmediğini iddia edemez. İstanbul’a dönmek, geçen sene kendisine yaşatılan rezilliklerden sonra tekrar bu ülkeye ayak basmak ve bunu yol arkadaşından ayrı kalmamak için yapmak az iş değil. Galatasaray-Fenerbahçe maçları Dee ve Penny’nin hikayesi olacak aynı zamanda bunu da unutmamak lazım. Dahası muhtemelen gelmiş geçmiş en büyük basketbolculardan birinden bahsediyoruz. Başarılı olmak belki salt yetenekle oluyor ama büyük olmak ister istemez oyuna olan tutkuyu da getiriyor beraberinde.
Galatasaraylılar çok şanslı, biz sporseverler de çok şanslıyız. Kalbi Galatasaray için çarpan Işıl’la, kalbi basketbol için çarpan Dee’yi beraber izleyeceğiz önümüzdeki sezon. Belki Dee Işıl’dan Galatasaraylılığı, Işıl Dee’den Dee olmayı öğrenecek. Galatasaray-Fenerbahçe maçlarını Işıl’ın gözünden ayrı, Dee ve Penny’nin gözünden ayrı, tribündeki binlerin gözünden ayrı göreceğiz. Ama şu kesin ki, hepsi gönül gözüyle bakacak maçlara.
Ve biz aşka aşık olanlar, avuçlarımız bu sezon boş kalmayacak.
İlk Yorumu Siz Yapın