Spor nedir? Ne işimize yarıyor?
Sağlıklı yaşam için yapılandan bahsetmiyorum, rekabetçi spordan bahsediyorum. Biz bu koşturup duran adamları, kadınları niye izleyip duruyoruz? O adamlara, kadınlara sabah akşam kelimenin tam anlamıyla kusana kadar idman yaptıran, bunu meşru bir para kazanma aracı hâline getiren ne?
Birbirimizi yiyip duruyoruz, insanlar bu uğurda hayatlarını harcıyor, milyonlar dökülüyor da, sebebi nedir?
Bize, yani insanlığa, ne faydası var?
Siz kendinize bu soruyu hiç soruyor musunuz bilmiyorum. Ben zaman zaman soruyorum. Bazen bu ekmeğimi kazandığım alan, sektör, adına ne derseniz bana anlamsız geliyor. Din adamlarının ?inanç krizi? gibi bir şey bu. Sürekli bir şeyden bahsetmek zorunda olmanın, ama içten içe onu sorgulamanın sıkıntısı. Özellikle şu şike soruşturmasından ve onun tüm açmazlarını, çelişkilerini ve doğurduklarını günlük olarak yaşamaya başlamamdan beri daha sık oluyor bu.
Ben niye bırakıp gitmiyorum bu işi sahi? Niye kimsenin uğramadığı bir kasabaya yerleşip nalbur açmıyorum?
İşte bu resim sebebiyle…
Bundan tam 43 yıl iki gün önce, 1968 Mexico City Olimpiyatı’nda dünya rekoruyla sonuçlanan 200 metre yarışından sonra altın madalyanın sahibi ABD’li Tommie Smith ve bronz madalyalı vatandaşı John Carlos, milli marş çalarken kürsüde siyah eldivenli yumruklarını havaya kaldırarak eşit haklar için mücadele veren Afrika kökenli Amerika yurttaşlarına destek verdiler. Gümüş madalyayı alan Avustralyalı Peter Norman, rakiplerine destek için kürsüde onlarla durdu ve ?İnsan Hakları için Olimpik Proje? rozetini taktı. Üç atlet de ülkelerine dönüşte takımlarından kovuldular.
Smith ve Carlos, 1968’deki o güne kadar hep ırkçılığı enselerinde hissederek yaşadılar. Ancak özellikle sporculuk yaşamlarında hiç boyun eğmediler ve ülkenin en iyi koşucuları olarak mücadelenin bir ucundan tuttular. Siyah ve beyaz atletlerin birlikte kurdukları ve bu iki ismin de üyesi olduğu ?İnsan Hakları için Olimpik Proje? bu mücadelenin kurumsallaşmış biçimiydi. Projenin üç temel talebi vardı; Muhammed Ali’nin Vietnam’da savaşmayı reddettiği için geri alınan ünvanının verilmesi, 1936 Münih Olimpiyatı’nda ve sonrasında Naziler’e olan sempatisini asla reddetmeyen Yahudi, siyah ve kadın düşmanı ABD Olimpiyat Komitesi başkanı Avery Brundage’ın görevden alınması ve ırkçı Güney Afrika ile Rodezya yönetimlerinin Olimpiyat Oyunları’ndan boykot edilmesi. 1968’deki protesto da bu projenin bir uzantısıydı.
Amerikalı atletlerin bu protestosuna katılan Peter Norman ise insanların eşitliğine en az Tanrı’ya inandığı kadar inanıyordu. Bu yüzden iki rakibine destek olmayı kabul etti. Bunun bedelini takımdan atılarak ve 1972 Olimpiyatı kadrosuna alınmayarak ödedi. Hatta Avustralya 2000 Sydney Olimpiyatı’nı düzenlediğinde onu bunu etkinliğe davet eden Avustralyalılar değil, Amerikalılar oldu. 2006’da vefat ettiğinde ise tabutunu taşıyanlar arasında Smith ve Carlos da vardı.
Bu üç adam, bu üç sporcu inandıkları şeyler için mücadele edip, bedeller ödediler. Bugün belki isimlerini herkes bilmiyor. Günümüzün milyon dolarlık futbolcuları kadar meşhur değiller.
Ama o resmi herkes biliyor. Bütün dünya en az bir kez gördü. Dahası o resmin ilham verdiği eşitlik mücadelelerinin kazanımlarını yaşıyor insanlar. Pek çoğu hâlâ o ilhamla beraber mücadelesine devam ediyor.
Dürüst olalım, sporun çoğu kez bir anlamı yok. Yalnızca birbirimizi yiyip, kendimizi tatmin ediyoruz, o işe yarıyor. Geçtiğimiz hafta hem Fenerbahçe’de, hem Galatasaray’da efsane olmuş bir insanın, Samim Göreç’in hikayesini anlattım. Bir avuç azınlığın dışında herkes yazıyı işine geldiği gibi anladı. İki hafta önce beni Galatasaray düşmanlığıyla suçlayanlar bir çabuk paylaştılar yazıyı, öbürleri küfretti. İki hafta sonra Lefter’i, Canavar Burhan’ı ya da Fenerbahçeliler’in hoşuna gidecek başka bir konuyu anlattığımda rolleri değişmek üzere. En sinirlendiğim ise, o güzel Adana Demirspor’un efsanevi su topu takımını, ?yenilmez armada?sını sırf Galatasaray-Fenerbahçe sidik yarışı için kullananlar oldu, sanki hayatlarında bir kez olsun su topu maçına gitmişler, bir kere olsun su sporlarıyla ilgilenmişler gibi. İşte benim kızdığım, delirdiğim bu. Adana Demirspor’un tarihe geçmiş su topu takımı bile bizim sidik yarışlarında kullanılıp atılacak bir argüman yalnızca. O an kimi fanatiklerin diğerlerine pislemek için kullandığı bir maşa. Türkiye’de sporun hikayelerinin değeri bu kadar işte. Fanatiklere göre koca Adana Demirspor’un tek işlevi Galatasaray’ın ?yenilmez armada?sının değerini düşürmek, o kadar. Bu argümanla gelen zavallılar, Adana Demirspor sempatizanı bile değiller. ADS’liler zaten sevdikleri kulüplerini GS-FB çekişmesine alet ettirmiyorlar. Bunu diyenler gözü dönmüş zavallı fanatikler. Ne Adana Demir umurlarında, ne su topu, hatta ne Galatasaray-Fenerbahçe. Onlar için önemli olan tek şey mastürbasyonlarını yapıp rahatlamak, sonunda haklı çıkmak.
Spor bu zavallılıklar için var olmamalı. Zenginleri daha zengin etmek, şirketlerin kasasını doldurmak için de var olmamalı. Smith-Carlos-Norman üçlüsü gibi insanlar için, Muhammed Ali gibiler için, onların insanlığa verebileceği ilhamların etkisini arttırmak için var olmalı.
Spor, anlamı bu olacaksa var.
Yok, anlamı bu olmayacaksa da ben yokum.
İlk Yorumu Siz Yapın