Üç yıl önceki Onur Haftası’nda tanıştık Kemal Ördek’le. Benim konuşmacı olduğum bir söyleşiye gelen 15-20 kişiden biriydi. Cezayir Restoran’ın pek çok toplantıya ev sahipliği yapmış o meşhur beyaz kedili salonunda en arka sırada soldan ikinci sandalyede oturuyordu, dün gibi hatırlıyorum.
Ben iştahla, uzun uzun, kendi sırça köşkümden LGBTİ’lerin spora nasıl dahil olabileceğiyle ilgili iyi niyetli, iyimser ama aymazlığın sınırlarında gezen konuşmamı yaptım. Şimdi neler söylediğimi hatırladıkça utanıyorum, İstanbullu sünni-Türk bir aileden gelen bir hetero erkek olarak ahkam kesmek ne kadar kolay, değil mi? O gün dinleyenlere, Kemal’e de, yer yer “ya sabır” çektirmişimdir herhalde, kusura bakmasınlar.
Kemal, o gün benim o dört başı mamur konfor duvarımı ilk tıklatandı, zaten öyle tanıştık. Bana kibarca, günlük hayatta bile her şeyin bazen ne kadar zor olabildiğini hatırlatıp, kendisini istese bile tribünde maç seyrederken hayal edemediğini anlatmıştı. Benim o gün o salonda uçurduğum pembe balonunu patlatıverdi. Ertesi gün Onur Yürüyüşü’nde karşılaştık, samimi bir şekilde sarıldı, öptü. Şimdi düşününce, iyi niyetimi anladığını ve hayattaki avantajlı yerimin derimin altına zerk ettiği ukalalığa hoşgörü gösterdiğini görebiliyorum. Bu onun için küçük bir adımdır mutlaka, ama benim hâlihazırda yaşamımda karşılaştığım ve en minnetle andığım yüce gönüllülüklerden biri oldu hep.
Kemal’le sonra Facebook’tan arkadaş olarak kaldık. O Ankara’da yaşadığından, ben de yaşadığım İstanbul’a dahi küsüp hiç dışarı çıkmamaya başladığımdan bir daha görüşemedik. Bir sonraki Onur Yürüyüşü’nde uzaktan gördüm, göz göze gelemedik. Ama uzun süre Facebook’ta yazdıklarını, günlük yaşamına dair paylaştıklarını okudum, arada -belki yine bazen haddimi bilemeyecek şekilde- küçük yorumlar yazdım. Kırmızı Şemsiye Derneği’nin ilk kurulduğu zamanları, Kemal’in derneğin en ufak ihtiyaçları için ne kadar çırpındığını, seks işçilerinin hakları için yaptığı bitmeyen yurt dışı seyahatlerini, yorgunluğun bazen onu ne kadar etkilediğini takip ettim. Bir süre sonra günlük hayatına dair Facebook’tan yazmayı bıraktı, Kemal’le ilişkim de Kırmızı Şemsiye’nin basın bildirileri seviyesine indi maalesef.
Tâ ki üç gün öncesine kadar. Kemal’in Türkiye’de barbarlık seviyelerinde gezen erkek şiddetinin en korkunç boyutlarına maruz kaldığı, daha kendini toparlayamadan üzerine devlet tacizinin eklendiği o lanet geceye kadar. Bianet gibi bir iki medya organı dışında herkesin görmezden geldiği olayın tüm detaylarını, büyük bir cesaretle yine kendisi anlattı, buyurun buradan okuyun.
Üç gündür, yaşanan vahşiliğin akıl çıkartıcı boyutları kadar insanların büründüğü o ürkütücü ölüm sessizliğini anlamaya çalışıyorum. Tamam, Türkiye her an başka bir hak ihlalinin yaşandığı, pek çok insanın aynı anda mağdur olduğu bir ülke. İnsanlar, ne kadar iyi niyetli olsalar da her şeye yetişip tepki koyamıyorlar. Kemal’in saldırıya uğradığı günün ertesinde de Artvin Cerattepe’deki yıkım, öğretmen Melike Koçak’ın öğrencilerini özgür düşünceye yönlendirdiği için Notre Dame de Sion Lisesi’nden kovulması gibi olaylar oldu. Ama bir insanın bu ülkenin başkentinde evinde saldırıya, tecavüze uğramasının, polisin “şu Lut Kavmi bitemedi” diyerek “erkek adamız, anlarsınız memur bey” diyenlerin yanında saf tutmasının, salıverilen saldırganların mağduru taciz etmeye devam etmesinin, o her boka maydanoz vicdanlarda hiç mi yeri olamadı arkadaş? Duyarlılık radarlarınız, duyargalarınız, saldırıya uğrayan trans bir seks işçisi olunca mı kapandı? Kemal’in bir röportajında söyledikleri geldi aklıma, ?translar için hiçbir yer cennet değil, seks işçileri için her yer cehennem.? Sonra o tanıştığımız gün, o cehennemden uzanıp bana meramını anlatma çabası aklıma geldi. Kendi aymazlığımdan yine utandım da, asıl hepimiz adına onu böyle yalnız bırakıyor olmamızdan utandım.
Kemal Ördek, trans bir seks işçisi, bir hak savunucusu. Hepimiz gibi özgürce, güvenli yaşama hakkına sahip, öyle olmalı. Bu haklara sahip olmanın kimlikle bir ilgisi yok. Ama onun kimliği, bu haklara sahip olabilmesi için büyük bir mücadele vermesini gerektiriyor, hem de hayatının her anında. Ve mücadelenin bir parçası da, kendisine yakın durduğunu iddia eden insanların duvarlarını yıkmak.
Kemal’e üç gündür ördüğünüz duvarlar canımı acıtıyor. Başkalarından esirgemediğiniz vicdanlarınızı ona köreltiyor olmanız midemi bulandırıyor. Hani “kurtuluş yok”tu “tek başımıza”? Hani “ya hep beraber, ya hiçbirimiz”di? Kemal niye tek başına şimdi, niye ona hiç kimse muamelesi yapıyorsunuz? Üstelik başka pek çok meselede dayanışmaya el vermişken?
Daha iki hafta olmadı, herkesler Facebook, Twitter profillerini gökkuşağına boyayalı. Belediyesinden, milletvekiline, sıradan kullanıcısına kadar. Bugün o gökkuşağının renklerinden birini, erkek şiddeti ve devlet siyaha boyuyor. Neredesiniz? “Eşcinsellerin yanında durursam ibne derler” kompleksinizi yenebilmeniz için senelerce beklendi, Kemal’in siz trans seks işçilerinin yanında durmaktan imtina etmeyesiniz diye kaç sene beklemesi gerekiyor? O süre içinde Kemal’in ve yüzlerce trans seks işçisinin yaşama hakkını kendilerinden başka kim savunacak? Vicdanınız bu insanlara bir şey olunca ?cık cık?lamanın ötesine ne zaman geçecek?
Bakın ben size açıkça söyleyeyim. Bugün Kemal Ördek’in yanında durmak, aynaya bakmaktır. Siz bugün Kemal’in neresinde duruyorsanız, hayatın da orasında duruyorsunuz. Vicdanınız, cesaretiniz, dayanışmanız oraya kadar eriyor. Eğer herkesin özgürce ve güvenle yaşama hakkını savunuyorsanız, buyrun, Kemal’inkini de acilen savunmak zorundasınız. Eğer çizginizi Kemal’i dışarıda bırakacak şekilde çekip, duvarı onun önüne örüyorsanız, onu erkek şiddetiyle, devlet zorbalığıyla başbaşa bırakıyorsunuz demektir. Bir gün size denk gelecek o şiddeti görmezden geliyorsunuz demektir. Bugün Kemal’e tecavüz eden şiddet, dün Özgecan’ı öldürdü; bugün ona ?bitemedi Lut Kavmi? diyen polis, dün Ali İsmail’i linç etti. Yarın kim bilir kimlere gelecek sıra? Ben Kemal’in dün orada olduğunu iyi biliyorum. Siz bugün neredesiniz? Yarın nerede olacaksınız?
İlk Yorumu Siz Yapın