Mareşal Josip Broz’un, daha çok bilinen ismiyle Tito’nun bir rüyası vardı. Yugoslavya ülkesindeki tüm bölgeleri etnik ve dini farklılıklara dayanmaksızın özerk ve eşit olarak bir arada yaşatmak. Ustaşilerin etnik temizlik harekâtlarını, Nazi bombardımanı altındaki Belgrad’ı yaşayan Sırplar, Boşnaklar, Hırvatlar, Slovenler, Makedonlar ve Karadağlılar Tito’nun rüyasına inandılar ve Federal Yugoslavya Halk Cumhuriyeti çıktı ortaya. İkinci Dünya Savaşı biter bitmez ülkenin tüm kurumları yenilenmeye başladı. Krallık döneminden ve öncesindeki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndan kalma âdetler yerini yeni bir sisteme bırakıyordu. Yeni ülkenin spor politikalarını da bu yepyeni sistem şekillendirecekti.
1945 yılında, daha cumhuriyet ilan edilmeden Yugoslav Spor Birliği, nam-ı diğer Partizan kuruldu. Partizan’ın hedeŞ ülkenin dört bir yanındaki spor faaliyetlerini yönlendirmekti. Bu doğrultuda alınan kararlardan biri de başkent Belgrad’da bir spor kulübü kurmaktı. Böylelikle 1945 yılının Ekim ayında Partizan Belgrad sporun farklı dallarında hayata geçmiş oldu. Ezeli rakip Kızılyıldız da yine aynı yıl içinde kurulmuştu. Partizan Belgrad, başlangıçta Yugoslavya Halk Ordusu’na bağlı olarak faaliyet gösterdi, ilk uluslararası maçını da bir başka ordu takımı olan Sovyet ekibi CDKA (günümüzde CSKA) Moskova’yla oynadı. Takım maçlarını Yugoslav Halk Ordusu Stadyumu JNA’da oynuyordu. Partizan’ın orduyla olan bağları Tito’nun ülkenin Sovyetlerle olan bağlarını gevşeterek Bağlantısızlar Hareketi’nin temellerini attığı 1950’lerin ilk yarısına kadar sürdü. 1954 yılında gerçekleşen Tito-Menderes buluşmasının ardından Partizan çatısında faaliyetlerini sürdüren takımlar ülkemize de gelmeye başladı.
Yugoslav Ligi’nin ilk şampiyonu
Partizan Belgrad, 1946-47’de ilk kez düzenlenen Federal Yugoslavya Ligi’nin on dört katılımcısından biriydi. Siyah-beyazlı takım o sezon, yalnızca iki mağlubiyet ve bir beraberlik alarak en yakın rakibi Dinamo Zagreb’in beş puan önünde şampiyon oldu. Zemun karşısındaki 2-0’lık galibiyetle Yugoslavya Kupası da Partizan’ın olmuştu. 1945 yılında ülke içindeki bölgeler arasında düzenlenen Yugoslavya Şampiyonası’nda gol kralı olan Stjepan Bobek, bu sezon da ligin yıldızıydı. Partizan ülke futboluna zirveden giriş yapmıştı. Sonraki sezon gelen üçüncülükten sonra 1948-49 sezonunda ikinci şampiyonluk da kazanılmıştı. 1948 yılında Londra Olimpiyatları’nda gümüş madalya kazanan Yugoslav ekibinde de çok sayıda Partizanlı vardı. 1950’li yıllara girildiğinde Yugoslav Ligi çok çetin bir lig haline gelmişti. Diğer başkent ekibi Kızılyıldız’ın yanı sıra Hırvat temsilcileri Hajduk Split ve Dinamo Zagreb de şampiyonluk mücadelesinden kopmuyordu. Bu dönemde Partizan biraz bocalamaya başladı. Kadrosunda bir dönem Beşiktaş’ı çalıştıracak olan Miloş Milutinoviç ve Fenerbahçelilerin en sevdiği antrenörlerden Todor Veselinoviç’i de bulunduran ekip buna rağmen başarılı olmakta güçlük çekiyordu. 1953’te takım beş yıllık aradan sonra yeniden şampiyonluk mücadelesi vermeye başladı. 1953-54 sezonu nefes nefese geçmiş, Dinamo Zagreb bir puan farkla şampiyonluğu Partizan’ın elinden kapmıştı. Sonraki sezonlarda ise Kızılyıldız’ı geçmek mümkün olmamıştı. Bu arada Belgrad’ın iki kulübü arasındaki rekabet de kızışıyordu. Kızılyıldız taraftarları, Partizan’ın renklerini kasvetli buluyor, rakip takımı ?Grobari? yani ?mezar kazıcıları? diye çağırarak kızdırıyordu. Ancak daha sonradan ?Grobari?, Partizan taraftarları tarafından da lakap olarak benimsenecekti.
İlk Avrupa bileti Partizan’ın
Ligde istenen başarı gelmemesine rağmen takım 1954-55 sezonunda çok önemli bir zafer kazandı. Yugoslavya Kupası’nın finalinde Partizan’la Kızılyıldız 50 bin kişinin önünde karşı karşıya gelmişti. Daha maçın ilk yarım saatinde Partizan, Valok, Bobek ve Mihayloviç’in golleriyle durumu 3-0 yaptı. İkinci yarıda Valok bir gol daha bulmuş, Partizan 4-1’lik galibiyetle kupayı bir kez daha müzesine götürmüştü. Bu galibiyetin, alınan kupa ve ezeli rakibe atılan fark dışında bir başka önemi vardı. Bu maçı kazanan takım ilk kez düzenlenecek Şampiyon Kulüpler Kupası’nda Yugoslavya’yı temsil edecekti. Bu ilk Avrupa bileti böylelikle Partizan’ın olmuştu. Partizan, ilk Avrupa kupası maçına 4 Eylül 1955’te Lizbon’da Sporting karşısında çıktı. Portekiz’deki bu maçta öne geçen Sporting olmuş, ancak gol düellosu şeklinde geçen maçta Milutinoviç’in iki, Bobek’in bir golüyle Partizan 3-3’lük beraberliği kurtararak avantaj yakalamıştı. Rövanşta ise sahnede yine Milutinoviç vardı. Tam dört gol birden atan oyuncu, hem takımının 5-2’lik galibiyetinde aslan payını almış, hem de Avrupa kupaları tarihinde bir maçta dört gol atan ilk oyuncu olmuştu. Çeyrek finalde rakip Real Madrid’di. Uluslararası tecrübesi fazla olmayan Partizan, İspanya’da ilk maçta yıldızlar topluluğu rakibi karşısında 4-0’la bozguna uğramıştı. Ancak ikinci maçta sahada yalnızca Partizan vardı. Milutinoviç’in yine coştuğu maçta siyah-beyazlılar sahadan 3-0 galip ayrılıyor ama kupaya veda ediyorlardı. Ancak sahadaki oyun göstermişti ki, biraz daha iyi bir kurayla Partizan kupada finale kadar yürüyebilecek güçteydi. Lâkin Yugoslav Ligi en az Avrupa kadar zorluydu ve Partizan’ın bir kez daha Avrupa’ya çıkmak için 1961’e kadar beklemesi gerekecekti. Takım 1954, 56, 58 ve 59 yıllarında ligi ikinci bitirmiş ama şampiyonluğa ulaşmak bir türlü mümkün olmamıştı. Hajduk, Kızılyıldız ve Dinamo Zagrep şampiyonluğu kendi aralarında dolaştırıyorlardı adeta. Partizan bu döngüyü 1960-61 sezonunda kırmayı başardı. O sezon yine Kızılyıldız’la büyük bir rekabete
giren Grobari, bir puan farkla şampiyon olmayı başardı. Partizan’ın bu başarısının altında siyah-beyazlı taraftarların çok sevdiği bir ismin imzası vardı; Stjepan Bobek. Hırvat kökenli bu isim, futbolu bıraktıktan iki yıl sonra bu kez antrenör olarak Partizan için başarılarla dolu bir dönemin kapısını açıyordu. Takım sonraki iki sezonda da zirveden inmeyecekti. Partizan bu başarılı dönem içerisinde 1963-64 sezonunda Şampiyon Kulüpler Kupası’nda bir kez daha çeyrek final oynamayı da başarıyordu. Ancak Bobek’in takımdan ayrılması kulübün kısa süreli bir durgunluk yaşamasına neden olacaktı.
Gegiç’le altın dönem
Takımı bu duraklamadan çıkararak tarihinin en büyük başarılarından birine taşımak ise yine Türkiye futbol kamuoyunun yakından tanıdığı bir isme, Abdullah Gegiç’e kısmet olacaktı. 1964-65 sezonunu şampiyon tamamlayan Partizan, Gegiç yönetiminde bir kez daha Şampiyon Kulüpler Kupası’nda boy gösterdi. İlk turda Fransızların güçlü ekibi Nantes’la eşleşen Partizan, kendi evindeki maçı Galiç ve Hasanagiç’in golleriyle 2-0 kazanırken, rövanşta da 2-2’lik beraberliğe tutunarak tur atlamıştı. İkinci turda rakip Werder Bremen’di. Bu turda iki maç da Almanya’da oynanırken Hamburg’daki ilk maçı Partizan 3-0 kazandı. Bremen’e kendi evindeki 1-0 yetmemişti. Partizan bir kez daha çeyrek finaldeydi. Çekoslovak takımı Sparta Prag karşısında deplasmandaki ilk maçta alınan 4-1’lik yenilgi, ikinci maçta en az dört farklı bir galibiyeti zorunlu kılıyordu. Prag çok avantajlıydı, ancak JNA’da Partizan’ın bileği bükülmüyordu. Vasoviç ve Kovaçeviç ikişer, Hasanagiç ise bir gol atıyor, Partizan sahadan 5-0 galip ayrılarak yarı finalin yolunu tutuyordu. Yarı finalde Manchester United da JNA Stadı’nda boynu bükük ayrılanların arasına katılmıştı. İlk maçı kendi evinde oynayan Partizan, Old Trafford’a 2-0’lık avantajla gidiyor, 1-0’lık mağlubiyete rağmen final kapısı Grobari’ye açılıyordu. Finalde rakip yıllar önce Partizan’ın önünü kesen Real Madrid’di. Yıllar sonra futbolun tanıdığı en büyük faciaya ev sahipliği yapacak olan Belçika’nın Heysel Stadyumu bir büyük finale sahne oluyordu. 11 Mayıs 1966 günü 46 bin seyircinin doldurduğu statta Real Madrid ile Partizan karşı karşıyaydı. İlk yarı golsüz geçmişti. İkinci yarının 10. dakikasında ise Vasoviç kafayla topu Real ağlarına göndermişti. Brüksel’de sahanın ortasında bir sevinç yumağı oluşturmuş futbolculara, sahaya atlayan Yugoslav taraftarlar da katılmıştı. Ancak Partizan üstünlüğünü maçın sonuna kadar koruyamadı. 70. dakikada Amancio beraberlik sayısı atıyor, altı dakika sonra ise Serena, Belgradlıları yıkan golü kaydediyor ve Partizan Yugoslav futbol tarihine geçmeyi kılpayı kaçırıyordu. O gün kaçan kupa, Belgrad’a yıllar sonra Kızılyıldız tarafından getirilecek, Partizan taraftarları ezeli rakiplerinin sevincini izlerken Heysel’deki maçın acısını bir kez daha içlerinde hissedecekti.
Toma Kaloperoviç’le şampiyonluk geliyor
Avrupa macerası uzun sürünce Partizan 1965-66 sezonunda ligdeki en kötü derecesini aldı ve ancak on birinci olabildi. 60’lı yılların sonunda Kızılyıldız’la girdiği şampiyonluk mücadelelerini kaybeden Partizan, 70’lerin başında ise ilk beşe girmekte dahi zorlandı. On yıllık bir aradan sonra şampiyonluk tekrar 1975-76 sezonunda elde edilebildi. Daha sonradan Galatasaray ve Fenerbahçe’de de görev yapacak Toma Kaloperoviç’in çalıştırdığı takım, Hajduk ve Dinamo’nun önünde şampiyonluğa ulaşırken kadroda yine tanıdık isimlerin bolluğu dikkat çekmekteydi. Fenerbahçe’de top koşturacak Radomir Antiç ve Galatasaray’da efsane mertebesine ulaşacak Cevad Prekazi o yılın şampiyon takımının oyuncularıydı. Bu iki oyuncu Partizan’la iki sezon sonra bir şampiyonluk daha yaşayacak, o sezon takımdaki tanıdıklara kaleci Rade Zalad da eklenecekti.
Aynı kadro, bir sonraki sezon yine şampiyonluğu alırken, Orta Avrupa Kupası Mitropa’yı da Macar Honved’i yenerek müzeye götürecekti. Ancak bu başarıları takip eden sezon, takım
küme düşmekten zorlukla kurtulacak, kadrodaki pek çok oyuncuyla yolların ayrılmasına neden olacak süreç de bu sırada başlayacaktı. Kâbus gibi geçen ve Partizan’ın ilk 10’a güçlükle girdiği sezonlardan sonra göreve Miloş Milutinoviç getirildi. 1982-83 sezonunda takım tekrar şampiyonluğa ulaştı, ancak Milutinoviç başta Prekazi olmak üzere bazı oyuncuların gönderilmesini istedi. Bu ayrılıklardan sonra da takım şampiyonluk mücadelesinde yer alır ama zafere ulaşamadı. Milutinoviç devri de beklenenden kısa sürdü. Bundan sonraki şampiyonluk 1985-86 sezonunda gelecekti. Bu sezonda ligin en az gol yiyen takımı olarak Kızılyıldız’ın önünde şampiyonluğa ulaşan Partizan’da eldiven daha sonra Kocaelispor’da izleyeceğimiz Ömeroviç’e emanetti. Daha sonra Fadıl Vokri’nin de eklendiği bu kadro bir şampiyonluk daha kazandı. Ancak bu dönem de geçiciydi.
Diğer taraftan Yugoslavya da artık Tito’nun o eski ülkesi değildi. Yugoslav ülkesi, kurucusunun ölümünden sonra birliğini korumakta güçlük çekiyordu. Ülkede etnik ayrışmalar başlarken, bu hem milli takıma hem de kulüp takımlarına sirayet etmişti. 1980’lerin sonuna gelindiğinde Kızılyıldız’ın taraftar grubu ?Kahramanlar?ın lideri fanatik Sırp milliyetçisi Arkan’dı. Grobari tribünleri ise Federal Yugoslavya’ya daha uzun süre destek vermişti ancak bir süre sonra siyah-beyazlı tribünlerden de milliyetçi sloganlar yükselmeye başladı. Bir zamanlar ulusu bir arada tutan ?Yugoslavya? kelimesi artık neredeyse bir küfür anlamı taşımaktaydı. Çok geçmeden savaş patlak verdi. 1992 yılında UEFA Kupası mücadelesi veren Partizan, Sporting Gijon maçını Belgrad yerine İstanbul’da oynamak zorunda kaldı. Partizan Belgrad tekrar şampiyon olduğunda artık ortada altı bölgeden oluşan Yugoslavya kalmamıştı. 1992-93 sezonunda ligde artık Hırvat, Boşnak, Sloven ve Makedon takımları yoktu. Bu, uzun yıllar zirveye ortak olan Hajduk, Dinamo, FC Sarajevo gibi takımların da artık ligde mücadele etmeyeceği anlamına gelmekteydi. Yugoslav Ligi, Kızılyıldız’la Partizan arasında geçmeye başlamıştı, kalitesi de oldukça düşmüştü. Çok geçmeden takım sayısı ona kadar çekildi. Partizan bu süreçte üç şampiyonluk kazandı. Partizan’ın şampiyon olmadığı senelerde ise Kızılyıldız zafere ulaşıyordu. Zamanla bu iki takıma Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç’in desteklediği Obiliç eklendi ama Miloseviç’le beraber bu takımın da yıldızı söndü.
İlk yabancı Matthaeus
2000’li yıllarda Partizan, eski Alman yıldız Lothar Matthaeus’u teknik direktörlüğe getirerek dikkat çekti. 2002 yılında göreve gelen Matthaeus kulübe gelen ilk yabancı teknik direktördü. Taribo West gibi yabancı oyuncuların yanı sıra milli takımda oynayan Saşa İliç, Igor Dulyay, Albert Nac gibi oyuncularla Partizan, Matthaeus yönetiminde şampiyonluğa ulaştı. Takım böylelikle daha önce iki kez eşiğinden döndüğü Şampiyonlar Ligi’nin kapısını bir kez daha çaldı. Ön eleme ikinci turunda İsveç takımı Djurgardens’i eleyen Partizan, üçüncü turda Newcastle United’la eşleşti. Güçlü İngiliz takımı karşısında Partizan ilk maçı kendi evinde Solano’nun golüyle 1-0 kaybetti. İki siyah-beyazlı ekibin mücadelesinde avantaj İngilizlerdeydi. Ancak Iliev, Newcastle’daki maçta ev sahibi ekibi şoke etti ve karşılaşma penaltı vuruşlarına kadar gitti. Penaltı vuruşlarında 4-3’lük üstünlük sağlayan Partizan, Şampiyonlar Ligi’nde mücadele etmeye hak kazanan ilk Sırp takımı olmuştu. Grupta Real Madrid, Porto ve Marsilya’yla eşleşen Partizan, kendi sahasındaki üç maçta da rakiplerinden puan aldı ancak yine de üç puanla sonuncu olmaktan kurtulamadı. Sonraki senelerde ise benzer bir başarı gelmedi.
İçinde bulunduğumuz sezon içerisinde Partizan’ın Sırbistan’ı UEFA Kupası’nda temsil etmesi gerekiyordu. Ancak Boşnak ekibi Zrinski karşısında, hem de takım açık farkla öndeyken, taraftarların çıkardığı olaylar Partizan’ın UEFA Kupası’ndan ihraç edilmesine neden oldu. Partizan Belgrad, Tito’nun rüya ülkesinin spordaki simgesiydi. ülke bölündükten yıllar sonra bile Partizan’ın adının hâlâ etnik milliyetçilik temelli şiddet olaylarına karışması ise bu rüyanın nasıl bir kâbusa dönüştüğünün göstergesi olsa gerek.
İlk Yorumu Siz Yapın