Özellikle 2013 Haziran direnişlerinden beri örgütlü-örgütsüz mücadele, farklı örgütlenme biçimleri daha sık tartışılır oldu. Bu süre içerisinde sol içerisindeki farklı bileşenler de yeni yapılanmalara gittiler. Başını ÖDP ve eski SİP geleneğinden gelenlerin çektiği Birleşik Haziran Hareketi (BHH) ve daha önceden kurulan Halkların Demokratik Kongresi?nden doğan Halkların Demokratik Partisi (HDP) önemli ittifak denemeleri olarak karşımıza çıktılar. Bunlardan HDP, geçtiğimiz ay önemli bir seçim başarısına imza atarak AKP?nin gölgesine sığındığı 12 Eylül barajını yıktı. Bu yazının amacı BHH?nin ya da HDP?nin politikalarını tartışmak değil. Soldaki örgütlülük-örgütsüzlük meselesine dair bir tahlil yaparak, meseleyi analitik bir bağlama oturtmak. Dolayısıyla okuyucunun bu yazının herhangi bir partinin ya da siyasi hareketin perspektifinden yazıldığı izlenimine kapılmayacağını umuyoruz.
Öncelikle Türkiye?de örgütlülük üzerine bazı kritik rakamlar vererek başlayalım. Türkiye?de nüfusun %88.15?i hiçbir derneğe ya da sivil toplum kuruluşuna üye değil (İçişleri Bakanlığı verileri, 2014). Üye olunan derneklerin ezici çoğunluğu ise spor kulüpleri, hemşehri dernekleri ve dini dernekler. Ülke, %4.5?la OECD üyeleri arasında sendikalaşma oranının en düşük olduğu ülke (OECD verileri, 2014). Toplam siyasi parti üye sayısı 10 milyonken, bunun 8.5 milyonu AKP üyesi, bunun dışında bir milyondan fazla üyesi olan tek parti CHP, bu sayıya çok kısa bir süre önce ulaşabildi (Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı verileri, 2013). Bu sayılardan çıkarılacak bir temel sonuç var. Türkiye örgütlülüğün istisnai olarak çok çok düşük olduğu, hatta örgütlülüğe karşı ciddi bir mesafeliliğin (Gezi’deki ?bayraklılar gelmesin? tavrını hatırlayın) bir ülke. Bunun iki önemli nedeni var, ki ikisi de solu yakından ilgilendiriyor. Birincisi; Türkiye?de örgütsüzlük 24 Ocak kararları ve 12 Eylül?le başlayan büyük bir toplum mühendisliği projesinin temel amaçlarından biriydi. Dolayısıyla örgütlülüğün bu kadar düşük olması yalnızca uzun vadeli toplumsal koşullardan kaynaklanmıyor. Ama bir de işin o tarafı var. Türkiye?deki örgütsüzlere değil de örgütlülere baktığımızda tartışılmaz derece büyük bir ağırlığın geleneksel toplum yapısından beslenen örgütlerde yoğunlaştığını görüyoruz. Cemaat tipi pre-modern toplumun tüm özelliklerini bünyesinde taşıyan, sözleşmeci ilişkilere ve ortak stratejilere değil ortak kimliklere ve geleneksel ilişkilere dayanan örgütler bunlar. AKP?yi de bunun içinde saymak gerekir. AKP üyeliğinin Anadolu?nun birçok yerinde işe girmek, belli ağlara dahil olmak gibi meselelerde geçer akçe olduğunu düşünürsek, bu partinin de modern bir siyasi parti olmaktan ziyade, geleneksel ilişkiler üzerinden biriken sosyal sermayeyi üyelerine ödünç veren devasa bir pre-modern ağ olduğunu söyleyebiliriz. Spor kulüpleri, hemşehri dernekleri ve dini dernekler de benzer fonksiyonlara sahip, cemaat tipi toplum ilişkilerine ve irrasyonel aidiyetlere dayanan yapılar. Dolayısıyla zaten örgütlülüğün düşük olduğu toplumda, örgütlülüğün de çok büyük bir kısmı bir şekilde modern topluma adapte edilmiş cemaatlerden oluşuyor. Solun bu koşullarda işinin çok çok zor olduğunu söylemek gereksiz.
Diğer taraftan, modern siyasi kurumlar olmasını bekleyeceğimiz sol örgütlerde ve sendikalarda da durumun çok iç açıcı olmadığının altını çizmek zorundayız. Sol siyaset de büyük oranda sosyal sermaye ağlarına ve cemaat tipi ahbap-çavuş ilişkilerine dayanıyor. Durum böyle olunca da sağ siyaset kurumlarının dayattığı duygusal politik ortamı kırabilecek rasyonel bir politik alan açma kapasitesinden yoksun kalıyor. Rasyonel siyasetin olmamasının çeşitli önemli sonuçları var. Birincisi; sol örgütler ?sen-ben-bizim oğlan? mantığından kurtulamıyor. Durum böyle olunca politikayı rasyonel algılarla okuyamıyor, ?biz? ve ?onlar? (geri kalan herkes) paradigmasına saplanıyor. Bunun sonucu olarak, rasyonel ve sözleşmeci ittifaklara giremiyor, stratejik ortaklıklar kovalayamıyor, kendi içindeki koalisyonları dahi ?nikah? mantığıyla algılıyor. Anlaşamadıkları konuları kabul edemediği için anlaştıklarını da ziyan ediyor.
Sol örgütlerin çizdiği bu tablonun örgütsüz, şehirli, modern kitleler için cazibe merkezi olması mümkün değil. Zaten olmadığını da 2013 Haziran?ından beri görüyoruz. Büyük tantanalarla kurulan BHH oldukça cılız bir şekilde yoluna devam ediyor. HDP?nin oy oranı artıyor ama üye sayısı için aynı şeyi söylemek çok zor. Çok daha merkeze hitap eden ve ülkenin doxa?sını çok da zorlamadığı için mantık olarak çok daha geniş kitlelere ulaşması beklenebilecek CHP için bile bu çok farklı değil. Haziran direnişlerini kitleselleştiren örgütsüz kitleler, örgütlü siyasete dışarıdan etki ediyorlar, ama örgütlü siyasetin içine girme konusunda eskisinden çok daha istekli değiller. Onun yerine forumlar, Oy ve Ötesi gibi oluşumlar, internet üzerinden örgütlenmeler rağbet görüyor. Sol örgütlerin bundan çıkarması gereken dersleri çıkardığını hiç zannetmiyorum. Zira, orada da duygusal politika ve her şeyi aidiyetler üzerinden okuma alışkanlığı o kadar kök salmış vaziyette ki, ?örgütlü olma?yı mitleştirip ?örgütsüz?leri hakir görme hâlinin çok yaygın bir pratik olması şaşırtıcı değil. Tarihte örgütsüzleri hor görerek örgütlü yapmış bir siyasi hareket olup olmadığı ise muamma.
Ne yapmalı?
Sol örgütlerin şu aşamada mutlaka yapması gereken birkaç şeyden rahatlıkla söz edebiliriz. Birincisi; bu örgütlerin Türkiye?nin moderniteyle olan yarım yamalak ilişkisinden dolayı modernmiş gibi duran ilişkilerin bile cemaat mantığıyla kurulduğunu fark edip kendi özeleştirilerini yapmaları gerek. Kankacılıkla, sen-ben-bizim oğlan?cılıkla solun varabileceği hiçbir yer yok. Zira, şu anki durum kaçınılmaz olarak hep sağa yarayacak, çünkü Duverger okuyan herkesin de bileceği gibi sözleşmeci toplumun aksamaya uğradığı örgütsüzlük ortamlarında sağ, soldan çok daha rahat organize olur ve kitlelere yayılır. Dolayısıyla, solun modern olmama ve sağdakine benzer cemaat tipi ilişkilerle duygusal, irrasyonel politikalar kurma lüksü yok. Bu şekilde ulaşabileceği bir kitle de yok. Sol örgütler, örgütsüzleri aşağılayacakları yere bu insanların örgütler yerine ne gibi yapılanmaları ve eylem biçimlerini tercih ettiklerini iyi etüd etmeli. Dahası, toplumdaki değişimleri iyi okuyup yeni mücadele biçimlerine kendilerini adapte etmeliler. Bu konuda iyi bir örnek, HDP?nin bu son seçim öncesinde işbirliği yaptığı 10?dan Sonra gibi inisiyatifler. Bu tip sivil toplum girişimleri, örgütsüzlerle örgütler arasında son derece dinamik katalizörler olabilirler. Bu aynı zamanda, 12 Eylül?den beri sol örgütlere yönelik uygulanan ve özellikle orta sınıflarda etki de yaratan öcüleştirmeye karşı da iyi bir strateji olabilir.
Sözün özü, solun önce Türkiye?nin yapamadığını yapıp moderniteyle ve kurumlarıyla ilişkisini doğru düzgün kurması, ardından da son on beş ? yirmi yılda, özellikle Seattle?dan itibaren alternatif modernitelerden doğan yeni siyasi hareketlere ve onların stratejilerine adapte olması gerekiyor. Bunu yaparken örgütlülükle örgütsüzlük arasındaki duvarın eskisi kadar kalın olmadığını, hatta artık betondan değil camdan olduğunu fark etmeleri hayati önemde.
İlk Yorumu Siz Yapın