Futbola ve İstanbul’a fena hâlde gönlünüzü kaptırmışsanız Yunanistan’a gidip de Atina’da yaşayan İstanbullular’ın takımı AEK’in maçına gitmemek olmaz. Hele ki İzmir göçmenlerinin takımı Panionios’la oynuyorsa. Atina’da öğlen yoğurtlu kebap – kazandibi yiyip akşam İstanbul – İzmir futbol rekabetine tanıklık etme ihtimaliniz, bunu Türkiye’de yapabilme şansınızdan daha yüksek. Zira İstanbul’un büyükleriyle İzmir’in devleri artık ne yazık ki ayrı liglerde yer alıyor. Oysa Yunanistan’da senede en az iki AEK-Panionios maçı izlemek olası. Biz de oraya kadar gitmişken bu maçı kaçırsaydık ayıp olurdu, kaçırmadık.
A tina’nın sarı-siyahlı ekibi AEK (a-e-ka değil, AEK şeklinde tek kelime olarak okunuyor) İstanbul doğumlu bir takım. Kulüp, Beyoğlu’nda Pera Club adıyla kuruluyor. Zamanın rüzgârları 1923’te kurucuların bir bölümünü Yunanistan’a savuruyor. Bir kısım Peralı ise Türkiye’de kalıp Beyoğluspor’un temellerini atıyor. İki kulüp ortak renkleri paylaşıyor. Bir başka İstanbul takımı Ermis’in kurucuları ise Selanik’e giderek PAOK’u kuruyor. AEK’liler uzun yıllar İstanbul’un üç büyüğü ve Beyoğluspor’la, PAOK’la geçindiğinden çok daha iyi geçiniyor. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası AEK, Türkiye’ye defalarca geliyor, senede sekiz-on maç yapıyor. Beyoğlusporlu Yordan, Beşiktaşlı Sofyanidis, Fenerbahçeli Lefter bu kulüp formasıyla top koşturuyor. Kıbrıs sorunu patlak verene kadar, AEK Türkiye’de gerek kendi ismi, gerekse taraftarlarının verdiği ?Enosi? (Birlik) adıyla çok iyi tanınıyor. Sahaya kimi maçlarda jest olarak Türkiye bayrağı taşıyarak çıkıyorlar. Ezeli rakipleri Panathinaikos ve Olympiakos taraftarlarının AEK’lileri ?Türkler? olarak anmaya başladığı dönemler bunlar. Fenerbahçe ile AEK’in oynadığı ve Fenerbahçe’nin üçüncü maçtan sonra kazandığı Balkan Kupası finali bu dostluğun belki de son halkası. İkinci maçtan sonra iki takım futbolcuları gazinoda beraber eğleniyor. Fenerbahçeliler şarkı söylerken, AEK’liler göbek atıyor. Ancak aynı günlerde Kıbrıs’ta akan kan ilişkileri zorunlu olarak donduruyor. AEK, İstanbul’dan bir kez daha kopuyor. Bir zamanlar takımı taraftarlarının verdiği isimle anacak kadar iyi tanıyan Türkiye basını da zamanla takımın adının doğru okunuşunu unutuyor, ?A-E-KA? bu zamanda icat olunuyor. O dönemi yaşayan eski futbolcular ise kulübü güzel anılarla hatırlıyor. Kendisine Türkiye’nin Atina Başkonsolosluğu’nda AEK tarafından transfer teklif edilen Can Bartu gibi… Yıllar sonra bir başka basketbol üstadı İbrahim Kutluay, ilişkileri tekrar düzeltmeye başlıyor. Kulüp 80. yılını İstanbul’da Galatasaray’la maç yaparak kutluyor. Bu maçın anı şamasını ve ?İstanbul’a dönüş? isimli belgesel DVD’yi kulübün dükkânlarında bulmak hâlâ mümkün.
İzmirli Panionios Panionios ise Atina’nın Nea Smyrni (Yeni İzmir) banliyösünün kulübü. Panionios’un kelime manası ?Tüm İyonyalılar.? Zaten kulübün tam adı da Panionios İzmir Spor Kulübü. İzmir’e yapılan bu vurguya rağmen savaş sonrası dönemde Panionios; belki savaşın İzmir’de daha yoğun yaşanmış olması, belki de Türkiye’de futbolun ağırlığının İzmir’den İstanbul’a geçmesi nedeniyle Türkiye’yle AEK kadar fazla ilişki kurmuyor. Oysa Günver Güneş’in Kurtuluş Savaşı öncesi İzmir futboluyla ilgili kıymetli makalelerinden ve Hristos Solomonidis’in İzmir hakkındaki kitaplarından biliyoruz ki, Panionios ve Apollon; Altay ve İzmir rekabeti Karşıyaka gibi Türk kulüpleriyle beraber hem Osmanlı’da futbolun öncülüğünü yapıyor, hem de iki tarafın kulüpleri bölgedeki millî rekabette büyük rol oynuyor.
Panionios Kulübü, başarı bakımından ve malî açıdan Atina’nın üç büyüğüyle rekabet edebilecek ölçüde hiçbir zaman olmadı. Hatta Selanik’in büyükleri Aris, Iraklis ve PAOK’un ve taşradan çıkan tek şampiyon Larisa’nın gerisinde kaldı. 2000’lerde tıpkı AEK gibi Panionios da işasın eşiğine geldi. AEK’i eski futbolcusu ve şimdiki genç başkanı Demis Nikolaidis kurtarırken, Panionios’un yardımına da Anadolu göçmeni meşhur rebetiko şarkıcısı Lefteris Pantazis koştu. Bu sezon ise lacivert-kırmızılı takım için çok önemli. Çünkü tarihlerindeki en iyi transferleri yaparak eski Interli Alvaro Recoba’yı ve Valencia’lı Fabian Estoyanoff’u kadrosuna kattı. Nea Smyrni’de konuştuğumuz pek çok taraftar bu sezon Panionios’un Şampiyonlar Ligi’ni zorlayacağına gönülden inanıyor. AEK de bu yolda onlar için önemli bir engel. Üstelik kendileri gibi göçmen olan ama daha fazla başarı kazanan bu takımdan da pek hazzetmiyorlar. Yağmurlu bir akşamüstü Atina’nın merkezinin sınırındaki Neos Kosmos semtinden Nea Smyrni’ye yürürken bu durumu hissetmemek mümkün değil. Panionios’un başlıca taraftar grubu Panthers’in daha Neos Kosmos’da başlayan duvar yazıları genelde takımlarını desteklerken, küfürlü sloganların hedefi hep AEK. Atina’dan Nea Symrni’ye gelmek, biraz İzmir’in başka bir yerinden Karşıyaka’ya gelmek gibi; nereye baksanız Panionios var ve kadın-erkek herkes lacivert-kırmızı. Havanın oldukça serin ve yağışlı, daha da önemlisi epeyce kasvetli olduğu bu günde Nea Smryni kafeleri tıklım tıklım dolu. Kahvelerin, ‘frappe’lerin ve biraların etrafına dizilmiş insanların temel konusu Panionios. AEK’i izlemeye gelmiş bir İstanbullu olarak kendimi sık sık ziyaret ettiğim Atina’da ilk kez turist gibi hissediyorum. Gergin bir atmosfer var, ama pek korkutucu değil. Yine de maçın çok kolay geçmeyeceği kesin. Recoba ve Estoyanoff oynamayacak ama Panionios’un sahasında iyi mücadele ettiğini bir sene önceki Galatasaray maçından biliyoruz. Stadı bulmak pek zor değil. Zaten Nea Smyrni ufak ve düzenli bir banliyö, stat ise oldukça merkezi. Yolda gördüğümüz kiliselerde İzmir mimarisinin kokularını almak mümkün. İstanbul’un kilise ve camilerindeki Ayasofya merkezli Neo-Bizans etkisi Yunanistan’ın pek çok yerinde de görülebiliyor. Ama Nea Smryni’de gördüğünüz pek çok kule Konak’taki saat kulesini daha çok andırıyor. Zaten semtteki Aya Fotini Kilisesi’nin saat kulesi, İzmir’deki büyük yangında kül olan kilise model alınarak yapılmış.
Stadın en iyi locası kilisenin kulesi!
Yunanistan’la ilgili hatırlanması gereken bir nokta, ülkenin devlet yönetiminin lâik olmadığı. Devletin resmi dini Ortodoksluk ve lâik bir ülkeden geldiğiniz zaman bazı uygulamalara gözünüzün takılması olası. Örneğin daha pasaport kontrolünde polis memurunun arkasında büyükçe bir Hz. İsa resmiyle karşılaşabilirsiniz. Böyle durumlara Yunanistan’da ilk kez rastlamıyorum, ama açıkçası Nea Smryni Stadı’nın içinde bir kilise bulmayı da beklemiyordum. Stadın girişinde sıradan bir kilise de değil, Nea Smyrni Metropolitliği var. İnönü Stadı’nın açık tribününde otururken nasıl Dolmabahçe’deki saat kulesine bakıyorsanız, burada da kilisenin kulesine bakıyorsunuz. Tek fark, kilise stada bitişik nizamda. Aklıma Osmanlı dönemi İzmir’inde Rum takımlarının maçlarında kilise görevlilerinin takımı takdis ettiği geliyor. Demek ki kilisenin futbola aşinalığı da İzmir’den göç etmiş. Baksanıza, stadyumdaki en iyi loca kilisenin kulesi!
Atina’daki gazeteci dostlarım daha önce Panionios Kulübü’ne ismimi bildirdikleri için basın tribününe girmekte güçlük çekmiyorum. Eurosport kimliğimi gösterip içeri giriyorum. Yalnızca polis memurlarıyla ve güvenlik görevlileriyle Yunanca konuşurken karnıma yavaştan ağrılar giriyor. Zira Yunanlar’ın konuşma hızı, maalesef senelerdir benim Yunanca anlama ve cevap verme hızımdan ileride. Türkiye’den gelmiş olmam, tahmin ettiğimden daha sıcak karşılanıyor. Aslında daha önce ülkede Türk olduğum için kötü muamele görmüşlüğüm yok. Aksine ailesi buradan göç edenler tarafından sevinçle kucaklanmışlığım çok. Ama stadyumda ne olur bilemiyorum. Polis memurları ve güvenlik mümkün olduğunca iyi davranıyor. Hatta bir kulüp görevlisi ?Türkiye’den mi geldiniz? Kameranız var mı? İçeri giremedilerse hemen alalım? diyor. Bir dahaki sefere kamerayla gelmeye anında karar veriyorum. O gün Türkiye’den gelmek bir problem değil, tabii sarı-siyah giyinmediğiniz sürece. Zira AEK taraftarı maça giremiyor. Yunanistan’da derbi maçları devrilen ya da ateşe verilen otobüs sayısıyla ölçüldüğü için deplasman taraftarına kapılar tamamen kapatılmış. Yağmur var diye açık tribünler (ki Nea Smyrni Stadı’nın neredeyse tamamı açık) boş kalmış. Oysa AEK’liler gelse hem tezahürat atışması izleyeceğiz hem de tribünler dolacak. İstanbul cephesini bu seferlik füme camlı locada hayal meyal gördüğüm Demis Nikolaidis ve bendeniz temsil ediyoruz. Bir de tabii AEK’li gazeteciler var.
Taraftar gazeteler
Yunanistan’da kulüplerin taraftarlarına özel ?taraftar gazete?ler var. Bunları kulüpler değil özel şirketler çıkarıyor. Hatta iki farklı kulübün gazetesini aynı şirketin çıkarması sıklıkla görülen bir durum. Bir ara ülkemizde de denenip tutmayan bu gazete modeli, komşuda epeyce popüler. Tarafsızlık ise taca çıkmış.
Nea Smyrni Stadyumu, on iki bin kişilik mütevazı bir stat. Bizim 1. Ligimizde rastlasak şaşırmayacağımız cinsten. Gözünü Şampiyonlar Ligi’ne diken kulüp de stadın yetmemeye başladığının farkında olmalı ki, yeni stadyum projesi çoktan hazırlanmış ve belediyeye onaylatılmış. Ancak AEK maçında açık tribünlerde yalnızca Panthers taraftar grubu var, gerisi ıslak ve boş. Kapalı tribünler ise üç bölme hâlinde; numaralı, kombine ve basın tribünü. Basın tribününe giderken boşlukları görünce çark edip kombine tribününe dönüyorum. Birincisi konumu daha iyi, ikincisi taraftarların neler konuştuklarını duymak istiyorum. Kombine tribününün kilitli ara kapısının başındaki görevliyle göz göze geliyorum, bir şey demiyor. Sonradan koltuklar dolmaya başlayınca biraz diken üstünde oturmaya başlıyorum ama fark ediyorum ki kulüp futbolcuların ailelerini de bu koltuklarda ağırlıyor. Zaten büyük ihtimalle kart sahiplerinin sayısı da koltuk sayısından fazla. Kimse merdivenlerde oturmayı umursamıyor. Pek güzel Yeni İzmirli hanımlar tribündekilere içecek ikram ediyor, ister koltukta, ister basamakta otursunlar. Misafirperverlik: 1-UEFA Kriterleri: 0!
Sanki Türkiye tribünleri
Takımlar sahaya çıktığında herkes gergin, insanların Panionios’tan çok şey beklediğini bir kez daha hissediyorum. Arkamdaki orta yaşlı bir taraftarın sesi, takım atağa kalktıkça çatlıyor. Ses tonu olarak bana Yunanistan’ın Avrupa Şampiyonu olduğu maçta gol anında sesini kaybeden spikeri hatırlatıyor. Herkes heyecanlı. Tribünde kadın-erkek yüzdesi hemen hemen İstanbul’un üç büyüklerininki kadar.
Türkçe’yle Yunanca arasında dört bin ortak kelime olduğu söyleniyor. Tribündeyseniz duyacağınız 10-15 kelimenin neredeyse tamamı bu gruba dâhil. AEK içeri orta yapınca, arkamdaki o taraftar ?Vur!? diye bağırıyor. Teknik Direktör Yorgos Donis, bir buçuk metre önümdeki AEK yedek kulübesinden taktik vermek için çıktığında Panionios taraftarının nidaları da yine renkli-Türkçe! Türk ve Yunan anneler çocuklarının ağzına rahatlıkla aynı nedenlerle biber sürebilir.
Bir de tribünlerin karşılıklı yaptığı tezahürat var ki, kelime kelime çevirince bile aşağı yukarı. ?Panionios’um benim, biricik sevgilim? oluyor. Ben bir yere gittiğimde, eve yakınlığımı genelde insanların stadyum davranışlarıyla ölçerim. Ölçü yine tutuyor. Türkiye’ye uçakla bir saat uzakta olduğumuz belli. Burası öyle devre arasında insanların yemek yiyip geri dönüşte yerine oturup sakince maç izlediği Batı Avrupa stadyumlarına hiç benzemiyor. Maçın ilk yarısında Panionios yüklendikçe yükleniyor. Ben en çok AEK defansının yeni stoperleri Sotiris Kiryakos ve Daniel Majstorovic’i merak ediyordum. Sarı-siyahlılardan topa zaten en çok onlar dokunabiliyor. Nikos Liberopulos ve Rivaldo gibi iki yıldızını takımda tutamayan AEK’te millî transferler Kiryakos ve Basinas kalitelerini belli ediyor. Geçen yılın gol kralı Ismael Blanco ise gününde değil. Panionios bir ani atakta golü buluyor. Direkten dönen top sahanın en iyisi Kiryakos’a çarpıp giriyor. Maçı ben anlatıyor olsaydım, ?Futbolun cilvesi…? derdim. Panionios’un hücum hattında eski Interli Lambros Hutos’a dikkat kesilmemek mümkün değil. Recoba da gelince bir hayli can yakacakları kesin. İlk yarı 1-0 bitiyor.
Sosyete tribünü mü, Gazze Şeridi mi?
İkinci yarının başında toparlanan AEK golü buluyor. Yine bir karambol, yükseltilen top ve Arjantinli yeni transfer Nacho Scocco golü kaydediyor. Başkan Nikolaidis, 2004’te takımı iflastan kurtardığından beri ucuz fakat verimli transferlerle takımı Şampiyonlar Ligi seviyesine kadar yükseltti. Scocco da bunlardan biri olacak gibi gözüküyor. Nikolaidis demişken, bir anda herkesin onun oturduğu locaya döndüğünü görüyorum. Genç başkan muhtemelen golle beraber locasında ayağa fırlamış. Tıka basa Panionioslu dolu tribünde büyük hata! Onlarca taraftar locanın camlarına vuruyor. Ellili yaşlarında bir adam üç-beş metre yakınımdan locaya bir bira şişesi nişanlıyor. Türkiye’de olsa diğer tribünler tarafından büyük ihtimalle ?sosyete? olarak nitelendirilecek tribün bir anda Gazze Şeridi’ne dönüyor. Düzinelerce kasklı polisi ilk kez o zaman görüyorum; sanıyorum tribünün alt kısmında bekliyorlardı. Yunanistan’da maç izlemenin bazen Türkiye’dekinden biraz daha badireli bir iş olduğunu yaşayarak görüyorum. ?Başıma bir iş gelmeden şu maç bitse? düşüncesiyle dakikalar geçiyor. Panionios’un 2-1 öne geçmesi tribünleri sakinleştirmeye pek yetmiyor. Son dakikada AEK’in Kafes’le attığı beraberlik golü ise taraftarları şoka sokuyor. O an yüzünden yıkılmışlık okunmayan tek insan olmak bile beni tedirgin ediyor. Aklıma tuttuğum takımın ben çocukken İzmir deplasmanından kurtardığı bir puanlar geliyor. Çocukluk nostaljisiyle gülümsenecek yerde olmadığımı fark etmem bir saniye bile almıyor. Hemen dışarı çıkıyorum. Tıpkı Türkiye’deki gibi kebap ve köfte kokuları arasında midem kazınarak eve dönüyorum. Sokak satıcılarının da AEK’in golüne pek sevinmediklerini hissediyorum. İştahı kesilmiş birkaç bin Yeni İzmirliyi hangi köfteci ister ki? Nea Smyrni’den çıkışta yavaş yavaş ?Panionios? duvar yazılarının arasına ?AEK?, ?PAO?, ?OSFP? karışmaya başlıyor. Atina’nın Karşıyaka’sına yaptığım turistik gezinin sonuna geliyorum.
Yunanistan, Türkiye’ye gerçekten benziyor. Ülkede maç izleyince bunu biraz daha iyi anlıyorsunuz. Benzer eğlenceli hikâyeler, benzer sıcak anılar ve gerginliklerle stattan ayrılıyorsunuz. Birbirini yiyen iki ülke olmaktan, yediği içtiği ayrı gitmeyen iki ülke olmaya giden yolun ortak yaşanmışlıklardan, ortak sevdalardan geçtiği muhakkak. Futbol, iki milletin ortak sevdası ve iki halk bir gün karşılıklı oturup kahve içerek tavla oynarsa konuşacakları şey futbol olacak. Bu bakımdan kalıcı barışa ve dostluğa giden yolda meşin yuvarlağa çok ihtiyacımız olacağı kesin. Tıpkı bir zamanlar olduğu gibi, dostça.
harika yazı be abi ,sonu gelmesin heyecan bitmesin diye yavaş yavaş tekrar tekrar okudum