Bu haftasonu Eskişehir’de Sazova’da yelken, Porsuk’ta kano yarışları vardı, daha doğrusu olması gerekiyordu. Bu tip aktiviteler bir şehir için önemlidir. 1987 yılında, yani ben altı yaşımdayken, annemin beni götürdüğü Haliç’teki Oxford-Cambridge-Boğaziçi kürek yarışını hatırlıyorum. Pek çok İstanbullu gibi ben de ilk kez kürek yarışı izledim. Dahası Oxford-Cambridge rekabetini öğrendim, Boğaziçi diye bir üniversite olduğunu ve orada da kürek çekildiğini de. Daha sonra hayatımı spor üzerine düşünerek geçirdiğimi ve arada Boğaziçi Üniversitesi’nden de mezun olduğumu düşünürsek, herhalde o günün benim hayatımda bir etkisi olmuştur. Bu haftasonu -eğer olabilseydi- Sazova’da yelken, Porsuk’ta kano izleyecek insanların da belki birkaçının hayatına bir etkisi olacaktı bu spor etkinliğinin. Lakin yas nedeniyle 30 Ağustos’la ilgili çelenk koyma dışında bütün faaliyetler Başbakanlık genelgesiyle yasaklanınca yarışlar da iptal edildi. Yas nedeniyle kano/yelken yarışları iptal edilirken futbol ligi maçlarının oynatılmasındaki iki yüzlülüğü ifşa etmek tabii ki benim görevim. Ama asıl biraz bu yas meselesi hakkında yazmak isterim.
Ülkede zaten eksikliği hissedilen sportif faaliyetlerin gazino programı muamelesi görüp iptal edilmesini geçiyorum, biz bu yası niye tutuyoruz sorusuna geliyorum. Ya da biz bu yası niye böyle tutuyoruz? Bir kere zaten kimin yasının tutulacağını çeşmenin başını tutanın belirlemesi gibi ofsayt bir durum söz konusu. Durum böyle olunca hâliyle devlet kimin yasını istiyorsa onunki tutuluyor. Ölen askerlerin yasını tutalım elbet, ama mesela Cizre’de devlet kurşunuyla ölen yedi yaşındaki Baran Çağlı, bu ülkenin çocuğu değil miydi de yası tutulmayı hak etmiyor? Hoş bu ülkenin çocuğu olmasaydı bile ne olacaktı, Türkiye’ye sermaye pompalayan İslam Kalkınma Bankası’nın %25 sermayedarı diye tanımadığımız etmediğimiz Suudi kralının üç gün yasını tutmadık mı? Baran kral değildiyse de, bu ülkenin insanına bir şekilde dokunmaz mıydı ölümü?
Yasın kimin için tutulduğunu da geçiyorum haydi, yası niye böyle tuttuğumuz sorusuna geliyorum. Bu içine düşüverdiğimiz savaşın niye çıkartıldığını herkes biliyor ya, safa yatalım, velev ki bu zorla çatışmaya gönderdiğiniz gencecik askerler ülkenin selameti için ölüyor, biz onları anarken bu ülkeyi daha güzel bir yer hâline mi getiriyoruz? Bu ülkenin çoğunluğunun askerlerin ölümünden duyduğu birincil his üzüntü müdür acaba? Bence değildir, öfkedir. Çünkü üzüntü olsaydı, o çoğunluk başka çocuklar ölmesin diye uğraşırdı. Oysa ölenlerin üstüne başka çocuklar gönderiyor ki, onlar da ölsün. Bu üzüntü değildir işte, hırstır, kindir, öfkedir. Ölenin ruhu intikamla şad olmaz oysa, kinle huzur bulmaz. Yas deyince aklıma Saraybosna geliyor. Gidenler bilir, gitmeyenler merak etsin isterim, Saraybosna’nın bütün parkları, yeşil alanları mezarlıktır. Çocuk parklarında çocuk mezarları görürsün. Savaşta kaybedilen binlerce canın arasında ise dünyanın belki de en neşeli insanları yaşar. Ölümle yaşamın tezatını tek karede görebildiğin bir yer olduğu için dünyanın kalbidir Saraybosna. Ve oradaki insanların acısı da, mutluluğu da gerçektir. Ölenlerinin yerine de sıkı sıkı sarılırlar hayata. Yirmi yıl önce kıyasıya savaşan iki halkın aynı şehirde yan yana yaşayabilmesinin başka bir yolu da yoktur zaten. Bir Boşnak tanıdığın dediği gibi, ?bir daha savaşamayız, çünkü savaşırsak hepimiz ölürüz.?
Biz yası üzülmek için, öleni düşünmek için tutmuyoruz. Biz yası yeni ölümlere bilenmek için tutuyoruz. Hoş bizim için, halk için yani, çok bilinçli bir durum da değil. Yası tut diyorlar tutuyoruz, zaten genelde günlük hayatın içinde kaynayıp gidiyor. Ama en çok bu çocukları, hem askeri, hem gerillayı, hem sokaktaki sivili ölüme gönderen o muktedir, elinden geldiğini kafamıza çakmak istediği için tutuyoruz. Sokakta sivil tarayıp, bir yandan ?terör? adına yas ilan etmenin, ve bunun yanına kâr kalmasının keyfini çıkartabilsin diye tutuyoruz. Yası bizi yoğurabilmek, kafamızı karıştırabilmek ve bunu yeni ölümlere altlık yapabilmek için kullanıyor. O yüzden Saraybosnalı nasıl yaşıyorsa, biz öyle yaşamıyoruz. O yasını nasıl hayatla birleştiriyorsa, biz ölümle birleştiriyoruz. Dünyanın etnik açıdan en karışık coğrafyasının göbeğinde fındık kabuğu kadar şehirde o yüzden yirmi yıldır kan akmazken, biz her gün çocuk cenazesi kaldırıyoruz.
Yas yaşamı kutsadığın zaman bir anlam ifade ediyor. Biz ise ölümü kutsuyoruz. Bu yüzden bizim yasımız daha fazla ölümden başka bir şey getirmiyor.
İlk Yorumu Siz Yapın