Geçen haftanın en çok tartışılan konularından biri, CHP’li Gürsel Tekin’in verdiği bir mülakatta, yasal bir siyasi parti olan HDP’ye bakanlık verilebileceğini söylemesiydi. Tekin’in bu açıklaması -tahmin edilebileceği gibi- ana akım siyaset içerisinde tepki yarattı. AKP-MHP cephesi, bu açıklamayı baştan beri iddia ettikleri CHP-HDP ittifakının somut delili olarak öne sürerken, CHP’nin en sıkı ittifak ortağı, aşırı sağcı İYİP’te parti kurmayları birbiri ardına Tekin’i eleştirme ve HDP’yi kriminalize etme yarışına girdi.
Normal bir demokraside, Tekin’in söylediklerinin ‘asgari makûl‘ standartlarında olduğunu, 7 milyon oy almış yasal bir siyasi partinin hükümet namzeti olması kadar doğal bir şey olmadığını söylemek bile yersiz. İYİP’lilerin verdiği sert tepkileri, bu çerçevede, demokrasiyi özümseyememiş aşırı sağ bir partinin abuklamalarından başka bir şey olarak değerlendirmek zor gözüküyor. Ancak iş o kadar basit olmayabilir.
Günümüzün Türkiye siyasetini anlamak için, siyaset üretiminin iki ayrı düzlemde gerçekleştiğini görmek gerekir. Birincisi, daha köklü ama daha etkisiz olanı, siyasi aktörlerin geleneksel ideolojik pozisyonları. İkincisi, daha geçici ama daha etkili olanı ise konjonktüre bağlı olarak alınan pozisyonlar ve bunların yaratabileceği ideolojik tutarsızlıkları kapamak için sergilenen birtakım kamusal performanslar.
Bu bağlamda, ülkemizdeki siyaset üretiminin hemen hemen tamamen ikinciyi yapıp birinciymiş gibi gösterme pratiği üzerinden gittiğini söyleyebiliriz. Yukarıdaki tartışmayı da iki düzlemin bu ilişkisi üzerinden okumak gerekir.
Birinci, yani ideolojik düzleme bakarsak, CHP içindeki en azından bazı fraksiyonların ya da aktörlerin HDP’yi sistem içine taşımaya çalışması da İYİP’in buna engel olmaya çalışması da normal karşılanabilir. Neticede CHP, merkez sol ve sosyal demokrat politikaları da olan bir parti, bu nedenle HDP’yle ortaklaşabileceği politikaların olması ya da en azından HDP’nin demokratik temsilini doğal görmesi anlaşılabilir. İYİP ise aşırı sağ bir parti. Her ne kadar kendini demokrasi yanlısı gibi sunsa da o demokrasinin sınırlarını kendi çizen ve HDP’yi oranın dışına atan bir parti. İYİP milletvekili İbrahim Halil Oral’ın açıklamasına bakarsak Türk saydığı Kürtlerin oyuna da talip olan bir parti. Böyle düşününce her şey yerli yerinde gözüküyor.
Lâkin ikinci düzlemde işler karışıyor. Zira, Türkiye siyasetinin herkesçe var olduğu bilinen ama kimse tarafından kabul edilmeyen gerçeklerine geliyoruz. Birincisi, HDP’yi gayrimeşru gören bütün siyasi partiler, AKP’sinden İYİP’ine kadar, HDP desteği olmadan iktidara gelemeyecek. Matematik bunu diyor, yıllardır diyor hem de. 2014’te, Gezi’nin hemen ardından CHP va HDP ayrı adaylar gösterip İstanbul yerel seçimlerini AKP’ye armağan ettiğinde de diyordu, 2019’da İmamoğlu ortak aday olarak kazandığında da. Bugün de diyor.
O zaman İYİP neyin peşinde? Neden kendisini iktidara getirebilecek tek güç olan HDP’ye, hatta onunla beraber müstakbel koalisyon ortağı CHP’ye vuruyor?
Bu tamamen irrasyonelmiş gibi görünen öfkeli bağrışmanın arkasında gayet rasyonel hesapların olması son derece olası. Anlatayım.
Her şeyden önce İYİP’in, CHP’nin önüne geçerek seçimden birinci parti çıkmak gibi yarı-gizli bir gündemi var. Demokratik bir sistemde bundan daha doğal bir şey yok, ancak Altılı Masa’nın raconu bunu ne kadar kaldırır, şimdilik bilmiyoruz.
İYİP’in seçimden birinci parti çıkması ya da en azından yüzde 20’nin üstünde herhangi bir oyla çıkması, bu partiyi bir anda kilit parti hâline getirir. Umarım bu köşenin okuyucusu, seçim ittifaklarının illâ koalisyona dönüşeceğini düşünecek kadar saf değildir. İYİP’in CHP’yle olduğu kadar, hatta ondan bile fazla, AKP’yle ortak noktası var. Şu an kaybedecek çok fazla şeyi olan AKP, İYİP’e istediği her şeyi verebilir, hele ki Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını kazanıp AKP’nin iktidar olamadığı bir senaryoda. Bu ‘her şey‘e MHP’yi yüz üstü bırakıp Bahçeli’nin siyasi hayatını bitirmek dâhil.
AKP-İYİP senaryosu, düşük ihtimalli, ama sandığınız kadar da olanaksız olmayan bir senaryo. Kaldı ki bu senaryonun varlığı, İYİP’in Altılı Masa’ya bağlı kaldığı koşullarda bile bu partinin pazarlık imkanını müthiş bir şekilde genişletir. Daha önce yazdığım gibi, İçişleri Bakanlığı’nın derin devletle iç içe geçmiş ana akım sağda kalmasını da garantiler. İçişleri Bakanlığı’nın CHP’nin eline geçmemesinin, İYİP için, en az AKP ve Süleyman Soylu için olduğu kadar bekâ meselesi olduğunu görmezden gelmemek gerekir.
Dolayısıyla İYİP’in HDP üzerinden CHP’ye efelenmesi, bu parti için az riskli ama çok kârlı bir strateji. Ülkenin Overton penceresinin, yani ana akım siyaseti çerçevesinin iyice aşırı sağa yaslandığı bir ortamda, aşırı sağ popülizm İYİP için iyi yatırım. HDP’ye vurmak da mülteci meselesinin Zafer Partisi’ne kaptırıldığı ortamda en sağlam kapı. CHP ise İYİP’in tepkisine göz yumacak kadar bu partiye mecbur. Üstelik, İYİP’in AKP kadar kendisinden de oy çaldığını bilmesine rağmen. En azından şimdilik bu böyle…
Diğer taraftan CHP’nin, her biri ayrı telden çalan onlarca konuşan kafanın partisi olduğunu unutmamalıyız. Neyin parti politikası, neyin partiyi bağlamayan münferit görüş olduğu o günkü koşullara göre değişen ve hiçbir ilkeye dayanmayan bir şey. CHP, bu ‘makul inkâr‘ politikasını yıllardır uyguluyor. Farklı CHP’lilerin, farklı zamanlardaki eylem ve söylemlerine bakarak 10-15 ayrı CHP portresi çizmeniz mümkün. Zaten parti de bunu kendisini farklı kitlelere anlatırken yapıyor. CHP, aslında bunların ne hepsi ne hiçbiri.
Gürsel Tekin’in açıklamaları da CHP’ye iyi bir cephane sağlıyor aslında. Seçim sath-ı mailine girildiğinde, CHP’nin HDP’ye ne kadar ihtiyaç duyacağına bağlı olarak, bu açıklama parti politikası olacak ya da Tekin’in kişisel görüşü olarak reddedilecek. CHP de muhtemelen İYİP’in AKP’nin yanına gittiği bir senaryoda masada boş kalan koltuğa HDP oturursa hesap tutar mı ona bakıyor şu an.
Ana akım siyaset bu denklemlerle kaynarken HDP’nin ne yaptığı/ne yapacağı büyük önem taşıyor. Yüzde 7 barajlı mevcut seçim sisteminde, HDP’nin geçmiş seçimlerdeki ödünç oylarını kaybetmesi olası. Ancak daha önce AKP’ye oy veren Kürt seçmenin oylarını toplayarak yüzde 10 bandını yine yakalayabilir (Bu noktada en önemli rakibi Gelecek Partisi olacak).
HDP’ye oy vermenin ya da HDP’li olmanın suç olarak görüldüğü ortamda, anketlere bakarak bu partinin oy oranını anlamanız imkansız. HDP’nin yüzde 13 oy aldığı Haziran 2015 seçiminde CHP’nin kendi yoklamaları hariç hiçbir anketin bu oranı bilemediğini, çoğu anketin de son haftalara kadar HDP’yi yüzde 10’un altında gösterdiğini unutmayalım. Parti, çift haneli bir oy oranını tutturabilirse kilit parti özelliğini koruyabilir. O zaman da CHP’ye verilecek desteğin İstanbul seçimindeki gibi demokrasi hatırına bedava olacağını hiç sanmıyorum. HDP, yeni bir çözüm sürecinin çerçevesini çizmeden bu desteği vermez, vermemeli de zaten.
Bitirmeden şunu da ekleyeyim. İYİP’in HDP ile ilgili çıkışlarının, ikinci düzleme birincisi kadar hitap etmeyeceğini de düşünüyorum. Seçim sonrasında, İYİP’le HDP’nin aynı masada oturduğu bir formülün de açıklaması bir şekilde yapılır, mesela yukarıdaki ‘mecbur kalma‘ argümanını İYİP, bu kez CHP için kullanabilir. AKP ve Erdoğan’ın denklem dışı kaldığı bir senaryoda, herkesin yatırımını AKP sonrasındaki ilk döneme değil, bir sonrakine yapması olası. Hele ki seçimden sonraki iktidarın yönetilemez hâle getirilmiş bir ülkeyle karşı karşıya olduğu düşünülürse…
Dolayısıyla şu anki söylemlere değil, seçim sonrasındaki eylemlere bakarak karar vermek en doğrusu. Zira kimse aklından geçeni söylemiyor.
İlk olarak https://www.diken.com.tr/iyip-altili-masa-ve-bir-performans-sanati-olarak-siyaset/ adresinde yayımlanmıştır.
İlk Yorumu Siz Yapın