Benim hayatımda futbolun varlığı kadınlardan oluşan ailemle başladı. Anneannem, annem ve ablalarım Meksika’da yapılan 1986 Dünya Kupası’nı o kadar ilgiyle izlemese, Gordon Milne’in Beşiktaş’ı sahaya çıktığında evde hayat durmasa, Feyyaz’ın, Şifo Mehmet’in son maçlarını görmeye Kapalı’ya gitmesek, futbolu yine bu kadar sever miydim bilmiyorum.
Bu nedenledir ki, evin dışına ilk adım attığım andan itibaren bizim bu maço futbol ortamı hiçbir zaman tam içime sinmedi. Yalnızca tahakküm-biat ilişkisi üzerinden yürüyen, en çılgın tarikatta bile zor görülecek cins bir güce taparlık içeren futbol dünyasında bizim evin samimiyeti hiç olmadı. Onun yerine başkası adına karar veren, verdiği kararı dayatan ve paradigması sorgulandığında hırçınlaşan bir grup kıllı yünlü adamın yarattığı dünyayı sevemedim.
Yirmili yaşlarımın başında ise Maçolar Ülkesi’nin başkentiyle tanıştım, yani spor medyasıyla. Kadınları bir cinsel obje olmanın dışında yok sayan, kadınların futbola katılımını da o iğrenç ?karılarımızı, kızlarımızı maça götüremiyoruz? klişesiyle boğan zihniyetin içinde var olmak gerekti. Neyse ki hep şanslı oldum. Kadın düşmanlığına, maşizme karşı durabilecek kadar uygar medya organlarında, aklı şeyinde değil başında olan insanlarla çalıştım. Bu noktada Bağış Erten’e, Ali Murat Hamarat’a ve son olarak da Kemal Ilıkkan’a teşekkür borcum var.
Geçtiğimiz günlerde BirGün’de Alp Kadıoğlu’nun çevirisiyle Simon Kuper’in kadınlar futbolu üzerine yazdığı harika bir yazı yayımlandı. Kuper, ?erkek dünya?nın kadınlar futboluna ilgisizliğini kadın futbolcuların o dünyada kadınlara biçilen rolün dışına çıkmalarına bağlıyor ve düşüncesini şöyle sonuçlandırıyor, ?futbol ölçü olduğunda, düşündüğümüzden çok daha muhafazakar olduğumuz ortaya çıkıyor.? Bu her şeyden önce çok cesur ve isabetli bir saptama. Kadınlar futbolu, gerçekten de kimin aslında ne düşündüğünü ortaya çıkarmak için nefis bir turnusol kağıdı. Futbolun katılımcı tarafından, küçük hikayelerinden hoşlandığını iddia eden (ve tabii bunu çok da güzel nakte tahvil eden) ?futbol romantikleri?nin bazısı, kadınlar futbolu söz konusu olduğunda hemen hırçınlaşabiliyor. O zaman ?romantizm? kenara bırakılıp ?futbol erkek oyunudur?a sarılınabiliyor. Tabii bunda kadınlar futbolundan ?ekmek çıkmamasının? da payı var. Sermaye, kadınlar futbolunda çıkar gördüğünde işler nasıl değişiyor, buna Almanya’da sponsorların Kadınlar Dünya Kupası’na ilgisini anlatırken önümüzdeki günlerde değinmek istiyorum.
Maçolar Ülkesi kadınlar futbolundan hoşlanmıyor. Kuper’in de tarif ettiği gibi onların ülkesinde kadının belli bir yeri, kimliği var, Maçolar Ülkesi’nin erkekleri bu kimlik sorgulandığında rahatsız oluyor. Kadın dediğin, spor kanallarında ne hikmetse alt kısmı hep şeffaf olan masalarda mini etekle boy göstermeli, neden bahsettiğinin farkında olmasına dahi gerek yok, örneğin bahsettiği sporcunun adını bilmesi bile şart değil. Ya da yayıncı kuruluşun yönetmeninin top taca çıkınca tribünden seçip göstereceği gibi olmalı, tercihen (boyama) sarışın. Onları maça ?erkekler? ?götürmeli?, yularlarından çekerek. Futbolda ipler hep ?erkekler?de olmalı, kadınlar futbolda var olacaksa da nasıl olacağını onlar belirlemeli, biranın yanındaki çerez gibi mesela, garnitür gibi.
Ama öyle olmuyor işte. Dünyanın her yerinde ve Türkiye’de bütün engellemelere, bütün çatlak seslere, bütün izansız ve insafsız bütçe kısıntılarına rağmen kadınlar kendileri için çizilen sınırları aşıp sahaya çıkıyorlar, daha da çıkacaklar. Bugün Berlin’de Al Dersimspor’da, Türkiyemspor’da sahaya çıkan kadınlara, yarın Dersim’de, Türkiye’de topa vuran kadınlar eklenecek. Ve o zaman kadınların topuklu ayakkabıyla değil, kramponla top oynadığını öğrenecek bizim geçen yüzyıldan kalma ?erkekler?, ayaklarından top alamayacakları kadınlara bulaşmamayı da…
Ve sonunda zafer benim ailemin kadınlarının olacak. Çünkü onlar futbolu gerçekten seviyorlar, para, çıkar ya da iktidar için değil, futbol olduğu için.
*2 Temmuz 2011 tarihli BirGün Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
İlk Yorumu Siz Yapın