Pazar sabahının serininde düştüm yola, yıllar sonra hastalıktan değil, heyecandan kalbim çarparak. Kulağımda sevgili Bandista’nın fırından yeni çıkmış sabah simidi lezzetindeki şarkısı, ?aşk inadına, aşk devrimdir? diyordu bana.
Mecidiyeköy’den Şişli’ye yürürken çekilmiş bir dişten kalanlar gibi karşıladı beni Ali Sami Yen’in kalıntıları. Sanki hiç var olmamış, hiçbir şey yaşanmamış gibi. Xamax maçında o mucize olmamış, Werder maçında o top çamura takılmamış, Türkiye-Belçika maçında Oktay tüm rakip oyuncuları çalımlarken ?pas ver be?ler ?yürü be?lere dönüşmemiş gibi. Orada hiç gülmemişiz, hiç birbirimize sarılıp ağlamamışız, hiç Pınarbaşı çekmemişiz gibi…
İstanbul’un en sıkış tıkış, en nefes alamayan yerindeki bu kocaman boşluğa birileri gökdelenler dikecek şimdi, çok lazımmış gibi. Hiç değilse bir park olsaydı, Mecidiyeköy’ün o klostrofobik havasını, tozunu, dumanını dağıtsaydı. Emekliler gazetesini, aileler çocuklarını, bisikletlerini, köpeklerini alıp gelseydi. Olmaz mıydı? Olmazdı tabii, bu ülkenin halkının mutluluğu bir gökdelenden kıymetli değil çünkü. Dertleri zaten Galatasaray oradan taşınır taşınmaz, ışık hızıyla ihaleye çıkmalarından belliydi. Akbabalar bile kurbanlarının leşleri etrafında dönerken daha sabırlıdır, o kadar bile bekleyemediler.
Üstelik Ali Sami Yen’in yok oluşu, kentsel dönüşüm faciasının ortalamasını bile vermiyor. Orada anılarımızı yerle bir edenler, başka yerlerde aileleri evlerinden sürüyorlar. Bir zamanlar insanların ekmek kavgası verdiği, çocukların sokaklarında yamuk plastik toplarla futbol oynadığı mahallelerde bugün iktidarın yancısı inşaatçılar fink atıyor. Özal’lı günlerde deniz kumundan yaptıkları çürük evlerin hesabını vermek şöyle dursun, şehrin dört yanına kurdukları ölüm tuzaklarını utanmadan fıkra gibi anlatıyorlar. Ve başkalarının yuvalarını ?makbul vatandaş? adaylarına pazarlıyorlar. Etrafı dikenli tellerle, kameralarla çevrili siteler peydahlıyorlar, yeni sakinleri o evlerin asıl sahiplerinden Sağmalcılar tipi yöntemlerle koruyorlar.
Bilin ki ne boşalttığınız yuvaları hazmedebiliyoruz, ne başımıza yıktığınız stadyumları. Dolapdere’ye, Tarlabaşı’na doğru usul usul sarkan lüks otellerinizi, inşaatlarınızı görmüyoruz sanmayın; altımızdan söküp aldığınız Ali Sami Yen koltuklarını süsleyip püsleyip bize geri satmaya çalıştığınızda gözünüzde parlayan dolar işaretlerini de. Çocuklarımızın nefes alacağı parkları otoparka çevirdiğinizin de farkındayız, maça geldiklerinde ?fırsat bu fırsat? deyip bilet kesmeye kalktığınızın da. Bizi uyuyor sanıyorsunuz ya, yanılıyorsunuz.
Tıpkı 1977 1 Mayıs’ında 32 canımızı katlettiğinizde Taksim’i ve Mayıs’ı elimizden aldığınızı sandığınızda yanıldığınız gibi.
O gün öldürdüğünüz her bir tanemizden binlercesi doğdu, on bin olduk, yüz bin olduk, milyon olduk. Taksim’i de geri aldık, 1 Mayıs’ı da. O Pazar günü, 32 can için, her biri için ve bu yolda kaybettiğimiz diğer yoldaşlar için ?orada?ydık.
Bu halkı evlerinden süreceksiniz belki, itip kakacaksınız, uyuşturacaksınız. Ama uğradıkları haksızlığı unutturamadınız, unutturamayacaksınız.
Ve bu halkın eğlencesi futbolun da üstüne oturamayacaksınız. O tribünlerden sürüp ?makbul müşteri taraftar?larla takas etmeye çalıştığınız insanlar, yaptıklarınızı unutmayacak ve affetmeyecek. Onların içinden takımlarına olan sevgiyi söküp atamayacaksınız.
Beşiktaş Çarşı, Halkın Takımı, Beleştepe, GS Tekyumruk, FenerbahCHE, GöztepeCHE, Gençlerbirliği KARAKIZIL, Sakaryaspor Taraftarları, Adana Demirspor Şimşekler, Altay YSKA, Gazi Karambol, Kartalspor Boranlar, Buca İstasyon, Forza Livorno ve sırtına formasını geçirip yola düşen yüzlerce taraftar bu Pazar bunu haykırmak için Taksim’deydi. Ta buralarına geldiği için, artık yettirdiğiniz için.
İstediğiniz kadar futbol kapitalizminin borazanını öttürün, onlar hep ?orada? olacaklar.
Çünkü sizin parayla bağlı olduğunuza, onlar aşkla bağlılar.
Ve biliyorlar ki, aşk örgütlenmektir.
Ve biliyorlar ki, aşk mücadeledir.
Ve biliyorlar ki, aşk rengârenktir.
Ya siz? Sahi, siz aşk nedir, ne bilirsiniz!
*07 Mayıs 2011 tarihinde BirGün Gazetesi‘nde yayımlanmıştır.
İlk Yorumu Siz Yapın