Ülkemizde futbolun temizliğine olan inanç çok uzun bir süredir yok denecek kadar azdı. Dolayısıyla aslında kapsamlı bir şike soruşturması fikri, kimsenin itiraz etmeyeceği bir fikir gibi gözüküyordu.
Ancak soruşturmanın ilk gününden itibaren gerçekte bunun böyle olmayacağı anlaşıldı. Şike soruşturmasında gözaltıların başlamasıyla beraber futbolseverler saflaşmaya ve soruşturmaya tuttukları tarafın gözlüğünden bakmaya başladılar. Ortada tescilli komplo teorisi üreteçlerinin öne sürdükleri dışında ne bilgi, ne de belge vardı ancak herkes bir gün içerisinde kesin bir kanıya sahip olmayı başardı ve bunu ölümüne savunmaya başladı.
Bir süredir Türkiye’de insanların hukuk sistemi karşısında aldığı tutumu izleyenler için bu saflaşma çok da anlaşılmaz değil. İçinde bulunduğumuz yılların olumsuz anlamdaki en büyük mirası, bir çeşit ?hukuk fanatizmi? yaratmış olması. Artık ?suçlu olsalar bile yargılanmasınlar? ya da ?suçsuz olsalar bile cezalandırılsınlar? şeklinde kabul görebilen iki görüş mevcut.
Futbol, bu tarz bir akıl dışılığın çok rahat yuvalandığı bir alan. Hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğimiz bir soruşturmada, bir kısım insan Fenerbahçe’nin mutlaka şike yaptığını ve en ağır şekilde cezalandırılması gerektiğini düşünüyor. Diğer bir taraf ise Fenerbahçe’ye oyunlar oynandığını ve kulübün hiçbir şekilde şike yapmadığını iddia ediyor. Öyle bir ortam ki, Aziz Yıldırım ya da bir başkası suçsuzken hapis yatsa veya suçluyken serbest kalsa bunu kabul edip sevinecekler olacak.
Tabii bunun dışında bir de soruşturma esnasında yapılan hataların yarattığı bir güvensizlik var. Soruşturmanın gizliliği nedeniyle konu hakkında karar vermesi gereken Türkiye Futbol Federasyonu’na (TFF) bile doğru düzgün delil sunulmazken, Aziz Yıldırım’ın evden alınış görüntüleri ve gözaltı fotoğrafları Emniyet’ten haber ajanslarına sızdırıldı, Yıldırım’ın ve diğer gözaltına alınanların suçlarının sabit olduğunu ima eden bir metin eşliğinde. Durum böyle olunca, Fenerbahçe taraftarları ister istemez bu soruşturmanın Türkiye’deki futbolu temizlemeyi değil, doğrudan takımlarını hedef aldığına inandılar. Bunun sonucu olarak da Aziz Yıldırım’ı eleştiren, hatta doğrudan Yıldırım tarafından hedef alınan gruplar bile hapisteki Fenerbahçe başkanını savunmaya giriştiler.
Konunun diğer bir tartışmalı ayağı da tabii ki Futbol Federasyonu’nun aldığı, daha doğrusu almadığı karar. TFF, en az beş takımın adının soruşturmada geçtiği ve yöneticilerinin gözaltına alındığı bir ortamda Kulüpler Birliği’ne danıştı ve liglerin normal takvimle devam etmesi kararı aldı. Elinde hemen hemen hiçbir belge bulunmayan TFF’nin Fenerbahçe’yi ya da başka bir takımı küme düşürmesi tabii ki adaletsizlik olurdu. Aynı şekilde daha kimin ne yaptığı bile belli değilken şampiyonluğu bir takımdan alıp bir diğerine de veremezdi. Ancak bu koşullarda ligi süresiz olarak askıya alabilir ve bir an önce kanaat edinebileceği belge ve bulguları toparlamak için kendi soruşturmasına girişebilirdi. Onun yerine hiçbir şey yokmuş gibi davranmayı tercih etti.
TFF ligleri devam ettirerek Türkiye futbolunu belki de yıllar sürecek bir kaosun eşiğine bıraktı. Bu soruşturma ve sonrasındaki dava sürerken oynanan her maç kaçınılmaz olarak şaibeli kalacak. Aklanmamış takımlarla oynanan ligde her hakem hatasının, her beklenmeyen sonucun ardında şike aranacak. Ve tabii bu süre içinde dava da futbolun tam göbeğinde bir saatli bomba olarak tıklamaya devam edecek. Şöyle bir senaryo kuralım mesela; ligin otuz ikinci haftası, Beşiktaş, Fenerbahçe ve Trabzonspor şampiyonluk için mücadele ediyor, belki de o hafta şampiyon belli olacak. Maçlar oynanıyor ve tam o hafta mahkemenin kararı geliyor, üç kulübün de yöneticileri mahkum oluyor. Ne olacak? Federasyon ne yapacak? Ligin bitimine iki hafta kala üç kulübü de küme mi düşürecek? Şampiyonluk sene boyunca bir kez bile ilk üçe girmemiş bir takıma mı gidecek mesela?
Şu anda bunu düşünen yok. Çünkü Süper Lig’le ilgili kararları fiilen yayıncı kuruluş ve Kulüpler Birliği veriyor. Türkiye Futbol Federasyonu’nun ligin devam kararında en ufak bir dahli olmayabilir. Zaten bu soruşturmayla maddi zarar görmeye başlayan Digiturk ve gelirinin neredeyse tamamı TV yayınlarından gelen kulüpler, ligin askıya alınmasının iflasları anlamına geleceğinin farkındaydılar. Onlar için ligin devamı bir ölüm-kalım meselesiydi ve daha önce pek çok kez olduğu gibi federasyona sözlerini geçirdiler. Paranın dediği oldu. Tabii UEFA’nın bu konuda TFF kadar toleranslı olmayıp Türkiye’yi kendi turnuvalarından men etmesi de söz konusu. Ancak UEFA’nın da içinde büyük paraların döndüğü meselelerde topu taca atma huyu olduğundan buna da fazla güvenmemek gerekiyor.
Bundan sonra bizi uzun ve adaletinden emin olamadığımız bir dava süreci ve hiçbir inandırıcılığı olmayan bir futbol sezonu bekliyor. Şike soruşturmasına olan ihtiyaç, futbolun temizlenmesi gerekliliğinden kaynaklanıyordu. Oysa şimdi daha da büyük çamur deryasıyla karşı karşıyayız.
*15 Temmuz 2011 tarihli Agos Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
İlk Yorumu Siz Yapın