Biliyorsunuz, daha önce de söyledim zira, benim bu lige itirazım var. Burnuna değil, alnına kadar pisliğe batmışken sırf birileri para kıracak diye bu lig başlatılmamalıydı, oynatılmamalıydı.
Ama tek itirazım buna değil, bu pisliği yaratan tarihsel sürece, onun politik arka planına da itirazım var. Pisliğin boyutlarını bile bile ?bu lig oynansın? diye baş sallayan, şike yapanlar ceza almasın diye yasayı değiştirmeye çalışan Kulüpler Birliği başkanlarını yaratan sisteme itirazım var.
Hikaye çok basit ve bilindik aslında. Bu ülkenin tarihinden çok farklı ya da ayrı değil.
Bir zamanlar, Türkiye’de futbol amatörken ya da en azından amatör olmaya çalışırken, birileri bu duruma el atıverdi. Mesela, futbolculara transfer ücreti vermek yasakken hepsine mensucat fabrikalarında yüksek maaştan müdürlük veren, Fenerbahçe’nin neredeyse tüm kadrosunu toplayan Adaletspor çıktı ortaya. Semt takımlarından müteşekkil liglere ilk neşter ?gizli profesyonellik?le atıldı.
Sonra sıra azınlık takımlarına geldi. 1940’ların başında İstanbul Ligi’ne çıkan ?Hrant’ın takımı? olarak da bildiğimiz Taksimspor, 1941-43 yıllarında üst ligde oynadıktan sonra, tam da Varlık Vergisi’nin tüm sertliğiyle uygulandığı yıllarda alt liglere bir daha tekrar yukarı çıkmamak üzere geri döndü.
İstanbul Rumları’nın takımı Beyoğluspor, 6-7 Eylül’ü atlattı ama 1964 sınır dışılarını atlatamadı. Devletin, Kıbrıs’ta EOKA’nın yaptıklarına misilleme olarak Türkiye’de yaşayan ve pek çoğu İstanbul Rumlar’la evli olan Yunanistan vatandaşlarını sınır dışı etmesi yüzlerce insanın hayatını etkiledi, kimi Rum ailelerini dağıttı, kimisini ise dağılmasınlar diye zorunlu olarak Yunanistan’a göç ettirdi. Bu sırada pek çok Türkiyeli Rum, vergi kaçakçılığı, asker kaçaklığı gibi suçlamalarla itibar kaybına uğratıldı, bazılarına hapis ve para cezası verildi, çoğu ülkeyi terke zorlandı.
1964, Beyoğluspor’un Türkiye Birinci Lig’indeki son yılıydı.
1964, Lefter’in apar topar futbolu bırakıp, Güney Afrika’ya göçmeye niyetlendiği ama devletten onun iznini bile alamadığı yıldı.
Sonra Profesyonel Lig ?millileştirilmeye? başlandı. Anadolu’daki amatör kulüpler zorla birleştirilip profesyonel kulüplere çevrildiler. Anadolu burjuvazisi bu kulüplerin hamiliğini üstlendi. 1915’ten beri sistematik olarak ortada kalan malları toplayarak palazlananlar, Taksimspor’un, Beyoğluspor’un boş bıraktığı yeri kaçıracak değillerdi herhalde.
Türkiye’de üst düzey futbol, ülkeye adaletli ve katılımcı yöntemlerle yayılmadı. Zorla ve birilerini yok ederek yayıldı. Ve bu zorbalığı koruyup kollayacaklara emanet edildi. Devlet, Anadolu’da burjuvaziyi kolundan tutup spora soktuğunda İstanbul’da da büyük kulüpler aynı yola girdi. ?Üç büyükler?in üç kuruş paraya oyuncularını ayartabileceği semt kulüpleri yoktu artık, Anadolu’da ise para vardı ve onların oyuncularını alabilmek kolay değildi. Zengin hamiler olmadan hayatta kalmak mümkün değildi artık. Sporla alakasız bir sürü iş adamı yönetim kurullarına girmeye ve paraya dayanan yeni bir oyunu inşa etmeye başladı.
O iş adamları, Lefter’i 1984’e kadar Fenerbahçe üyesi bile yapmadı. Kendilerine iktidar getirecek kukla üyeleri 100 liradan kulüp üyesi yaparken, 1984’te Lefter’den üye yapmak için %500 zamlı aidat istediler. O iş adamları ve günümüzdeki mirasçıları için Lefter’ler, Metin’ler, Hakkı’lar değildi önemli olan, o kulübü tutmasa bile parasını alıp gelip kongre paşa paşa oyunu verecek olanlardı.
Futbolun ne etiği kaldı, ne hukuku. Her şey para ve iktidar oldu. ?Şikeye ceza verilmesin, yoksa batarız? diyecek yüzü bulan yöneticiler işte böyle doğdu.
Bu yüzden artık futbol konuşmuyor, artık para konuşuyor.
Buna itirazım var!
Bitirirken bir itirazım daha var izninizle… Geçtiğimiz yıl Ağustos ayının ilk haftası, hükümet Hrant Dink davasındaki sorumluluğunu üzerinden atmak için devlet adına verdiği savunmada Dink’i Naziler’e benzetirken, benim o zaman yazarı olduğum, Ahmet Altan’ın genel yayın yönetmeni olduğu Taraf Gazetesi, bu duruma anlamlı bir tepki vermeyi reddetmişti. Bunun üzerine ben 16 Ağustos 2010 tarihli Taraf’ta Fenerbahçe-Antalyaspor maç yazıma şöyle başlamak zorunda kalmıştım; ?Şükrü Saracoğlu’nda tribünler yurttaşını sokak ortasında vurduran bir devlet kadar suskun, hava ise Avrupa kapılarında bir cinayetin bahanesini anlatmaya çalışanlar kadar iç bayıcıydı.? O gün Ahmet Altan’ın o tavrı bana utanç verdiği için maç yazısına sıkışan bir itirazdı bu. O gün Altan bana utanç verirken, dün Altan’a Hrant Dink Ödülü verildi.
Ödülü veren herkesin ?vicdan?ına itirazım var.
Bilesiniz…
İlk Yorumu Siz Yapın