Gelsenkirchen bir zamanlar 600 kişilik bir kasabaydı. 1840’ta bir gün Kuzey Ren- Westfalya’nın bu köşesinde kömür madeni bulundu ve her şey değişti. İnsanlar buraya yerleşip hayatlarını “siyah altın”dan kazanmaya başladılar. 1904’te kurulan Schalke’nin kaderi bu madenlerden fışkırdı. Ekmeğini yerin dibinden çıkaran adamlar ve aileleri lacivert-beyazlı bir sevdayı yarattılar ve etrafında kenetlendiler. O günden bugüne, kömür madenleri Schalke’nin hep kalbinde yer aldı.
Başlangıçta, Schalke’nin oyuncularının birçoğu da maden işçisiydi. Örneğin, kulübün formasını tam 23 yıl giyen efsanevi Ernst Kuzorra’nın, yorulmasın diye maçtan önceki vardiyalarının diğer işçiler tarafından paylaşıldığı söylenir. Günümüzde de maden vurgusu sembolik olsa da devam ediyor. Gelsenkirchenliler, şu anki teknolojik stadyumlarını, Raul gibi büyük oyuncuların transferini 600 kişilik kasabayı dev bir endüstri şehrine dönüştüren madencilere borçlu olduklarını çok iyi biliyorlar. Kulüp yönetimi madencilere saygı göstermeyi ve onları takımla buluşturmayı ihmal etmiyor. Geçtiğimiz yıl geleneksel takım fotoğrafı bir madende çekilmiş, fotoğraf kataloğuna oyuncuların madencilerle çektirdiği resimler de eklenmişti. Bu yıl da Raul, basına tanıtılırken, madencileri temsil eden iki işçi İspanyol yıldıza şans getirmesi için bir kömür parçası armağan etmişti.
Schalke 04, işçi sınıfının bağrından doğan kulüplerin geldikleri yeri unutmaması açısından iyi bir örnek. Ama bu kendi kendine olan bir şey değil. Taraftarların örgütlülüğünün ve kendi çıkarlarını savunmalarının bir sonucu. Almanya’da da İngiltere’deki gibi stadyumlar modernleşiyor ancak kimse sadık taraftarların yıllarca oturduğu tribüne loca yapamıyor. Bilet fiyatları yükseldiğinde taraftarlarla yönetimler arasında müthiş bir mücadele başlıyor. Burada anahtar nokta taraftarın kendi çıkarıyla yönetimin çıkarının bir olmadığını bilmesi. Taraftar, kulüp üzerindeki hakkını bizde olduğu gibi yönetime hediye etmiyor. Aksine bunu baskı aracı olarak kullanıp, taraftarın çıkarına bir yönetim anlayışını zorluyorlar. Bu noktada tabii kritik olan, taraftarların maç saatlerinin dışına taşan bir örgütlülüğe, adeta bir kader birliğine sahip olması ve taraftar gruplarının ekonomik bağımsızlığı.
Schalke 04, Liverpool, St. Pauli, Celtic, Marsilya ve diğerleri… Türkiye’de bunlara duyulan romantik bir hayranlık var. Ancak bunun ötesine geçmek lazım. Avrupa’da taraftarların yönetimde söz sahibi olduğu kulüplere tabii ki saygı duymak boynumuzun borcu ama biraz da orada neler yapıldığına bakıp, burada da bir şeyler denemek gerek. Türkiye’de yönetimler kendi çıkarlarının taraftarınkinden farklı olduğunu çok iyi biliyorlar. Bu anlamda, ciddi bir sınıf bilincine sahipler. Taraftar ise bunun farkında değil, çünkü bir çeşit kulüp milliyetçiliğiyle gözleri kör edilmiş. Nasıl ki milliyetçiliğin amacı patronla işçiyi aynı çıkarı paylaşıyormuş gibi gösterip işçiyi başka bir ülkedeki işçiyle savaş meydanlarında karşı karşıya getirmekse, kulüp milliyetçiliğinin hedefi de taraftarı taraftara kırdırıp yönetim sultalarını güçlendirmek. Bu yüzden kendileri vergi cezalarının affı söz konusu olduğunda can ciğer olurken, iş derbilere geldiğinde ateşin altını harlıyorlar. Taraftarlar birbirlerini gırtlaklarken, aslında aynı pahalı kombine fiyatlarını, aynı fahiş yayın paketlerinin kurbanı olduklarının farkına bile varmıyorlar. Kendi çıkarlarını unutup yönetim için savaşıyorlar ve bunun kulübe fayda getirdiğini sanıyorlar.
Türkiye’de her ne kadar kulüpler Batı’daki gibi alt kesimler tarafından kurulmamış olsa da taraftarların ezici çoğunluğu emekçi. Üstelik taraftarlıklarını giderek ağırlaşan ekonomik koşullarda devam ettiriyorlar. Maça gitmek hatta evde maç izlemek giderek zorlaşıyor. Diğer taraftan kulüplerin yönetiminde söz sahibi olma şansları, hatta kulübe üye olma şansları da neredeyse hiç yok. Her şey bir mücadelenin gerekliliğini işaret ediyor. Taraftarların kendilerine dayatılan gündemi reddedip, kendi gündemlerini spor yönetimine kulüp bazında ve ulusal ölçekte dayatmaları gerekiyor. Bunun da anahtarı tabii ki örgütlülük. Türkiye’de taraftar dernekleri kulüplerin iç iktidar kavgalarında piyon olmayı ve yönetimlerin dümen suyunda gitmeyi bıraktıkları, diğer kulüplerin taraftar dernekleriyle oturup ortak çıkarları konuştukları zaman bu ülkede çok şey değişecek. Ve biz ne Schalke’lere özenmek zorunda kalacağız, ne de var olan düzene “ya sabır” çekmek…
Not: Schalke 04 konusunu aklıma getiren Ahmet Çizmeci’ye çok teşekkürler.
* 18 Eylül 2010 tarihli Taraf Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
[…] This post was mentioned on Twitter by İlker Üçer and timsel., Dağhan Irak. Dağhan Irak said: [daghaniraknoktakom] Schalke?ye bakmak değil, Schalke olmak?* http://tinyurl.com/25gt4y5 […]