22 Kasım 1986 tarihinde Güney Afrika’nın Johannesburg kentinde Henke ve Sheila Pistorius’un Oscar isimli bir oğlu oldu. Çiftin sevinci biraz buruktu belki, çünkü küçük Oscar dünyaya fibula (baldır) kemikleri olmadan gelmişti. Bu, dünyadaki 650 milyon engelli için olduğu gibi, onun için de hayat boyu sürecek bir mücadelenin başlangıcıydı, ?normal? dünyanın çıkardığı zorluklara karşı olan mücadelenin.
Pistorius, küçük yaşta spor dünyasıyla tanıştı. Protez bacaklarıyla su topu oynadı, tenis oynadı, kriket oynadı, ortaokulda okuduğu okulun rugby takımına girdi. 13 yaşında yaşadığı diz sakatlığı olmasa belki de Pistorius’un hikayesini atletizm değil rugby üzerinden anlatacak, protezlerle milli takıma, meşhur Springboks’a çıkan ilk sporcudan bahsedecektik. İki yıl sonra annesini bir alerjik reaksiyon nedeniyle kaybetti. Annesinden geriye ona daha bir buçuk yaşındayken yazdığı mektup kaldı; ?Kaybeden yarışta sonuncu gelen değildir, kaybeden kenarda oturan ve koşmayı hiç denememiş olandır.?
Oscar Pistorius, piste ?yapabileceklerim yapamayacaklarımdan çok daha fazla? diyerek çıktı. Kurumsal spor dünyasının çizdiği çerçeveleri çok fazla umursamadı. Ona göre gerekli yetenek ve performans olduktan sonra spor alanında herkes herkesle yarışabilirdi. Çocukluğunda nasıl sağlam bacaklara sahip arkadaşlarını protezleriyle geçiyorsa, şimdi de atletizm pistlerinde herhangi bir atletle yarışabilirdi. Yarıştı da. Koşu protezleriyle dereceler yapıyor, Olimpiyat barajını zorluyordu. Ancak 2007’de Uluslararası Atletizm Federasyonu IAAF’ın yaptığı kural değişikliği, herhangi bir avantaj sağlayıcı ekipmana sahip bir sporcunun yarışmasını yasaklıyordu. Aynı yıl IAAF’ın Pistorius’un ekipmanıyla yaptığı testlerden çıkarılan sonuç da protez bacakların sporcunun bacaklarını kullanan atletlere kıyasla daha az enerji harcadığı ve Pistorius’un kendisine avantaj sağladığı yönündeydi. ?Rüya koşucu?nun Pekin’deki Olimpiyat’ta yarışma hayali böylelikle sekteye uğruyordu. Ancak Pistorius vazgeçmedi ve konuyu CAS’a götürdü ve hem yapılan testlerin şekline, hem de prosedürde yapılan haksızlıklara itiraz ediyordu. Testlerde protezlerin koşucuya sağladığı avantajlar ölçülürken, start anındaki dezavantaj ölçülmemişti. Aslında protezler Oscar Pistorius’a avantaj getirmiyor, yalnızca performansının zirvesine diğer koşuculardan farklı bir noktada çıkmasını sağlıyordu. CAS, IAAF’ın yasağını oy birliğiyle kaldırdı, ancak koşucunun Olimpiyat barajını aşması için yeterince zaman kalmamıştı.
2011’e geldiğimizde Oscar Pistorius Olimpiyat barajını geçmiş vaziyette. Üstelik bir hayalini gerçekleştirdi ve Daegu’da yapılan Dünya Şampiyonası’nda ilk kez paralimpik olmayan büyük bir şampiyonada koştu. 400 metrede yarı final hedefine ulaştı ve Kore’deki seyirci tarafından ayakta alkışlandı. En önemlisi kurumsallaşmış spor endüstrisinin koyduğu katı normları fiilen kırdı.
Büyük spor örgütleri, herkesi sporun içine çekiyor gibi gözükürken, bir taraftan da insanlara belli normlara göre roller biçiyor ve bu rollerin dışına çıkmalarını engellemeye çalışıyor. Bu normlar ve roller belirlenirken de temel kriter yine para oluyor. Mesela ?normal? atletler ?normal? yarışlarda yarışır, engelli atletler paralimpik yarışlarda, paralimpik yarışlar ?esas çocuklar? ?asıl yarışlar?da yarıştıktan sonra yapılır, herhangi bir kârlılık belirtisi göstermedikçe onları yeri bellidir. Bu yalnızca engelliler için geçerli bir durum da değil. Örneğin pek çok sporda kadınlar da eşit muamele görmek için senelerdir mücadele veriyor, kayakla atlama, boks, rugby, hatta futbolda uzun süredir adaletsizliklere karşı durmak zorundalar.
Ortaya çıkışından beri Olimpiyat, daha doğrusu kurumsal spor adaletsizlik üzerine kurulu. Antik Olimpiyat’ta Yunanca bilmeyenler, köleler ve kadınlar yarışamıyordu. Modern Olimpiyat ise kapılarını ekmeğini sahalardan kazanan ilk spor işçilerine kapayarak ortaya çıktı ve yalnızca sporu zevk için yapan elitleri bünyesine kabul etti. Daha sonraki yıllarda ise pek çok dalda kadınlar yarışamadı. Ayrımcılığın azalması büyük mücadeleler sonucunda olabildi.
Şimdi Oscar Pistorius başka bir büyük mücadelenin bayrağını taşıyor. Onun derdi bacakları olmayan normal bir insan olarak yaşamak. O hiçbir zaman kendisini eksik hissetmeyi kabul etmedi ve şimdi spor dünyasının eksiklerini tamamlıyor. Dünya Şampiyonası’nda 4×400 metre finalinin yapılacağı gün takımdan çıkarılması, mücadelesinin bitmediğini gösteriyor. Onsuz koşan takım gümüş madalyaya uzandı, serilerde koştuğu için o da madalya aldı ama onun istediği diğer herkes gibi yarışmak ve kabul görmekti. Bu onun için yarım bir mutluluk. Oysa o hiçbir zaman yarım mutluluklarla yetinmedi.
Bu mücadelesinde Oscar Pistorius’un yanında koşmak lazım. Çünkü o engellere mahkum edilen herkes için koşuyor, ?normal? insanların anormal dünyasında…
İlk Yorumu Siz Yapın