Boronkay, Beslen, Çukurova, Tofaş, Paşabahçe, Petrolofisi, Jet-Pa, Eti, Nasaş, Netaş, Meysu, Tuborg, Mis Süt, Vestel, Sönmez Filament, Kombassan, Arçelik, Salat… Merak etmeyin, gizli reklam yaparak köşe üzerinden yolumu bulmaya çalışmıyorum, zaten beceremem. Türlü meczuplukla süslenmiş bir laf salatasının peşinde de değilim, zira meşhur ve meşum bir gazetenin üçüncü sayfasının köşe baykuşu değilim. Türkiye sporunda nalları dikmiş sponsorlukların hesabını yapıyorum. İlk elden bir yirmi tane çıktı, daha da yazılır ya neyse…
Malumunuz bizim devletimiz bir kırk senedir yapişletme- sat-başkası kazansın yöntemiyle yönetiliyor. Anayasa’da (eskisinde ve yenisinde) devletin üstleneceği yazılı ne görev varsa, ona para ödüyoruz. Sağlık parayla, parasızsak zaten öleceğimiz için eğitimin de beleş olmasına gerek yok, o da parayla. Tabii spor da parayla. Kulüpler hesapta dernek ama şirketleşmemeleri batmalarına neden oluyor. Şirket olduklarında da bu batmayacakları anlamına gelmiyor. Zira gelir-gider dengesini tutturmak öyle çok basit bir şey değil. Devreye eninde sonunda sponsorluklar giriyor.
Sponsorluk dünyanın her yerinde var da, tüm bir spor sistemini sponsorların keyfine ya da insafına bırakmak çok kabul edilebilir bir durum değil. Zira sponsorların, yani şirketlerin idaresine bırakılan bir spor sistemi kamu yararı değil arz-talep dengesi üzerinden yürüyor. Sponsor dediğimiz genelde bu işi babasının hayrına yapmıyor, yaptığı katkının karşılığını alabiliyor mu, ona bakıyor. Bir sponsorluğun devamında takımın başarısı da genelde ölçüt olmuyor. Öyle olsa basketbolda Eczacıbaşı, Tofaş, voleybolda Arçelik, Boronkay, Netaş hentbolda Eskişehir Eti kapanır mıydı? Avrupa’da final zorlayan bu kulüplerin kapısına kilit bir günde asıldı. Üstelik işin yerellik boyutu da var. Antep’te, Mersin’de, Adana’da, Kayseri’de, Konya’da, Ereğli’de bir şehrin kalbi hâline gelen, sosyal buluşma noktası görevi gören kulüpler sponsorluklar yıkılınca tarihe karışmadı mı? Sponsorluklar son yirmi yılda gözle görülür şekilde ticari merkezlere kaymadı mı? Bu ülkede sporun büyük şehirlerin tekelinde olmamasının ne kadar büyük fark yarattığı, spora ilginin ne kadar arttığı görülmüştü oysa. Sponsorların su koyuverdiği noktada sistemi yürütmek için devlet desteği getirilebilir, farklı bir planlama yapılabilirdi, yapılmadı. Günümüzdeki noktaya böyle geldik.
İkinci neo-liberal saltanatı yaşadığımız bu günlerde spor yönetimi yine kuralsızlığın dibine vurmuş vaziyette. Voleybolda bir iş adamı çıkıp dünyanın en pahalı oyuncularını değerinin iki katını vererek ve yabancı sınırlamalarını alt üst ederek getiriyor. Diğer taraftan yüz yıllık iki kulüp Ankaragücü ve Karşıyaka lige bile giremiyor. Tipik kapitalizm; zengin olan zenginliğini tahakküme çeviriyor doyasıya, fakir olana ise var olma fırsatı bile verilmiyor. Peki voleybolda bunlar olurken, Voleybol Federasyonu ne yapıyor dersiniz? “Kadın demeyin bayan deyin” diye basına işini öğretmeye çalışıyor, antrenörünü nasıl kovduğunu ballandıra ballandıra anlatıyor. Şu an herkes Fenerbahçe Acıbadem yaptığı transferlerle Avrupa şampiyonu olduğunda nasıl şişineceğini hesaplıyor da, o iş adamı canı sıkılıp paranın musluğunu kapattığında koca Fenerbahçe’nin lige girebilecek durumunun bile olup olmayacağını kimse düşünmüyor. Sıfır öz kaynak, sıfır alt yapı ve bol taşıma suyla dönen bir sistem örnek model olarak gösteriliyor. Bu model iflas ettiğinde spor yöneticileri ne yapacak dersiniz? Helva yiyecekler!
Voleybolda, hentbolda, amatör sporlarda durum zaten fena da, futbolda değil mi? Malum, bizim ligin yayın haklarını alan şirketin bir federasyonun tapusunu üstüne geçirmediği kalıyor. Neredeyse her şeyin pazarlaması onlara ait, tabii ligin isim hakkının da. Bu seneye kadar yayıncı kuruluşla telefoncu kardeşi can ciğer yürütüyordu bu işi. Sonra ne olduysa yayıncı kuruluş, kardeşinin hasmına göz kırpmaya başladı, sonrasında da ihale devletin kurumuna kaldı. Buna bozulan telefoncu kardeş de bir sürü Anadolu kulübünden reklamını çekip hepsini bir güzel şapa oturttu. Yani kabaca söylersek, aynı patronun iki şirketi birbirine yan baktı diye bir sürü kulübün bütçesi sakata geldi. Mevzuyu kısmen kurtarmak da devlete kaldı. Bakarsınız yarın öbür gün reklamlarını kaybeden Anadolu kulüpleri de gider milletvekillerine ağlar, devlet onlara sponsor olur. Zira bizde devlet önce spor sistemini serbest piyasaya emanet eder, sonra da o piyasaya kendi girip paraları saçar. Nasıl olur demeyin, nev-liberal alemde ağalık işte böyle olur.
*19 Ağustos tarihli Taraf Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
İlk Yorumu Siz Yapın