14 Temmuz 2012, Türkiye tarihinde özel bir gün. Ülkenin pek çok eksiğini, gediğini, ayıbını ve tutarsızlığını göstermesi açısından. Aynı zamanda aynı iktidarın, farklı muhalefetleri bambaşka ve birleştirilemeyen alanlarda nasıl ezebildiğini göstermesi açısından.
14 Temmuz’da Türkiye’nin doğusunda bu ülkenin seçilmiş milletvekilleri, panzerler tarafından kovalandı, üstlerine gaz sıkıldı, ateş edildi, yaralandı. Binlerce Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı, sokak ortasında linç edildi. Yapılmamış mitingin, atılmamış sloganı için. Aynı saatlerde, ülkenin batısında mahalle baskısı etkisini gösterdi, ?Efes Pilsen One Love? müzik festivalinde içki satışı yaptırılmadı.
Bugün ozgurlugunesahipcik.com adresinde bir metin yayımlandı. Aynı gün Diyarbakır’da olanlara dokunmamayı tercih ettiği anlaşılan metinde ?özgürlük? kavramı, alkol tüketme özgürlüğüne münhasırmış gibi ele alınıyor. Evet, alkol tüketmek bir özgürlüktür ve savunulması da gerekir ama ?özgürlük? kavramı tek bir özgürlüğü içermez; pek çok özgürlüğün içinde yer aldığı bağlamdır. Bu bağlamın içinden içerik ayıklayamazsınız, işi ?şu özgürlük olsun, bu olmasın?a getirdiğiniz an özgürlüğün tamamını kaybedersiniz.
Alkol tüketim yasağına karşıyım ama bu örnekteki eylem tarzını desteklemiyorum. Her şeyden önce bu bir eylem değil, reaksiyon. Biri size iğne batırdığında bağırmanız politik açıdan ne derece eylemse, bu da o derece eylem. Bir sürü yasak, kısıtlanan bir sürü özgürlük içinde bir tanesi dokundu, bağırıldı. İçki yasağı olmasaydı, eylem olduğu iddia edilen bu reaksiyon da olmayacaktı. Festivaller özgür kabul edilecekti.
Oysa festivaller, tâ H2000’den beri sponsorların, tüketim toplumunun, kapitalizmin ve iktidarın tutsağı. Hatta yalnızca tutsağı da değil, bir rıza yaratma aracı. İki yıl önce bizzat ?Efes Pilsen One Love?ın festivalde sırtına binilecek köle çalıştırmaya kalktığını hatırlarsak, kapitalizmin festivallerinin arka planı hakkında bir fikir sahibi olabiliriz. Şirketlerin festivalleri, bir dizi zorunluluk ve yasak karşılığında dünyaca ünlü grupları, şarkıcıları izleme ödülünün verildiği Huxleyvari konfor alanları. Ve yazılı-olan olmayan bir sürü yasak ve zorunluluk var. Mesela kimi festivallerde bankaya gidip harcama kartı almak zorundasın. Memleketin en ücra yerinde bile geçen para, festivalde geçmiyor, kartın olacak. İçeride satılan yiyecek-içecek sana uymuyor olabilir, yemiyorsan aç kalırsın. Vejetaryensin, vegansın, alerjin var, özel diyetin var veya bunları geçtim tüm paranı bilete yatırdın, o akşamı da krakerle geçiştirmek istiyorsun. Yasak! Oraya geliyorsan bilet alman yetmez, tüketim kültürünün aktif bir parçası olmak zorundasın. Sonra işin daha görünür politik boyutu da var. Sahnedeki adam istediğini söyler de, sen Rock’n Coke’ta Coca-Cola’nın savaşlara verdiği açık desteği bir protesto etmeye kalk bakalım ne oluyor? E hani özgürlüktü?
Kapitalizmin çarkları içine itilmiş herhangi şeyin, hele ki sosyal etkinliklerin özgür olduğunu iddia etmek aymazlığa girer. Bunun için siyasi iktidarın doğrudan müdahale etmesi bile gerekmez. Şirketler otosansürün kalesidir. Mesela Efes’in bağlı olduğu Anadolu Grubu, Gerze’de bir termik santral yapmak istiyor. Orada halk, kendi zararına olacak bu santrale karşı ama hükümet Anadolu Grubu’nun arkasında. O Anadolu Grubu’na iktidar ?festivalde içki satma? dese karşı gelebilir mi? Ya da mekan sahibi? İktidarla binbir türlü işi olan Bilgi Üniversitesi? Sen konserini iktidarla ilişki içindeki bir sürü kurumun, şirketin eline bırakmışken özgürlükten nasıl bahsedebilirsin ki?
Başta müzik piyasası, sonrasında da inanılmaz paralarla düzenlenen festivaller serbest piyasa döngüsünün bir parçası. Ve bu döngünün içinde siyasi iktidarlar da var. Kimisi yalnız Amerika aleyhinde slogan atılmasını istemez, kimisi içki içmene de bozulur. Ama sonunda iktidar iktidar, yasak da yasaktır. ?Bir özgürlük olsun, öbürü olmasa da olur? diyemezsin. Ya ?özgürlüğü? savunur ve eyleme geçersin; ya da işine gelen ?özgürlüğünü? savunur reaksiyon verirsin. İkinci durumda iktidar da bileğini bükebiliyorsa yasağı sürdürür, biraz zorlanırsa da susasın diye kaybettiğin eşeğini buldurur. Diğer yasaklar aynen devam eder.
Türkiye’de özellikle şehirli orta sınıfın politik bağlam yoksunluğu, özgürlüğün değil bazı özgürlüklerin savunulduğu bir ortam yaratıyor. Bu verilen reaksiyon da bunun tipik bir örneği; Diyarbakır’a dokunmadan, İstanbul’daki özgürlüğe dair nafile bir arayış. Herhalde Diyarbakır’daki gibi bir olayın batması için İstanbul’da ya da İzmir’de CHP milletvekillerinin dövülmesi beklenecek, o zaman ses çıkarılacak. O ses de yine eylem değil reaksiyon olacak.
Burada ?onu savunuyorsunuz, bunu niye savunmuyorsunuz? demiyorum. Özgürlük tekil ve öznel bir şey değil, pek çok şeyi içeren bir bağlamdır diyorum. Siz yalnızca kendi yaşam tarzınızın içerdiği özgürlükleri değil de, özgürlüğün kendisini savunduğunuzda her şeyi tek tek savunmanız gerekmeyecek zaten. Savunduğunuz bir özgürlük, diğer özgürlükleri de besleyecek. Yeter ki hepsi aynı mücadelenin parçası olsun. Bunun için o mücadelenin bir amacı, bir sonucu olması gerekir. Bu başlı başına herkes için daha güzel bir dünya tahayyülü gerektirir. Bu tahayyülün oluşması için ise kendi derdiniz, kendi bireysel konforunuz ya da yaşam tarzınız kadar başkalarınınkini de düşünmeniz gerekir. Herkesin aynı özgürlüklere sahip olabilmesini savunmak ve kendi işine gelene sahip olduğunda da susmamak gerekir. Bu da sanırım, neden ?kurtuluş yok tek başımıza, ya hep beraber, ya hiçbirimiz? dendiğini anlamaktan geçiyor.
anadil tartışmalarında “burası türkiye olur mu öyle şey”
başörtüsü tartışmalarında “onların değil üniversitelerde okumasını, bu ülkede barınmasını istemiyorum” diyenlerin bir şişe için özgürlük havarisi kesilmesinde pek samimiyet bulduğum söylenemez…
diğer konu
o panzerlerle kovalanan polisin üzerine ses bombası at, ondan sonra su sıkıyorlar efendim de.. onun üzerine de çok konuşulur ya neyse..