Süreci itibarıyla Türkiye tarihinin en lekeli seçimlerinden biri olarak hatırlanması gereken 12 Haziran seçimleri önümüzde enteresan bir tablo bırakarak geride kaldı. Öncekilerin aksine yüzde 5-8 bandına yaklaşma ihtimali bulunan partilerin olmadığı, egemenlerin seçim barajına neden bu kadar tutkuyla bağlı olduklarını gösteren bir seçim oldu bu. Hem AKP ve CHP’nin aldığı oyları, hem de Blok’un büyük başarısını buradan bakarak okumak lazım.
AKP, terazinin sağ tarafının tek partisi olma projesinde kısmi bir başarı elde etti. AKP’nin, daha doğrusu Erdoğan’ın hedefi başkanlık sistemini ve herhangi bir uzlaşma aramaksızın hazırlatacağı anayasayı dayatabileceği bir sayısal çoğunluk elde edebilmek, MHP’yi de oyun alanının dışına iterek Türkiye’yi iki düzen partisinin tahterevallisine mahkum etmekti. Bütün seçim başarısına rağmen bunları yapamadı. 330’a yakın milletvekili de olsa anayasa için ılımlı adım atmak, kolay kolay ikna edici olamayacağı bir uzlaşmacılık rolüne bürünmek zorunda. Bu yolda işi artık çok daha zor. Çünkü Erdoğan, kendi kitlesini sağlamlaştırırken, karşısındaki kitleyi de sağlamlaştırdı. Beylik balkon konuşmaları, zaten doğası gereği iktidarın yanında saf tutacak iş çevrelerini ve büyük medyayı muhtemelen ikna etmiştir ancak iktidarın dikta hevesini kaygıyla izleyen büyük bir kitle büyük ihtimalle eskisine göre daha dikkatli ve politize olacak. AKP, ?Türkiye partisi? olduğunu iddia ederken, ikna olmayan kitleyle duvarları iyice yükseltti ve önümüzdeki dönem bunun belirginleşeceği bir dönem olabilir.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim sonrası yaptığı hiç inandırıcı olmayan konuşmadan bundan sonraki dönemde öncelikli derdinin koltuğu korumak olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü CHP’nin bu seçimden başarıyla ayrıldığını açıklamaya çalışmak, AKP’ye gözdağı vermekten çok teşkilatı ve tabanı ikna etmeyi amaçlıyor. ?Seçime girip de milletvekili sayısını arttıran tek partiyiz? argümanı, Blok’un başarısını görmemiş olma ihtimali bulunmayan Kılıçdaroğlu’nun kendisinin bile inanabileceği bir şey değil. Kemal Kılıçdaroğlu, bu sonucun CHP’de liderlik tartışmasını yeniden başlatacağını ve hâlâ parti teşkilatlarında güçlü durumdaki ?eski CHP?nin mutlaka geri dönmeye çalışacağını çok iyi biliyor. Bundan sonraki günlerde uzunca bir süre bununla uğraşmak durumunda. Kılıçdaroğlu, ?yeni CHP?nin başına 1930’ların CHP’sinin pek sevdiği bir yöntemle, tepeden inerek geldi ya da getirildi. Kılıçdaroğlu’nun CHP’ye yapmaya çalıştığı şeye belki kısmen sempati duyabiliriz ancak bu onun partideki iktidarının köksüz ve güvensiz olduğu gerçeğini değiştirmez. Önümüzdeki dönem bu gerçekle yüzleşme dönemi olacak. Bütün bu hengamenin çıkardığı sonuç ise şudur; örgüt desteği olmayan, bir avuç dolusu sağcıyı, bir o kadar da politikayla ilgisi ?hobi? düzeyinde olan ?meşhur?u içeren CHP grubu, AKP’ye karşı muhalefet görevini hiçbir şekilde yerine getirebilecek durumda değil.
AKP’nin karşıtlarıyla duvarı yükselttiği, CHP’nin (ve MHP’nin) ise uzun süreceğe benzeyen parti içi iktidar mücadeleleriyle meşgul olacağı şu dönemde, Blok’u ciddi bir ?ana muhalefet? görevi bekliyor. AKP’nin zorbalıklarıyla giderek daha fazla rahatsız ettiği ve -bilinçli ya da bilinçsiz olarak- politize olan bir kitle var. CHP, bu kitleyi yönlendirebilecek siyasi geleneğe de, kadrolara da sahip değil. Ne Kürt sorunu, ne özgürlüklerin budanması, ne işçi sınıfına açılan savaş, ne de kapitalizmin soluduğumuz havayı, içtiğimiz suyu zehirlemesi; kof bir milliyetçiliği ve serbest piyasayı makyajlayıp yenilir yutulur kılmayı dert edinmiş demode bir sosyal demokrasiye emanet edilebilecek şeyler değil. Bu noktada Blok, seçim sisteminin bütün antidemokratikliğine ve iktidarın devletin bütün aygıtlarını kullanarak açtığı savaşa rağmen ciddi ve gerçek bir sol seçenek olarak kendini kabul ettirdi. Başta söylediğim gibi, normalde yüzde 5-8 aralığına aday olabilecek tüm partileri baraj suları altında bırakan adaletsiz seçim sistemi, Blok’un güçlü bir kadroyla Meclis’e gelmesini engelleyemedi. Blok bileşenleri, ana akım medyanın cahillikten ve/veya kasıtlı olarak ?isim değiştirmiş BDP? olarak sunduğundan çok daha fazlası olduğunu bu seçimde, bir öncekine kıyasla çok daha büyük bir başarıyla gösterdi. Görüldü ki, Türk-Kürt sosyalistlerin birlikteliği hem sosyalist örgütlenmelere güç katıyor, hem de Kürt siyasi hareketini kabuğunun dışına taşıyor. Bu seçimle beraber bu birliktelik, Türkiye siyasi hayatının reddedilemez parçalarından biri olma yolunda çok önemli bir aşama kaydetti. Şimdi bir sonraki aşamaya geçmek ve Blok’u genişletmek ve sürdürülebilir kılmak gerekiyor. Atılması gereken ilk adım, bu seçim sürecinde Blok dışında kalan kimi yapıları, özellikle de ÖDP’yi bu birlikteliğin içine katmak olmalı. Kendi adıma TKP’nin de şimdiye kadar olan bitenden dersler çıkararak bu birlikteliğe katılmasından rahatsızlık duymuyorum. Ancak partide ciddi bir paradigma değişikliği gerektiriyor, ki ben TKP’nin şu an içine girdiği ve samimi bulduğum özeleştiri sürecinin böylesi bir noktaya varabilecek kadar güçlü olabileceğinden emin değilim. Yine de ÖDP, TKP ve diğer sosyalist grupların Blok’un sosyalist solu kitleselleştirmek için tarihi bir fırsat sunduğunu gözden kaçırmayacağını umuyorum.
Önümüzdeki dönem, zaman kaybetmeden yerel seçimler üzerine kafa yormamız gereken bir dönem olacak. Türkiye siyasetinde yerel seçimler, büyük denge değişikliklerinin nüvelerinin verildiği yerler, bu açıdan da önemliler. Dahası, yerel seçimler, özellikle belde ve ilçe düzeyinde sosyalistlerin güçlü olması gereken doğrudan siyasete daha fazla imkan tanıyor. Vakit geçirmeden Kürt-Türk sosyalistlerin oluşturduğu birlikteliğin nerelerde örgütlü olduğunun, nerelerde nasıl stratejilerle başarı kazanılabileceğinin hesaplarını yapmaya başlamamız gerekiyor. Türkiye’deki sosyalizm korkusu, ancak halkın yararına çalışan sosyalist yerel yönetimlerle kırılabilir. Hiçbir şey sosyalizmi yüzü gülen bir halk kadar iyi tanıtamaz. Bunu şimdiden düşünmek ve planlamak zorundayız. Bu bizim Metin Hoca’ya, Terzi Fikri’ye ve bu yolda solan bütün güllere borcumuzdur.
İlk Yorumu Siz Yapın