Gazeteci dostumuz sevgili İsmail Saymaz’ın bir kitabı çıktı geçenlerde, bilmem okuma fırsatı buldunuz mu? Saymaz, ?Nefret? isimli kitabında Malatya’daki Zirve Yayınevi’nde protestanların ergen diyebileceğimiz yaştaki bir avuç genç tarafından nasıl katledildiğini merkeze almış, katliamın etrafında dolaşan isimlerin polis, ordu, siyasi parti bağlantılarını bir bir gözler önüne sermiş. Bununla da kalmamış, Türkiye’deki bir avuç Hristiyan’ın nasıl sistematik olarak taciz edildiğini, devlet kurumlarının bu insanların inanç özgürlüğünü korumak yerine neler yaptığını anlatmış. Saymaz, Malatya’daki cinayeti yaratan iklimin, hatta cinayetin kendisinin İslamcısıyla, ulusalcısıyla, ülkücüsüyle nasıl bir ?milli mutabakat? içinde yaratıldığını yazmış. İyi ki de yazmış, bu ülkenin bu tarz titiz ve duyarlı gazetecilik çalışmalarına ihtiyacı var. Ellerine sağlık.
Ben ?Nefret?i okurken sinirlendim, kızdım, utanç, üzüntü, çaresizlik hissettim. Ama en çok korku duydum.
Çünkü Saymaz’ın anlattığı bir elin parmaklarını geçmeyen bir grup ruh hastasının yaptıkları değil. Ogün Samast olmasaydı Hrant Dink cinayeti, Emre Günaydın ve arkadaşları olmasa Malatya katliamı olmazdı diyemiyoruz.
Çünkü Saymaz’ın anlattığı ?Nefret?, bu toplumun her yerinde kol geziyor. Nefesini ensemizde duyuyoruz. Mesele Hristiyan ya da Protestan olmak değil, farklı olmak yeterli o nefretin hedefi olmak için.
Samast’lar, Günaydın’lar okumamış, bir kenara itilmiş, bu topluma diş bilemek için eline çok neden verilmiş çocuklar belki. Rakel Dink’in dediği gibi bebekten yaratılmış katiller onlar.
Peki, yanı başımızda dolaşan, tanıdığımız, bildiğimiz, okumuş etmiş insanları ne yapacağız? Onlar bir haftadır Facebook, Twitter iletilerine ?operasyon değil, toplu katliam istiyoruz?, ?Ermeniler’e yapmadık ama Kürtler’e soykırım yapalım? yazdığında, ?depremde Kürtler ölmüş? diye sevindiğinde bunu neyle açıklayabiliyoruz?
Geçen hafta İzmirli bir hemşirenin Twitter mesajına denk geldim; ?bana gelseler, elimi sürmem, bırakırım ölsünler? yazıyor. Bu diyen insan bir sağlık görevlisi, bir hemşire. Söylediği şeyin insanlık dışı olmasını zaten geçtim, ?Hemşirelik Yemini?ne aykırı.
Bu nefret sizi ürkütmüyor mu? Bebeklerden katil yaratan o nefret ikliminin 12 Eylül 1980’den beri bu ülkede herkese ve her şeye sinmiş olmasından korkmuyor musunuz?
Ve daha korkuncu da ne biliyor musunuz? Bu nefret isterisi, bu hamaset o kadar meşrulaşmış ki, kimse gıkını çıkarmıyor. Bir ülkenin delirmesini suskunlukla izleyebiliyoruz artık.
1980’de kendileri zindanda, fikirleri iktidarda olanlar, bugün bu ülkenin ruh ve zihin iklimine de sahip olmuş durumdalar. Otuz senede ince ince kurdular nefret imparatorluğunu.
Ne medyası, ne televizyonu, ne sporu bundan bağımsız.
Bu ülkede Şampiyonlar Ligi maç yayınlarında alenen ırkçılık yapılıyor farkında mısınız? Maçları anlatan zat hakem Türk takımının lehine karar verdiğinde hakemin adını söylüyor, aleyhine karar verdiğinde ?Sırp hakem? diyor. İzleyiciye alttan alttan mesajı veriyor, ?bak bu var ya Sırp, işte ondan böyle yapıyor.?
Eleştirdiğinizde kendisinden aldığınız cevap ne biliyor musunuz? ?Eee, ne olmuş Sırp mısın?? diyor, ?erkeksen?le başlayan tehditler savuruyor. Velev ki Sırp’ım, ?erkek? değilim, ayıp mı, günah mı? Ne yapacaksın? İşte onu söylemiyor. Çünkü söylemesine gerek yok. Çünkü bu ülkede ?öteki? olana ne yapıldığını İsmail Saymaz gibi cesur insanların kim bilir yürekleri nasıl yana yana yazdığı kitaplardan okuyoruz.
Çocuk yaştaki insanların Ermeni diye gazetecileri öldürdüğü, Protestan diye kendi hâlinde insanları vahşice bıçakladığı bir ülkede biz çocuklarımıza sporu böyle bir alt metinle beraber seyrettiriyoruz. Onları memleketin hamasetinden kaçırıp oksijen aldırabileceğimiz belki tek yerde hakim iklim bu.
Ve herkes susuyor. Özellikle de medyada, spor medyasında çalışanlar. Herkeste bir ?aman işimiz düşer?, ?aman adımız geçimsize, anarşiste çıkmasın? telaşı…
Ama öyle bir noktaya geldik ki, artık hükmü yok susmanın.
Nefret peygamberleri sonumuzun yakın olduğunu müjdeliyor da, bari o son susmaktan olmasın.
İlk Yorumu Siz Yapın