Geçtiğimiz hafta bu köşede spor tarihinin en büyük organize doping olaylarından Lance Armstrong olayından bahsetmiş ve neredeyse bütün profesyonel bisiklet dünya dünyasının yirmi yıl boyunca gizlenmesi için iş birliği yaptığı bu skandalın tek sorumlusu olarak Armstrong?un yine aynı insanlar tarafından günah keçisi ilân edilmesini eleştirmiştim.
Bıraktığımız yerden devam edersek; profesyonel spor dünyasında dopingin, şikenin ya da başka hile çeşitlerinin yerini anlayabilmemiz için bu dünyanın işleyiş biçimini ve nihai amacını irdelememiz gerekir. Profesyonel spor dünyasının ve onun sırtını yasladığı spor kapitalizminin var oluş nedeni ve aynı zamanda nihai amacı, bu dünyanın aktörlerinin emeğini bir sermaye döngüsünden geçirerek sermaye birikimi yaratmaktır. Bu birikim yaratılırken, süreç içerisinde kullanılan yöntemler, nihai amaca giden yolda mümkün olan en fazla faydayı getirdiği sürece herhangi bir sorun teşkil etmezler. Bu anlamda profesyonel ve kurumlaşmış spor dünyası, diğer iş kollarından çok da farklı değildir. Öte yandan satışa çıkarılmış meta olan sporun, alıcısıyla diğer iş kollarındakinden farklı olarak kurduğu duygusal ilişki, alıcıyı, yani taraftarı ya da spor severi kaçınılmaz olarak bu döngünün bir parçası yapar. Spor dünyasında taraftar hem müşteri, hem de emekçidir. Bir taraftan metayı satın alarak ilişkinin diğer tarafında dururken, diğer taraftan istemsiz olarak sermaye birikiminin daha hızlı oluşmasını ve bunun yolunu açan süreçlerin sorgulanmamasını sağlayan duygusal yüklemeyi -emek de harcayarak- yapar ve bu anlamda sporcularla beraber emeği sömürülenler tarafında yer alır. Bu anlamda, spor kapitalizmi için hem emek, hem de duygu sömürüsüdür denebilir. Bu işin profesyonel spor dünyasındaki tarafı.
Profesyonel olmayan Olimpik sporlarda ise yine başarının fetişleştirilmesi üzerinden yürüyen başka bir iktidar üretimi söz konusu. En başarılı olmak, çoğu kez ciddi bir iç ve dış politika malzemesi; ?dosta düşmana göstermek?le ?dünyaya rezil rüsva olmak? arasındaki bir skalada politik değer yaratabilen bir olgu. Bunun örneklerini Türkiye?de fazlasıyla görmek mümkün. Olimpiyat?ta elinden geleni yapıp orta karar derece alan sporcuların yerden yere vurulduğu, ancak doping cezası almış sporcuların ?efsane? sıfatıyla lekeledikleri sporun federasyon başkanlığına aday olabildiği bir ülkede yaşıyoruz. Profesyonel spor dallarında karşımıza çıkan ve her şeyi mübah kılan ?kulüp milliyetçilikleri?nini yerini, bu spor dallarında bildiğimiz, ülkeye hakim milliyetçiliğin ta kendisi alıyor. Türkiye?de de, birçok başka ülkede de yakalanmadığınız ve başarılı olduğunuz sürece ne yaptığınız pek kimsenin umrunda değil. Mesela onca başarıdan sonra Türkiye?de halterin, neden Bulgaristan, Yunanistan ve Rusya?yla aynı günde birden bire bittiğini kimse sorgulamıyor.
Sporun modern çağdaşı milliyetçilikten devşirdiği keskin rekabetler, yine bir başka çağdaşı kapitalizmin iktidar ve sermaye tekerlerini döndürürken, etik ve insanı kaygıları taca atıyor. Mesele yalnızca doping ya da şike de değil; başarı ve güç için spor emekçilerinin fiziki sınırlarını zorlamanın başka yöntemleri de var. Futbol alt yapılarında çocukların daha erken gelişmeleri için pedagojik kaygıların göz ardı edilmesi, artistik patinaj ve jimnastik gibi dallarda rekabetçiliğin 12-13 yaşında başlaması gibi insan psikolojisinde kalıcı hasar bırakabilecek uygulamalar artık hem sıradan, hem de yasal. Sporcu ve spor sever, 24 saat yumurtlasın diye ışıkta tutulan tavuklardan, yerine bina yapılacak diye kesilen ağaçlardan farklı değiller. Kapitalizm, suyunu satabileceği hiçbir şeyin posasını çıkarmaktan imtina etmiyor.
Peki, bu tablonun çözümü spordan vazgeçmek mi? Hayır. Spor, daha doğrusu oyun oynamak pek çok hayvan türü gibi bizim de doğamızın bir parçası. Ancak sporu kurumsallaşmış bir başarı fetişizmi ve güce taparlık olmaktan çıkarmak ve onu kapitalizmin varoluş gayesinden ayırmak gerekiyor. Bunun nasıl yapılabileceğini düşünmek ve tartışmak ise sporu gerçekten seven insanların görevi.
İlk Yorumu Siz Yapın