Orhan Pamuk’un Nazım Hikmet Kültür ve Araştırma Merkezi’nin açılış töreni için Boğaziçi Üniversitesi’ne gelememesiyle, daha doğrusu SİP çizgisine mensup bir grup tarafından gelmesinin engellenmesiyle ilgili Diken internet sitesinde Barış Büyükokutan ve Volkan Çıdam imzasıyla ?Popülist sol nefretin müphem nesnesi: Entelektüel? başlıklı bir yazı yayımlandı. Benim şimdi yazacaklarım bu yazıya cevap niteliğinde olacağından devam etmeden okunmasını rica ediyorum (http://www.diken.com.tr/populist-sol-nefretin-muphem-nesnesi-entelektuel/)
Öncelikle gelebilecek her türlü ad-hominem salvosunu baştan savuşturmak için -adetullahtandır- söyleyeyim. TKP, daha doğrusu SİP çizgisinden gelen herhangi bir siyasi harekete mensup değilim, politikalarını çok onayladığımı söyleyemem. Bu çizginin onaylamadığım hareketleri arasında Türkiye Komünist Partisi, Fikir Kulüpleri Federasyonu gibi solun tarihine mal olmuş isimleri kendi zimmetine geçirivermesi var. Bu son Boğaziçi eylemi de aslında benzer bir saikle yapıldı. Zira Nazım Hikmet de uzun süredir bu hareketin ?müseccel marka?ları arasında yer alıyor. SİP çizgisinden gelen kimseler itiraz edeceklerdir ama Boğaziçi protestosunun arkasında ?bizden başka kimse Nazım Hikmet isimli merkez açamaz? hırçınlığının olmadığına ikna olmam çok zor. Neyse, özetle eylemin şeklini, içeriğini, amacını ve motivasyonunu onaylamıyorum. Orhan Pamuk’un ya da başka bir yazarın, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki bir konuşmasına ancak video ile katılabilmesini utanç verici derecede anti-demokratik buluyorum. Bu bir beyan olarak burada dursun.
Lâkin…
Büyükokutan ve Çıdam’ın yazdığı (yazarken Boğaziçi Üniversitesi’ndeki akademik titrlerini kullandılar mı bilmiyorum, sitede var ancak kendi istekleri dışında da konulmuş olabilir) yazıya fazlasıyla itirazım var. Bu iki akademisyen, yazılarına Türkiye’de popülist bir sol akımın sağdan ödünç aldığı bir ?entelektüel nefreti? olduğunu iddia ederek başlıyor, ki kabaca katıldığım bir argüman. Böyle bir alerji gerçekten yok diyemeyiz, var, ama Büyükokutan ve Çıdam’ın rahatsız olduğu kadar büyük ve kritik mi, emin değilim.
Yazının başlangıcından öne atılan bu argüman ile beraber ?entelektüel? ve ?liberal? kelimelerinin iç içe geçmeye başlaması, siyasi bir tartışma okuyacağımız izlenimini en baştan veriyor. Ama o da nesi? Yazarlar, siyasi girizgahı yapıp ?ulusal sol çevreler?i antagonist olarak yazıya yerleştirdikten sonra, bir anda bambaşka bir telden çalmaya başlıyorlar. Şöyle;
?İlk etapta meselenin metnin ideal-tipik okuru olamama haliyle ilintili olduğunu söylemek yanıltıcı olmayacaktır.
Orhan Pamuk?un metinlerinin okuyucu nezdinde bir anlam ifade edebilmesi için dünya edebiyatıyla tanışık ve barışık olmak; yazarın Thomas Mann?la, Marcel Proust?la sohbet ettiğini bilmek ve bundan haz almak önkoşul. Uzun lafın kısası, Orhan Pamuk okumak entelektüel bir uğraş.?
Bir anda içinde ?haz? (taste, goût) anahtar kelimesinin de olduğu kültürel bir tartışmaya zıplayıveriyoruz. Liberallik, ulusal solculuk filan diye giderken, iki paragraflık şarap degüstasyonu edasıyla yapılan bir Orhan Pamuk güzellemesi. Peki bayram değil seyran değil, kültürel sermaye beni niye öptü? Eh, genelde niye öpüyorsa ondan. Yazının buradan sonrasında giderek daha da hızla tükeneceği anlaşılan siyasi cephaneliğe kültürel şiddet marifetiyle destek yapmak gerekti çünkü. Tabii insan kalburüstü iki entelektüelden bunun biraz daha mahirane bir örneğini bekliyor. Oysa ?metnin ideal-tipik okuru olamama hali [sic]? gibi ifadeler rafinelik açısından anca şu aşağıdakiyle yarışabiliyor.
İki yazar, iki paragraflık ?kültürel kabarma?dan sonra yazının siyasi izleğine geri dönüyorlar. Konu SİP çizgisinin Esat desteğine bağlanıp, oradan politik kavgaya devam ediliyor. SİP’li, Esat destekçisi ya da bunun tam karşıtı neyse o değilseniz, bu tartışmanın cazip gelecek bir tarafı yok, devam edebiliriz.
Derken, bir yan soru daha ortaya atılıyor. ?Bir üniversite Nazım Hikmet adına kurduğu bir merkezde sadece Nazım Hikmet?i mi çalışabilir?? Bu tabii ki meşru bir soru. Ancak bunu cevaplarken merkezin yöneticiliğinden istifa eden Gündüz Vassaf’ın eleştirilerine (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kultur-sanat/165529/_N_zim_Hikmet_ne_derdi_..__dedi__istifa_etti.html) de nezaketen cevap verilebilirdi. Ama tabii Vassaf’ın eleştirileri, FKF eylemi kadar fevri ve nobran olmadığından herhalde Büyükokutan ve Çıdam’ın cevap vermesi iktiza etmedi. Ya da siyasi bir hesaplaşmanın öznesi olmayacağından…
Bu ikinci ihtimalin daha geçerli olduğu, yazının ilerleyen bölümlerinde anlaşılıyor. Zira yazarlar, bağlama yine bir mola verip ?Genelkurmay’ın postmodernizmi?nden dem vurmaya başlıyorlar. Anlıyoruz ki üç vakte kadar bir AKP apolojisi gelecek. Geliyor da…
?Ayrıca ?Liberaller?in işin en başından beri yanıldığını iddia etmeden önce de şunu sormak gerekmez mi: AKP 2002?de ne idiyse 2014?te de o mu olmak zorundadır? Bütün siyasi partiler bütün ömrü hayatları boyunca aynı çizgide mi kalır? Popülist solun neferleri bu soruları kendilerine sorduysa da cevabını ışık hızıyla ?Evet? olarak vermiş olmalı. Zira çok uzun bir süredir muhalefetin başarıya ulaşmasının önkoşulu olarak sunuyorlar sabit fikirlilik ve saplantı olarak da değerlendirilebilecek çelik gibi sert bir ?tutarlılığı.??
Yazarlar, siyasi hesaplarını görecekler diye bir paragrafta bir ?reductio ad absurdum? anıtına imza atıveriyorlar. Önce olmayan ve indirgenmiş bir argüman icat edip, sonra da antagonist adına o argümana cevap veriyorlar. Oysa kimsenin ?AKP 2002’de ne idiyse şimdi de o? dediği yok, en azından şu tartışmada. Ama hobi olarak şuna cevap verilebilir; haydi AKP değişti diyelim, baştan beri yapılan yanlış okumalar hiç mi, tekrar ediyorum HİÇ Mİ, özeleştiri hak etmiyor? On iki sene boyunca otokratik bir rejimin değirmenine su taşımış olmak, hiç mi ?ulan biz ne yaptık?? dedirtmiyor insana? Karşı tarafın sahip olduğunu iddia etmediği ?tutarlılığı?nı olmayana ergiye katık ederken, kendi tutarsızlığını gözden geçirmek bu kadar mı zor?
Buna pek yer yok yazıda. Neye var? 1930 Türkiyesi-Almanyası analojisine! Burada, tüm samimiyetimle soruyorum. YETMEDİ Mİ ARKADAŞ, YETMEDİ Mİ YAHU? 1990’ların sonundan beri yüzlerce yüksek lisans tezine garnitür olmuş bu analojiden gına gelmedi mi artık? Ayrıca bu tartışmada niye buraya geldik? Türkiye’de yapılan bir entelektüel tartışmanın ?bir tartışmada er geç biri bir şeyi Nazizm’e benzetecektir? kuralına dayanması şart mı? Yetiş ya Mike Godwin!
Özetle, Büyükokutan ve Çıdam’ın yazısı İstanbul entelijansiyasının temel arazını açık etmesi bakımından faydalı olmuş. Akademik besin zincirinin orta basamaklarındaki iki entelektüelin bir olup, bir bağlam ve bir izlek üzerinden basit bir tartışmayı götürmeyi; kültürel şiddet denemeleri, mantıksal safsatalar ve naftalin kokulu analojiler olmadan -FKF’nin Boğaziçi protestosu kadar kolay haklı çıkılabilecek bir konuda dahi- becerememesi Türkiye’nin entelektüel iklimi hakkında çok şey anlatıyor.
İlk Yorumu Siz Yapın