Bugün biraz taktik ifade eden rakamların fetişleştirilmesinden bahsetmek istiyorum. Malum, güç dengeleri sıkı sıkıya kurulunca büyüklerin dalaşında galibi belirlemek için sahaya yapılan müdahalelerin önemi de artıyor. Durum böyle olunca, herkes bir anda antrenörleşmeye başlıyor. 4-4-2 olmasın da 4-3-3 olsun, o olmasın da 4-2-3-1 olsun. Herkes futbolun şifrelerini çözme derdinde. Kim maçı niye kazandı, öbürü ne yapsa kazanabilirdi? Bu skor tabelacılığından da öte bir şey, futbolu farklı skor tabelası ihtimallerinin evreninden görme çabası. Antrenörlerin bunu yapmasını anlarım, sonuçta onların işi. Gazetelerde de buna belli bir yer ayrılabilir belki, tek düzelikten kurtulmak için. Zaten kastım taktikler hiç konuşulmasın değil, ancak taktiğin futbol içindeki oynadığı rolden daha fazlasının konuşulmasının bilerek ya da bilmeyerek başka motivasyonlardan kaynaklandığını düşünüyorum.
Futbolu güzel ve aynı zamanda popüler yapan iki şey var; birincisi çok basit olması, ikincisi ise çok sürprizli olması. Herkes futbol için bir şeyler söyleyebilir, ama kimse bir futbol maçında neler olabileceğini tam olarak bilemez. Zaten bilebilseydi zevki kalmazdı. Daha maçın ilk saniyesinde kalecinin yiyebileceği saçma sapan bir gol, çizgiyi buz gibi geçip de gol sayılmayan bir top, siniri atıp da hakeme girişen futbolcunun gördüğü kırmızı kart hâlâ ve sonsuza kadar bir futbol maçının en az taktik kadar belirleyicileridir. Bir futbol maçında etkili olabilecek sosyal-siyasal-ekonomik etmenleri hiç saymıyorum bile. Herhalde o etmenleri yok sayarak Diyarbakırsporlu, Ankarasporsuz geçtiğimiz sezonu analiz etmek gülünç olurdu.
Günümüzde futbolda taktik rakamlarının fetişleştirilmesi, bu yukarıda anlattıklarımın bir bileşeninin verdiği bir sonuç aslında. Aşağıdakilerle yukarıdakiler arasındaki güç dengelerinin bu kadar açıldığı, yukarıda ise güç savaşının bu kadar şiddetlendiği bir futbol ortamında, kazananı bilmek ciddi bir gösteri peygamberliği kariyeri vaat ediyor. Futbolun açıklanamaz tarafını taktik rakamlarıyla gargaraya getirmek bunun kısa yolu. Kaldı ki, herkesin üç aşağı beş yukarı bir şeyler söyleyebildiği bir konuda sözünüzün dinlenmesi için bir sofistikelik algısı da yaratmanız gerekiyor, sahte bile olsa. Ne dediğinizden zerre kadar haberiniz olmasa da, bir maçta taktik dizilişin sonuca en fazla ne kadar etki ettiğinden bihaber bile olsanız sihirli rakamları kullanın. Nasılsa futbolun hâlâ izah edilemeyen bir kısmı var ve o kısmı rakamlarla gargaraya getirip anlıyormuş gibi yapsanız da aksini ispat edebilecek kimse yok. Biraz Foucault tartışmak gibi, anlamıyorsanız bile anlıyormuş gibi yapmanız yeterli, nasılsa bağlamdan ne kadar koparsanız, o kadar postmodern oluyorsunuz, bu da sizi o tartışmanın efendisi yapmaya yeter de artar bile.
Bu taktik üzerine döndürülen gargara da aslında futbolun post-modern -ya da bağlamından koparılmış- tarafına işaret ediyor. Endüstri futbolunun futbolu hayat içerisindeki bağlamından koparmaya çalıştığı devlet sırrı değil. Taraftarı müşteriyle değiştiren, yayınlarda içine reklam yerleştirilmiş sanal gerçeklik algılarını dayatan, ama örneğin bin bir teknolojiye rağmen Şampiyonlar Ligi’nde tribünleri çekmeyi reddeden (sahi, Beşiktaş-Liverpool maçındaki efsane tribünü TV’de kaç saniye gördük?) futbol endüstrisi, futbolu hayattan kopuk, sahada olan ve biten bir şey olarak görmemizi istiyor. Bu anlamda, bizim futbolu bir matematik oyunuymuş gibi rakamlar ve taktik hesaplar üzerinden algılamamız bunun bir parçası değil mi? Paisley’den, Shankly’den, Clough’tan bize futbola ve hayata dair öğütler kalırken, José Mourinho’dan yalnızca bir taktik dizilişin kalacak olması bir şeyler anlatmıyor mu?
Ben taktiğin futboldaki yerini yok sayıyor filan değilim, ancak yalnızca rakamlar üzerine kurulu bir futbol mantığını reddediyorum. Futbol hâlâ İstanbul’da yankılanan “You’ll Never Walk Alone”, hâlâ hatalı gol yiyen Fevzi’nin formasını içine giyip gol atan İlhan Mansız, hâlâ Henry eliyle asist yaptı diye Fransa elensin isteyen sıradan, vicdanlı adam. Futbolu rakamlar yönetiyor gibi görünse bile bu oyunu özel yapan hâlâ bunlar. O yüzden bunları savunmak, en az taktik hesaplarını kurcalamak kadar önemli.
*4 Eylül 2010 tarihli Taraf Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
İlk Yorumu Siz Yapın