Seksenli yıllar, Türkiye’de pek çok şeyin buhar edildiği yıllar oldu. Yüz binlerce insanın yaşama hakkı bile tehlikeye atılırken, örgütlenme hakkı ve ifade özgürlüğü gibi hak ve özgürlükler hemen hemen tarihe gömüldü. 1980 öncesinin kitle örgütlerinin, işçi sendikalarının üzerinden tank paletleri geçti. Ve darbe öncesinde 24 Ocak Kararları’yla yeni dönemin ekonomik koşullarını hazırlayan kadrolara dümdüz edilmiş bir ülke altın tepside sunuldu.
1980’lerin başında Turgut Özal’ın başını çektiği neo-liberal kadroların yok ettiği en önemli şey ise ?kamu yararı? oldu. İdare hukukunun temelini oluşturan bu kavram, eli kolu bağlanmış bir muhalefet karşısında hemen hemen hileli sayılabilecek bir seçim sistemiyle salt çoğunluğu sağlamış iktidar tarafından kısa sürede belli bir sınıfın çıkarıyla takas edildi. Artık ?kamu yararı? yalnızca kağıt üstünde vardı. Geçerli olan egemen sınıfların, şirketlerin, ?Özal’ın prensleri?nin imtiyazlarıydı. ?Kamu yararı?yla hakları korunan halka ise şu öneriliyordu; kendi başının çaresine bak, ?işini bilen? ayakta kalır! Artık her koyun kendi bacağından asılıyor, büyük balık ise küçük balığı yiyordu.
12 Eylül rejiminin kendini meşrulaştırmak için büyük bir iştahla sarıldığı spor dünyası, bu yeni sistemin de vitrini oldu. Aynı zümreyi paylaşan devlet yetkilileri ve özel sektör tarafından palazlanan sermayeyle ayaklanan kulüpler, gelen başarılarla yeni düzenin propagandasını yapmaya başladılar. Spor, hele ki futbol, parası olanın, güçlü olanın mutlu olduğu dünyanın yansımasıydı.
1980’lerin Beşiktaş’ı bu dönemde bir anomali olarak ortaya çıktı. 1970’lerde battığı borçlardan kurtulmak için kendi öz kaynaklarına dönen kulüp, bu dönemde enteresan işler çıkarıyor; muhalefeti dahi kalmamış ülkede Özalizm’in enteresan bir antitezi olarak dikkat çekiyordu. Beşiktaş, bu dönemde önemli başarılarından birini kadınlar basketbolunda yaşadı. 1983-85 yılları arasında şampiyonluğu ilk kez İstanbul’a getirdi ve iki kez üst üste zafere uzandı. Fehmi Sadıkoğlu yönetimindeki ekip, siyah-beyazlı kulübü Türkiye’de yeni gelişen kadınlar basketbolunun zirvesine taşımıştı. Beşiktaş’ın şampiyonlukları her ne kadar uzun ömürlü olmadıysa da, daha sonra Galatasaray’ın kuracağı hanedanın hem kadro anlamında, hem de atmosfer anlamında temelini attı. Bu sporu haritada bir yere yerleştirdi.
Yıl 2012. Kadınlar basketbolu artık Türkiye’de saygıyla anılan bir spor dalı. Milli takım Avrupa Şampiyonası’nda derece yaptı, Olimpiyat’ta oynadı. Milli oyuncular artık kamuoyunda tanınıyor, büyük takımların Avrupa maçları tıklım tıklım dolu salonlara oynanıyor. Bir zamanlar burun kıvrılan bu dal, artık ülkenin yüz akı.
Ve kadın basketbolunu Türkiye’ye sevdiren ilk kulüplerden Beşiktaş, takımını ligden çekiyor.
Beşiktaş Jimnastik Kulübü, pek çok diğer büyük spor kulübü gibi ?kamu yararına çalışan dernek? statüsü taşıyor. Bu statü, başta vergilendirme ve gayrimenkul alımı gibi konularda olmak üzere kulübe büyük avantajlar sağlıyor. Bu statü olmasa Beşiktaş’ın mesela vergi borcu acaba şimdi ne boyutlarda olurdu?
Beşiktaş’ın bu statüsü, kulübe kağıt üstünde ?kamu yararı? doğrultusunda faaliyet gösterme sorumluluğunu yüklüyor. Bir diğer deyişle, sporu bu ülkenin halkının yararına üretme yükümlülüğünü. Ancak, bir zamanlar Özalizm’in antitezi olan Beşiktaş, bu yükümlülüğünü yerine getirmiyor. Kamunun değil, kendi içinden doğurduğu ve kangren olmuş şirketin çıkarını düşünüyor. Küçük hesaplarla erkek voleybol, kadın basketbol şubesinin faaliyetini durduruyor. Tek derdi, eksi bakiyeye rağmen futbolun çarkını döndürmek.
Oysa son otuz yıldaki ikinci büyük neo-liberal saldırının yaşandığı şu dönemde, Türkiye’nin dik duracak bir Beşiktaş’a ihtiyacı vardı. Türkiye’de insanları spor yapmaya özendirecek, çocuklara siyah beyazlı formayla basketbol-voleybol oynama hayalleri kurduracak bir kulübe ihtiyacı vardı. Kamuya dair, halka dair son bir direniş hattı olmasına ihtiyacı vardı.
Beşiktaş, bugün eski futbolcuları tarafından iflası talep edilebilecek durumdaki bir şirketi ayakta tutmaya uğraşıyor, bir yandan şımarık zengin çocukları gibi para saçıyor. Her şey koca kulüpte eğer ıslah edilmeyecekse kapısına kilit asılmayı yerden göğe hak eden tek şube olan futbolun hastalıklı varlığını sürdürebilmesi için. Bu uğurda voleybol yendi, basketbol feda edildi, sırada muhtemelen efsanevi hentbol şubesi var. Oysa Beşiktaş bu ülkede sporun ana damarlarından biri. Bugün milli tekerlekli sandalye basketbol takımı Olimpiyat’ta ABD’yi yeniyor, Avustralya’ya kafa tutuyor. Bunda Beşiktaş’ın katkısı tartışılamaz derecede büyükken, bu kulübü sadece bir futbol kulübüne indirgemek, yapılabilecek en büyük kötülük.
Peki fiilen çoktan iflas etmiş olan futbol şubesi ve onun eklemlendiği şirket, bu gücü nereden alıyor? Çok basit; bir zamanlar Beşiktaş’ın karşı durduğu Özalizm’in yetiştirdiği nesilden. Bu nesil, hayatta kalmak için bireysel çıkarları kolektif çıkarların üstüne koymayı öğrenerek büyüdü; kamu yararı nedir bilmedi. Kazanmayı var oluşun merkezine koyan bir anlayışla, kazanamayanın atıl ilân edildiği bir eğitim sistemiyle yetiştirildi. Taraftarlık anlayışı da hem kendisine öğretilenlerle, hem de Seba sonrasında kulüpte gördükleriyle yoğruldu. Adeta bir din derecesinde bağlı olduğu kazanma ihtiyacını gıdıklayan, çıldırtan, şımartan yöneticilerin peşinden koştu. Futboldaki başarı, ona hayatta çoğu zaman tatmin edemediği o vazgeçilmez kazanma açlığını besledi. O yüzden şimdi, kulüp iflasa giderken dahi, bundan vazgeçemiyor. İsterse tüm şubeler kapatılsın, isterse tesislerdeki tüm işçiler kovulsun; yeter ki onun konforuna dokunulmasın. Çünkü bu onun için varoluşsal. Futbolun öforisi olmazsa öleceğini sanıyor.
Beşiktaş’ın ?kamu yararı?na bakışı bugün Özalizm’le birebir örtüşüyor. Taraftarının çoğunluğunun verdiği tepkiler de Özal neslinin bencilce tepkileri. Quaresma için direklere tırmanılan, kulübe ruhunu veren şubelerin ise kaderine terk edildiği Beşiktaş’ın bu hâle gelmesi, Türkiye sporu için çok büyük bir yenilgi. Bir zamanların şampiyon kadın basketbol şubesinin kapısında sallanan kilit en çok bu yenilgiyi simgeliyor.
Not: Bu yazı yazıldıktan gelen haber Beşiktaş’ın kadın basketbol takımını ligden çekmekten vazgeçtiğini gösteriyor. Bu tabii ki olumlu bir gelişme ancak zaten çok küçük bütçelerle döndürülen şubelerin kaderinin pamuk ipliğine bağlanmış olması hâlâ endişe verici. Beşiktaş’ın futbol dışındaki şubelerini yalnızca para getirmesi hâlinde açık tutmayı düşünmesi, yine parayı “kamu yararı”nın önüne koyduğunun bir kanıtı.
İlk Yorumu Siz Yapın